MAĞRUR OLMAK, KENDİNİ KAF DAĞINDA GÖRMEK...
Halkın keskin gözlemlerinden, yaşantı deneyimlerinden süzülerek bugünlere gelen...
Ve de yaşarlılığını... Kalıcılığını sürdüregelen öylesine keskin, köşeli, şok edici ve ders verici “sözler” var ki, onlar bugün bile, bir pusula görevi görebiliyorlar.
Şaşmazlığını her dem koruyabiliyorlar, hedefi, tam on ikiden vurabiliyorlar.
Uyarıyor... Sarsıyor, gerçeği ve doğruyu görmemizde, bizlere rehber olabiliyorlar.
Varlığımıza ışık tutarak, bizleri düşünmeye iteleyerek içsel gerçekliğimizi aydınlatıyorlar.
Bize kendimizi gösteriyor, “Kendini tanı, kendinin farkında ol, olur olmaz yerde bilinç dışı refleksler püskürterek çizmeyi aşma” diyorlar.
Statü... Konum, servet, mevki ve iktidar gücü zirve yapıp kişiyi şaşkınlaştırınca, “Mağrur olma padişahım, senden büyük “Allah” var, diyebilmenin yollarını açıyorlar.
“Mağrur olmak, kendini Kaf Dağı’nda görmek”, hastalıklı bir ruh halidir. Ve de, hemen tedavi edilmesi gerekir.
Yoksa, böylesi bir hastalık, “ego”yu şişirir, gerilimi azdırır; itaat ve otorite odaklı, benci, buyrukçu, başkalarını hiçe sayan bir ilişkiler modeli yaratır.
“Güç sarhoşluğu”, tahripkar bir hastalıktır; bir yığın toplumsal zararları olduğu gibi, sahibini de için için çürütür.
“Gücün” tutsağı olmak, kendini onunla özdeş kılmak, ona ilişkin eleştirilere kulak tıkamak, “dediğim dedikçi” anlayışı bir kenara fırlatmamak, özgürlükler açısından da büyük bir handikaptır.
Böylesi bir zihniyet, hoşgörülü olamaz, tekçi ve mutlakçı zihniyete demir atar, gerçekliği çok boyutlu okuyamaz...
Giderek savrulur, tek ve yalnız kalır.
“Güç sarhoşluğu”nun travmatik bir sonucudur bu.