Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

261

Sunday, 20.03.2016, 18:24


Göktürk Sikkelerinde Ay Yıldız

Orta Asya’da yapılan kazılarda Göktürkler’e ait sikkeler bulundu. Sikkelerdeki ay-yıldız motofi, Türkler’in ay yıldızı İslamiyetten önce de kullandığının en somut kanıtı olarak gösteriliyor.

Arkeologlar tarafından Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan toplam 104 sikke, ilk olarak geçen yıl Kırgızistan’da yapılan uluslararası bir konferansta kamuoyuna duyuruldu.

Altıncı ve yedinci yüzyılda basıldığı tahmin edilen ay yıldız motifli sikkelerin, Türk tarihindeki en eski paralar olduğu bildirildi.

Sikkelerdeki ay yıldız motifleri ise, Türkler’in ay yıldızı İslamiyetten önce de kullandığının somut kanıtı olarak gösteriliyor.

9 Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yardımcı Doçent Doktor Yavuz Daloğlu şunları söyledi:
“Bunlar Türk tarihi açısından ilk paralar ve bu paraların bizim tarihimiz açısından çok önemli bir özelliği olduğu gibi bizim uygarlık tarihimiz açısından çok önemli özellikleri var. Nedeni de Türkler’in gelişmiş bir uygarlıkları olduğunu, Türkler’in devletlerinin her türlü gereklerini yerine getiren unsurları içerdiğini görüyoruz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

262

Sunday, 20.03.2016, 18:26

Bilinen İlk Türk

Türkler, dünyanın en eski, asil, büyük devletler kurup, pek çok ünlü şahsiyetler yetiştiren medeni milletlerinden biridir. Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yâfes’in Türk adlı oğlunun neslindendir.

“Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişidir.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide “Tu-Kiu” şeklinde görülmektedir.

Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy’da kurulan Göktürk İmparatorluğu ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan “Türk” adı daha çok “Türük” şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devlet’inin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Göktürk İmparatorluğu olduğu bilinmektedir. Göktürklerin ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonrada Türk milletini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.

MS. 585 yılında Çin İmparatorunun Göktürk Kağanı İşbara’ya yazdığı mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye hitap etmesi, İşbara Kağan’ın ise Çin İmparatoruna verdiği cevabi mektupta “Türk Devlet’inin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti” hitapları Türk adını resmileştirmiştir.

Orhun Kitâbeleri’nde Türk sözü daha çok “Türk Budun” şeklinde geçmektedir. Türk Budun’un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade, siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.

Hz. Nuh’un Semavi kutsal kitaplara göre 3 tane oğlu vardır, bunlar: Sam, Ham( Kenan ), Yafes.

Tekvin’e göre üç temel ırk Nuh’un bu üç oğlundan meydana geldi.

Yafes, Yafesi ırkın

Ham, Hami ırkının

Sam, Sami ırkının atası oldu.

Nuh’un ilk torunları

Yafes’in oğulları:Turk, Gomer, Magog, Madai, Javan, Tubal, Meshech ve Tiras.

Ham’ın oğulları: Cush, Mizraim, Put, ve Canaan.

Sam’in oğulları: Elam, Asshur, Arpachshad, Lud ve Aram.

Altta yazılı olan bilgilerde Yafes’in oğullarının tümünün soyunu Türk olarak değerlendirildiği bilgisi göze çarpmaktadır.

– “ve gemiden çıkan Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafes idiler. ve bütün yeryüzüne yayılanlar bunlardan oldu… _Kenan’ın atası Ham, (bir gün) babasının çıplaklığını gördü, kardeşlerine söyledi… (utanan) Sam ile Yafes babalarının çıplaklığını örttüler…”

– “ve Nuh dedi: ‘Kenan lanetli olsun!.. kardeşlerine kullar kulu olacaktır! Sam’ın Allah’ı Rab, mübarek olsun, ve Kenan ona kul olsun! Allah, Yafes’e genişlik versin!.. Sam’ın çadırlarında otursun!.. ve Kenan ona kul olsun!..'”
burda söylendiği gibi Sam’ın oğulları yani Araplar zamanı geldiğinde Yafes’ in oğulları yani Türklere sığınmışlardır.
bilindiği gibi Ham, eski Kenan diyarı olan şimdiki Filistin (İsrail) halkının atası idi. Bu bölge sayda şehrinden Gazza’ya kadar uzanıyordu. Yahudiler bu gruba sahip çıkarlar… ancak Tevrat’tan anladığımıza göre, bu kabileler lanetlenmiş ve diğerlerine kulluk etmeye mahkum edilmişlerdir. Kenan, Seba, Babil, Akad halkı ve kral Nemrud bu oğuldan olmadır. Tarihi gelişmeler bu laneti gerçek yapmıştır.
3. oğul Yafes ise, bizim, bütün Türk boylarının atasıdır. Görüldüğü gibi, hadislerden ve Kur’an dan çok önce Tevrat’ta da en büyük iltifata mazhar olmuş millet Türklerdir. Hz. Nuh’un, en sevgili oğlu Yafes için ettiği dua, çok derin mânâlıdır ve olduğu gibi gerçekleşmiştir.
Türkler gerçekten de 900 yıllarından itibaren Araplar’ın çadırlarında, ülkelerinde oturmaya başlamışlardır. Yine aynı tarihlerden başlıyarak Hıtay’ı, Hindistan’ı, Kuzey Afrika’yı ve Avrupa’yı hakimiyetlerine almışlardır.
Yafes’e dönersek; Gomer, Magog. Madai, Tiras, Yavan, Tubal(Tuval), Meşeç adlı oğulları…. Gomar (Sümer), Magog (Gog-magog gibi), Madai (Medler) aşina gelmektedir…

Gomar’ın Togarmi, Rıfat (Dicle ve Fırat) ve Aşkenazoğulları…. Aşkenaz, Hazar soyundan olan Doğu Avrupa Musevîleri’ne verilen addır ve Yavan’ın oğlu Tarşiş bize ismen çok aşina geliyor. Bu kelimeler Türkçe özellikler taşımaktadır.

Togarmi’nin (Hz. Nuh’un Yafes’ten torunu) on oğlu vardır ki, bunlar Uygur, Tiros, Avar, Hun, Barsil, Zarna (Tarniyaklı), Kozar (Hazar), Sanar, Bulgar ve Sâbir’dir.

İşte biz de bunu diyoruz! Bütün Kafkasya, Türkistan (Orta Asya), Sibirya, Balkanlar veAanadolu halklarının atası bir!.. Hz. Nuh’un oğlu Yafes’ten geldikleri için Yafetik olarak adlandırılırlar. Yafes’in en az üç oğlundan (Gomar, Magog, Madai) geldikleri için Sümer, Gog, Magog, Gur, Guz, Oğuz, Macar olarak adlandırılırlar ve Togarmi’nin on oğlundan çoğalarak pek çok soy ve boya ayrılmışlar, yüzlerce oymak ve aşiret halinde dünyaya yayılmışlardır.
Hz. İbrahim ve Türkler

Tevrat’ta Hz. İbrahim, Sam’ın soyundan ve Terah’ın oğlu olarak gösterilmektedir. İslam’a göre Hz. İbrahim’in babası Azer’dir. Yani Hazar Türkü’dür. Buna göre Yafes’in soyundan olması gerekir. Zaten Arap tarihçiler de “gerçek Arapların Ad, Semud, Amalike gibi kabileler olduğunu; Hz. İbrahim’in oğlu İsmail soyunun sonradan Araplaşmış olduğunu ifade ederler. Yine Tevrat’ta Allah’ın Hz. İbrahim’e bir hitabı var ki, Hz. Nuh’un duasına cevap gibidir:

– “seni büyük millet edeceğim! ve seni mubarek kılacağım! seni mubarek kılanları, mubarek kılacağım! ve sana lanet edene, lanet edeceğim! yeryüzünün bütün kabileleri, sende mubarek olacaktır!..”
(tekvin, 12. bab)
Rivayete göre, Hz. İbrahim’in Kantura adında bir eşi daha vardı. bu mubarek kadın da Türk boylarının anası, atası idi… Peygamberimiz Türkler’den Kantura oğulları diye söz ederdi. Hatta bu sebepten 9. asırda Müslüman olup Halife etrafına toplanmaya başlıyan Türkler, soyları sorulduğunda, “babamız İbrahim, amcamız İsmail” derlerdi. Yahudiler Hz. İbrahim’in bu ifadesinin kendilerini kastettiği zehabına kapılarak büyük İsrail, hatta dünya hakimiyeti hayali peşinde koşarlar!
Halbuki Kur’an’daki Yahudiler’i suçlayan ve lanetleyen ifadeler, böyle bir kutsama varsa bile ortadan kalktığını göstermektedir. Yahudiler Kitab-ı Mukaddes’in Zebur’dan (Mezmurlar) sonraki bölümlerde bile kınanır. Bu yüzden pek çok kere kıyıma ve sürgüne uğramışlar, ancak hiç bir zaman bundan ders almamışlardır. Halen de Filistinlilere, Lübnan’da, Irak’ta Araplara zulmedip durmaktadırlar.
– “ey iman edenler!..içinizden kim dininden dönerse, (bilsin ki) Allah bir kavim getirir ki, onları sever. Onlar da o’nu severler. Onlar müminlere karşı mütevazı, kafirlere karşı zorlu olurlar. Allah yolunda Cihad ederler, kendilerini yerenlerin çekiştirmesinden yılmazlar. Bu (özellik) Allah’ın bir inayetidir ki, onu dilediğine verir.” (maide suresi, 54. ayet)

Çok şükür ki, Tanrı bu lütfü Türklere vermiştir. Gerçekten de Türkler inananlara karşı son derece mütevazı, onlara saldıran inançsızlara karşı son derece amansız olmuşlardır. Haçlı seferlerine karşı koyanlar Araplar değil, Türklerdi, Arap Fatımiler Selçukluları arkadan vurmuşlar, haçlıların işini kolaylaştırmışlardı. Haçlılar bu suretle Kudüs’ü ele geçirip Müslümanları katletmişlerdi. (1098 )

820 sene sonra 1. dünya savaşında Araplar yine Türk’leri arkadan vurmuşlar, ve Lavrence’in peşine takılarak ülkelerini batılılara adeta peşkeş çekmişlerdir. (l918 )

Bu ihanet sonucunda İngiliz orduları mukaddes topraklara; Kudüs, Mekke, Medine’ye hükmedecek şekilde Arabistan’da söz sahibi oldular. Daha sonra İngiliz, Fransız ve Amerikalılar Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus’u ve bu ülkelerin sahip olduğu zenginlikleri aralarında bölüştüler. Hatta Rus ihtilalini bahane ederek Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan’a el attılar. Eğer Türkiye Batı’ya karşı Atatürk liderliğinde direnip galip gelmeseydi; bütün bu bölgede topraklar, zenginliklerin yanı sıra İslam da elden gidebilirdi.

700 yıllık Endülüs’te bir tek Müslüman bırakmayan batılı Hıristiyanlar zaten bu amaçlarından hiç bir zaman vazgeçmemişlerdir.

Öte yandan Peygamberimizin de Türkler ile ilgili pek çok hadisi vardır. bir tanesi şudur:

– “Sizler (Araplar) deriden çarık giyen bir kavimle (Türkler) çarpışmadıkça, kıyamet kopmayacaktır.”

Buradaki kıyamet sözü, ahiretteki kıyamet değildir. Her şeyin kökünden değişmesidir.

Gerçekten de 750 yılında Araplar Talas savaşında Türkler ile çarpışmışlar, onları yenmişler, ama bu savaştan sonra kitle halinde Müslüman olan Türk ırkından halklar, İslam devlet’inin hakim unsuru haline gelmişlerdir. Arab’a dayalı her şey, kökünden değişmiştir.

Bir diğer hadis şöyle:

– “Türkler size dokunmadıkça, siz de onlara dokunmayınız. Zira Kantura oğulları, Allah’ın (ilk önce) ümmetime (Araplar’a) verdiği saltanatı, (onların elinden) çekip alacaklardır.” (21)

Bu hadis Peygamberimizden 1500 yıl önce inmiş olan Tevrat’ta yer alan ve 2500 yıl önceki Hz. İbrahim’e Allah’ın vaadi olan:

– “Seni büyük millet edeceğim. Seni mübarek kılanları mübarek kılacağım. Sana lanet edene lanet edeceğim!”

İfadesinin tam teyididir.

Araplar bu nasihate uymamışlar, Türk’lerin üstüne yürümüşler, onları yenmişler, ancak sonunda saltanatı Türk’lere devretmek durumunda kalmışlardır.

Ama en dikkat çekici hadis, aşağıdakidir.

Hz. Muhammed’e sorarlar:

– “Mevali nedir ya Resulullah?..”

– “Onlar sizin azadlılarınızdır. Yani Faris yönünden gelecek olan bir kavimdir ki, şöyle diyecekler: ”ey Araplar, siz fazla taassuba kaçtınız.”

– “siz bunlara gereği gibi hak tanımazsınız, sizinle hiç kimse birlik kurmayacaktır!”

Bu hadisteki Mevali, Arap olmayandır. Faris, İran dır. Faris yönü, Horasan dır. Gelen kavim ise, Türklerdir.

Şu halde Türkler, Nuh tufan’ından beri var olan, ilk devleti kuran, dünyanın en eski dilini kullanan ve hem Tevrat’ta, hem de Kur’an da övülmüş, dünyanın dört bir yanına yayılmış bir Millettir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

263

Sunday, 20.03.2016, 18:33



(M.Ö. 7000 – M.Ö. 1000), bugünkü Türkmenistan‘ın başkenti Aşkabat yakınlarında Anav bölgesinde yapılan kazılarda bulunmuş kültür bölgesi.

Bu kültün başlangıcı, kazılarda bulunan eşyalara uygulanan karbon-14 elementinin radyoaktif yarılanma ömrü testlerine dayanılarak en eski M.Ö. 7000 ile M.Ö. 5000 yılları arasına tarihlenir. Kazılar sonucunda bu kültür çevresindeki insanların, yerleşik oldukları, tuğladan yapılma evlerde oturdukları, dokumacılık, toprak ve bakır işlemeciliği, koyun, keçi, sığır ve deve besledikleri ve bununla birlikte tarım da yaptıkları ortaya çıkmıştır.

Bazı tarihçiler tarafından Anav kültürü ile Ön Türkler arasında bağlantı olabileceği öne sürülmüştür.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

264

Sunday, 20.03.2016, 18:38


M.Ö. 3000 yıllarında Aral Gölüne dökülen Amuderya deltası ciarında balıkçılık ve avcılıkla uğraşan bir Orta Asya kültürü. Bu çevrede insanlar yerleşik bir hayat tarzı benimsemişlerdir. Bu kültürürn mensuplarının balıkçılık ve hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları anlaşılmaktadır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

265

Sunday, 20.03.2016, 18:39


Afanasiyevo Kültürü

Orta Asya‘daki Tunç Çağı kültür çevrelerinden biridir.

M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1700 arasına tarihlenir. Altay ve Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişmiştir. Avcılık, hayvancılık, taştan ve bakırdan eşyalar yaptıkları kazılar sonucu ortaya çıkmış Hint-Avrupa Topluluğudur.

Kurot ve Kuyum kurganlarından çıkan buluntular, bu kültür çevresinde yaşayan insanların at, sığır ve deveyi evcilleştirmiş oldukları, bakırcılığı bildikleri, avcı ve savaşçı bir topluluk oldukları anlaşılmaktadır.

Bilim adamları, Altay’larda gelişen bu kültürün Orhun nehirleri bölgesini de etkisi altına alarak Orta Asya medeniyetinin temelini oluşturduğu fikrini benimsemektedir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

266

Sunday, 20.03.2016, 18:43


Kimmerler

Asurluların Gimirai dediği ve Tevrat’ta da Gimiraya, Antik Grek kaynaklarında Kymmerio olarak geçen Kimmerlerin kökenleri hakkında Hint-Avrupa kökenli bir kavim olduğu ve İranî bir dil ya da Trakya dili konuştuğu düşünülmektedir.[1] [2][3]
Korkusuz ve cesur savaşçılar olarak ün salmışlardır. Çok iyi kılıç kullanırlardı, ok atmada ve balta kullanma da ustaydılar.Kimmerlerden ilk söz eden Hemeros Kimmerlerin ıssız dünyanın sisli ve karanlık ülkesinde yaşadıklarını yazar.Herodot Kimmerlerin Kuzey Pontus bölgesinden geldiğini söyler.Kimmerya, M.Ö. 8’inci yüzyılın ortalarında İskitler ‘in eline geçince, yerlerinden olan Kimmerler büyük kafileler halinde güneye inerek Kafkaslar’daki Demir Kapı ve Derbent geçitlerini aşarak Doğu Anadolu’ya girdiler. At üzerinde savaşan Sakalar, (İskit) yaya olarak savaşan Kimmerlere karşı üstünlük sağlamışlardı.M.Ö.714’ te Urartu sınırını aşarak Orta Anadolu’ya doğru saldırılara başladılar Kummuh (Adıyaman yöresi ) Meluddu (Malatya) Tabal (Nevşehir- Kayseri yöresi) doğuda Şubria (Diyarbakır yöresi) ve batıda Hubuşna’ya (Ereğli) kadar yayıldılar. Kimmerler daha sonra Karadenizin güney kıyısı boyunca batıya ilerleyip Sinop (Sinope) civarında bir üs oluşturmuş ve Tabal’a doğru güneye yönelmişlerdi. Kuzeyden gelen bu tehdit karşısında Muşku Kralı Mita, Asur ile ittifak yapmak zorunda kalmış ise de onun bu ittifakı bile Kimmer baskısını durduramamıştır M.Ö.705 ‘te Muşku Kralı Mita’nın da desteğini alan Asur Kralı II. Sargon Kimmerlerle Tabal’ da yaptığı savaşta ağır bir yenilgiye uğradı ve savaş alanında öldü.
Muşku Kralı Mita da savaştan sonra bir daha tarih sahnesinde görülmemiştir. Bu zafer üzerine Kimmerler bu bölgeyi bir süre daha ellerinde tuttular Sinop (Sinope) ele geçirdiler batıda Kızılırmak’ a kadar uzandılar, Kimmerler Dugdamme adındaki ünlü önderlerinin komutasında Frigler’in üzerine saldırdılar. M.Ö.696 ‘da Frigler başkenti Gordion’u yağmaladılar.

Kimmerler Asur kralı Asarhaddon tarafından M.Ö. 679 yılında Hubuşna (Ereğli) mevkiinde bozguna uğratıldılar. Bozgundan sonra Kimmerler batıya yönelerek Lidya’yı tehdide başladılar. Lidya Kralı Gyges, Asur Kralı Asurbanipal’ le diplomatik ilişkiler kurup ondan sağladığı yardımla Kimmerleri M.Ö.657 ‘de büyük bir yenilgiye uğrattı. Ama Kimmerler bir süre sonra yeniden Lidya’ya saldırıp, başkentleri Sardes’i aldılar.Gyges savaş alanında öldü.Sardes’ i yakıp yıkan Kimmerler orada kalmayarak hızla Orta Anadolu’ya döndüler.

Bir bölümü kuzeybatıya doğru çıkarak Balıkesir‘in Edremit ilçesine bağlı Altınoluk beldesinde, Antandros kenti çevresine yerleşti.Gyges’ten sonra Lidya tahtına oğlu Ardys geçti. Ardys ülkesini Kimmer saldırılarının yarattığı güç durumdan kurtarmak amacıyla yeniden Asurdan yardım istedi.Ama kimmerler kuzeybatıdan Boğazlar üzerinden gelen soydaşları Trerler ile birleşip yeniden Lidya’ya saldırdılar ve M.Ö.638 ‘de Sardes’ i krallık sarayının bulunduğu Akropolis dışında, bir kez daha istila ettiler.Bununla da yetinmeyip Ege denizi kıyısındaki kentlerden Ephesos, Menderes Magnesiası, Myos, Priene, Lebedos, Melia ve (bir olasılıkla) Miletos’u yağmaladılar.Sonra Büyük Menderes vadisi boyunca doğuya yönelerek, o dönemlerde yurt edinmiş oldukları Kapadokya bölgesine döndüler.(M.Ö.630) Düzenli bir devlet örgütleri bulunmayan Kimmerler zaman içinde güçlerini yitirmeye başladılar.M.Ö.630’dan kısa bir süre sonra ünlü önderleri Dugdamme’nin Kilikya bölgesindeki bir savaşta ölmesi, onların Anadolu’daki etkinliklerine son verdi M.Ö. 680-660 yılları arasında Tabal , Hilukku ve Lidya Kimmer saldırılarından Asur yardımına sığınmak zorunda kalmışlar, bir süre sonra M.Ö.630 yılında Asurlular bu istilacıları yenmeyi başarmışlardır. (J. G. Macqueen, Hititler ve Hitit çağında Anadolu, (çev. Esra Davutoğlu), Ankara, 2001,s. 173-6)

Sonuçta Lidya Kralı Alyattes tarafından M.Ö.595’te büyük bir yenilgiye uğratılarak Kızılırmak’ın doğusuna sürüldüler.Anadolu’da kalanlar Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Altınoluk beldesinde Antandros kentinde yaşamışlardır Diğerleri ikiye ayrılarak Asya ve Avrupa’ya dağıldılar.Batıya giden bir kol M.Ö.500 ‘e kadar Macar ovalarında yaşadı. Kırım yöresinde yaşayan Kimmerler ise M.Ö. 4 ve 3. yüzyıllara kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

267

Sunday, 20.03.2016, 18:51


Bermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik’te ABD’nin güneydoğu kıyılarında, açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıplarının çok yüksek olduğu, üçgen şeklinde bir alandır. Bu üçgenin köşelerinde Bermuda, Florida’daki Miami, ve Puerto Rico’daki San Juan bulunmaktadır.

Atlas Okyanusu?nun bu küçücük yerinde yaşanan garip ve açıklanamaz olaylar bölgeyi her daim çeşitli bilim çevreleri, usologlar, ufologlar ve kaos teorisyenlerinin ilgi odağı haline getirmiştir.

Bermuda Şeytan Üçgeni?nde yaşanan olaylar nedeni ile bu bölge üzerinde birçok araştırma yapılmış, birçok teori ileri sürülmüştür. Kimileri için burası uzaylıların dünyaya gelmek için kullandıkları bir üsttü ve deney için insanları buradan alıp götürüyorlardı. Kimileri için bu bölgenin altında Kayıp Şehir Atlantis bulunmakta idi ve bu garipliklere Atlantis?in ileri teknoloji cihazları yol açıyordu. Piri reis haritası’ndaki “the island of hispaniola” nın aslında atlantis olduğu düşünülüyor. Kimilerine göre de bölgenin altında çok büyük doğal gaz yatakları vardı ve okyanus tabanının soğuk olması nedeni ile de bu gazlar katılaşıp hidrat halini alıyordu. Golf Stream sıcak su akıntısı sayesinde bu hidrat parçacıkları birden bire gaz haline geçip hızla havaya yükseliyor bu da suyun kaldırma kuvvetinin düşmesine, bu nedenle de birden bire gemilerin denizin dibine inmesine yol açıyordu. Bu gazlar ile birlikte havanında yapısı bozulduğu için uçaklarda havaya bağlı olarak yere çakılıyorlardı
Şu gerçek ki Bermuda Şeytan Üçgeni esrarengiz bir olay! Bu zaman diliminde bile bilim adamlarının açıklamaları, arkasında hiç bir iz bırakmadan kaybolan ve yeri geldiğinde kaybolduktan haftalar sonra boş bir şekilde içinde insan olmadan sapasağlam ortaya çıkan gemileri açıklamaya yetmemiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

268

Sunday, 20.03.2016, 18:59

Kerbela Olayı

Kerbela Katliamı, Müslümanların tarihinde yaşanan en trajik olaylardan biridir. Peygamber efendimizin torunu Hz. Hüseyin’e bağlı küçük bir grupla, Emevi halifesi Yezid’e bağlı ordu Hicri 61. Yılın 10 Muharrem gününde, bugün Irak sınırlarında olan Kerbela’da karşılaşmış, aralarında çocuk ve kadınlarında da bulunduğu Hz. Hüseyin ve maiyetindekiler şehid edilmişti.Hz. Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid’in halife olmasına başta Hz. Ali’nin yönetim merkezi seçtiği Küfe’deki halk olmak üzere Müslümanlar tepki göstermişti. Şura ve seçim sistemine dayanmayarak Yezid’in halife olması Müslümanlar arasında ayrılıklar çıkacağına bir işaretti. Öncelikle Hz. Ali’ye bağlılıkları ile bilinen Küfe halkı Hz. Hüseyin’e bir mektup yazarak onu Küfe’ye davet etmişlerdi. Emeviler döneminde Şam’ın başkent seçilmesi, fetihlerin merkezinin bu şehrin olması eski başkentin gelirlerinde azalmaya yol açmış ve siyasi önemini kaybetmişti.
Hz. Ali’ye bağlılığı ile bilinen Müslim bin Akil ve Hani bin Urve’nin Küfe’ye yeni atanan Emevi halifesi Ubeydullah tarafından öldürülmesi tepkilere neden olmuştu. Hz. Hüseyin başta Abdullah bin Abbas tarafından Küfe’ye gitmemesi konusunda uyarılmış hatta tarihi kaynaklara göre devrin şairi Ferazdak “Küfe’ye gitme, onların gönlü seninle fakat kılıçları Ümmeyye oğullarıyladır” demişti.
Hz. Hüseyin ve Emevi ordusu arasındaki savaş Bağdat’a 100 kilometre uzaklıktaki Kerbela’da başladı. Savaş başlamadan önce bir grup Hz. Hüseyin’i terk ederek Emevi valisi Ömer bin Saad’ın tarafına geçti. Emevi ordusu önce Hz. Hüseyin’i korumaya çalışanları öldürdü yalnız Hz. Hüseyin kalınca da Ömer bin Saad’ın emriyle onun üzerine yürüdüler. Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişi katledildi.
Hz. Hüseyin’in ve öldürülenlerin mübarek başları kesilerek önce Küfe’ye sonra da Şam’a gönderildi. Şam’a gönderilenler arasında Hz. Hüseyin’in refakatindeki kadınlar ve çocuklar da vardı. Bu kadınlar ve çocuklar bir yıl gözetim altında tutulmuş daha sonra serbest bırakılmışlardı.Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi, Ehli Beyt’in de büyük bir kısmının yok edilmesine neden olmuştu. Emevi halifesi Yezid rakipsiz kalırken Şia hareketini de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Şia, Kerbela olayından sonra sadece bir mezhep olarak ortaya çıkmamış aynı zamanda ehl-i beyt adına politik bir harekete de dönüşmüştü.
Bazı kesimler, Emevîlerin veraset yoluyla iktidarın devri anlayışına tepki olarak hilâfetin sadece Hz. Ali soyundan gelenlerin hakkı olduğu tezini savunmaya, hatta bunu bir akîde olarak benimsemeye başlamışlardı.
Kerbela olayı sadece Şia’nın kınadığı bir olay değildir. Aslında Sünni ve Şia dünyasını birleştiren bir unsurdur. Çünkü tüm Müslümanlar Hz. Hüseyin’in katledilmesini trajik bir olay olarak hatırlamışlar; başta Yezid olmak üzere katliamda payı olanları lanetlemişlerdir.
Hz. Hüseyin’in naaşı Kerbela halkı tarafından defnedildikten sonra Abbasi Halifesi el Mütevekkil tarafından türbesi yapılmıştı. Büveyhioğulları, Sultan Melikşah ve İlhanlı hükümdarı Gazan Muhammed tarafından türbe yenilenmiş, Osmanlı sultanı III. Murad tarafından tekrar yapılmıştı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

269

Sunday, 20.03.2016, 19:13


BÜYÜK BİR SAVAŞÇI OLDUĞU KADAR ÖNEMLİ BİR POLİTİK LİDER VE GELENEKLERE ÇOK BAĞLI BİR FİLOZOF VE DOĞAYA SON DERECE SAYGILI, İNSAN HAKLARINI SONUNA KADAR GÖZETEN BİR SOSYOLOG OLARAK TANIMLANMIŞ, BEYAZLARA KARŞI ELDE ETTİĞİ ZAFERLER İLE DİKKATİ ÇEKMİŞ, 25 HAZİRAN 1876’DA YERLİ KABİLELERE 5 YIL BOYUNCA KAN KUSTURMUŞ AMERİKALI GENERAL CUSTER VE 400 ASKERİNİ “LAKOTA”, “NAKOTA”, “DAKOTA” VE “CHEYENNE” YERLİLERİ İLE BİRLEŞEREK, LITTLE BIGHORN NEHRİ DÜZLÜĞÜNDE BOZGUNA UĞRATIP, ÖLDÜRMÜŞ OLAN, SIOUX’LARIN LİDERİ THASUNKE WİTKO (CRAZY HORSE-ÇILGIN AT) İNTİKAM PEŞİNDE OLAN BEYAZLAR TARAFINDAN PUSUYA DÜŞÜRÜLEREK AİLESİ İLE BİRLİKTE KATLEDİLDİ

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

270

Monday, 21.03.2016, 17:48


Büyük Selçuklu hükümdarı Celalettin Melikşah'ın yaptırdığı takvimde bu yılbaşı eski martın 9. gününe (bugünkü martın 22. gününe rastlar.) O gün İranlıların takviminde de yılbaşı, aynı zamanda baharın ilk günüdür. Eskiden nevruz birtakım törenlerle kutlanır, «nevruziye» denen bir macundan yenilir ve bu macunun insanı o yıl hastalık ve sakatlıklardan koruyacağına inanılırdı.
Yazılı olarak ilk kez 2. yüzyılda Pers kaynaklarında adı geçen Nevruz, İran ve Bahai takvimlerine göre yılın ilk gününü temsil eder. Günümüz İran'ında, her ne kadar İslami bir kökeni olmasa da bir şenlik olarak kutlanır. Bazı topluluklar bu bayramı 21 Mart'ta kutlarken, diğerleri Kuzey yarım kürede ilkbaharın başlamasını temsilen, 22 veya 23 Mart'ta kutlarlar. Aynı zamanda, Zerdüştlük, hem de Bahailer için de kutsal bir gündür ve tatil olarak kutlanır.

Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon'dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart'ta kutlanır. Türkiye'de bir gelenek, Türk Cumhuriyetleri'nde ise resmi bayram olarak kutlanırken, 1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından Bayram olarak kabul edilen bir gün haline gelmiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

271

Tuesday, 22.03.2016, 00:23


Halay Çeken Hititli Kadınlar, M.Ö. 16. yüzyıl, Çorum Müzesi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

272

Wednesday, 23.03.2016, 14:07


Ülkemizde avukatlık mesleğini seçen ve yapan ilk Kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu, kadınların yemek yiyemediği lokantada yemek yiyince...

Süreyya Ağaoğlu, Türkiye'nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner.
Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlar.. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir ? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara'da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir..

Türkiye'nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar..

Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der..

İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.

Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı 'Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır.

Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, "Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı.. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin," der..

Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur..

Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var," demesin mi ?..

Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : "Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş !.."

Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor," der.

Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, "Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.." der.

Süreyya'nın şaşkınlığı daha da artar.

Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, "Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi," deyince durumu anlar..

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası'na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez..
Bu bir ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir...

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

273

Wednesday, 23.03.2016, 14:17


Blombos mağarasında bulunan ve Orta Taş Çağı'na ait (75 bin yıl öncesi) deniz kabuğundan boncuklar, insanların simgesel davranışlar geliştirdiğine dair önemli bir kanıt teşkil ediyor.
10 yıl önce, Güney Afrika’daki Blombos mağarasında yapılan kazılarda, delik açılıp boyandıktan sonra kolye ya da bilezik yapmak amacıyla ipe dizilen deniz kabukları ortaya çıkarıldı. Benzer buluntular, artık Afrika’daki farklı yerleşimlerde de ortaya çıkarılıyor. Yakında zamanda, Blombos’ta yapılan bir çalışmada, aşı boyasının (toprak boya, okr) dikkatle toplanıp, içine başka maddeler katılarak vücut boyası ya da makyaj malzemesine dönüştürüldüğüne dair kanıtlar bulundu.

İlk bakışta bu buluşlar önemsiz gibi görünseler de bunlar insan inanışlarının ve iletişiminin doğasındaki önemli aşamalara işaret ediyorlar. Mücevherat ve kozmetiklerin muhtemelen birer saygınlık simgesi olması, toplumda üst ve aşağı konumdaki insanların mevcut olduğunu akla getiriyor ve bu fikir, H. erectus’un ilk günlerinden bu yana var olan eşitlikçi hassasiyetlere meydan okuyor. Daha da önemlisi, bunlar simgesel düşüncenin ve davranışların göstergesiydi, çünkü özel bir kolyenin takılması ya da bir vücut boyasının şeklinin, görünenin ötesinde bir anlamı olabilirdi. Statü sembolü olduğu kadar, topluluk kimliği ya da ortak görünüş anlamına da geliyor olabilirler. Nesiller boyunca kendilerini bu şekilde süslemeleri gösteriyor ki bu insanlar, gelenekleri meydana getiren karmaşık bir dil keşfetmişlerdi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

274

Wednesday, 23.03.2016, 14:32




Roma’nın Romalı Olmayan Kurucuları: Etrüskler
Roma tarihinin en gizemli halklı hiç kuşkusuz Etrüsklerdi.
Etrüsklerin tarihi ile ilgili onlar tarafından yazılan metinlerin olmayışı ve Roma döneminde yazılanların da çoğunun kaybolmuş olması Etrüskler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmamızı engellemektir.
Aslında Etrüsklerle ilgili gizem daha Etrüsklerin adından başlıyor. Etrüsklerin kendilerine “Rasena ” demelerine rağmen Romalılar onları “ Tusci “ ya da “Etrusci” , Grekler de “ Tyrhennes “ diye adlandırıyorlar.
Etrüsklerin yaşadığı ve Etruria adı verilen bölge Orta İtalya’da kuzeyden güneye 250 km, Doğudan batıya da 150 km tutan bir yerdi.
Etrüsklerin buraya nereden gelip yerleştikleri bilinmiyor. Bu konuda değişik varsayımlar var.
Bunlardan birincisi Etrüsklerin İtalya kökenli ve Villanova kültürünün devamı oldukları. Bu tezin savunucuları haklı olarak Etrüsk kültürünün erken dönemleri ile Villanova kültürünün son dönemleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiyorlar.


Fakat burada dikkat çekici olan Etrüsk uygarlığının gelişim evrelerini çok hızlı yaşayıp bir anda ortaya çıkması.
En çok kabul gören görüş Etrüsklerin buraya sonradan yerleştikleri. Fakat Etrüsklerin nereden geldikleri konusunda bugüne kadar fikir birliğine varılabilmiş değil. Bu konuda ilk fikir beyan edenlerden biri de Herodotos’tur ve Etrüsklerin aslında kıtlıktan kaçıp yeni yerler bulmak üzere Etruria’ya göç eden Lydia’lılar olduklarını söyler :

“ Kendileri anlatırlar ki, bugün gerek kendi ülkelerinde, gerekse de Yunanlılarda oynanan oyunları türetenler de kendileridir ve bu Etruria’nın koloni haline getirildiği zamana rastlar; bakınız n[b]
e anlatıyorlar bu konuda. Manes oğlu Atys zamanında kıyıcı bir kıtlık sarmıştı bütün Lydia’yı. Bir süre dişlerini sıktılar Lydia’lılar, sonra kıtlık sürüp gittiği için çareler aradılar, her biri kendince bir çare sürdüler ileriye. Bu oyunlar zar, aşık (kemiği) ve top oyunları, tavladan gayri hepsi o zaman ortaya çıkmıştır; zira Lydia’lılar tavlayı biz bulduk demiyorlar. Bunları bulduktan sonra bakınız ne yapıyorlardı açlıklarını bastırmak için; yiyecek peşinde koşmayı unutmak için, iki günün birini oyuna veriyorlardı; ertesi gün oyunu bırakıp yemek yiyorlardı. On sekiz yıl boyunca böyle yaşadılar. Ama kötülük azalacağı yerde kırımını büsbütün arttırınca kral Lydia’lıları ikiye ayırdı , ‘ Kim kalacak, kim gidecek kur’a çekilsin’ dedi, kaderin kalmak üzere ayırdıkları gene kendi hükmü altında bulunacaktı. göç edecek olanlara da oğlunu veriyordu kral olarak, ki adı Tyrsenos’du. Böylece ülkeden çıkmak için üzere ayrılmış olanlar İzmir’e indiler, orada gemiler edindiler, işlerine yarayacak şeyleri yüklediler, bir yurt ve yaşama çaresi peşinde kıyı kıyı dolanıp sonunda Umbria’ya yanaştıkları güne kadar denizlerde gezdiler; orada kentler kurdular ve torunları bugün de orada oturmaktadırlar. Lydia’lı adını değiştirdiler, kendilerini yola çıkaran kral adını aldılar; yeni adları olan Tyrsen’ler sözünü onun adına göre üretmişlerdir.“ ( I , 94 )
Herodotos bunları MÖ. beşinci yüzyılda yazmıştır. Ondan sonra gelenler içinde de bu görüşü benimseyenler çoğunluktadır. Aslında günümüzde de Etrüskler’in Anadolu’dan göçtükleri tezi çok yandaş toplamaktadır.
Etrüsklerin Anadolu’dan göçtükleri tezini savunanların gösterdikleri en önemli kanıt Lemnos ( Limni ) mezar stelidir. Etrüsklerin göçünün Herodotos’un anlattığı gibi olduğunu kabul edersek, aynı kavimden başka toplulukların da Anadolu’da kaldığını da kabul etmemiz gerekir. ( Bunların mutlaka Lydia’lılar olması gerekmez.) Antik kaynaklarda adı geçen Tyrrhen’lerin bu geride kalan topluluk olduğu düşünülmektedir. Tyrrhen’ler Lemnos Adası’nı da zapt etmişlerdir. 1885 yılında Limni adasında, Kaminia köyünde bulunan bir mezar steli bir anda dikkatleri bu teoriye çekmiştir. Stelin üzerinde bir savaşçı resmi ile Etrüsk yazısına çok benzeyen bir yazı bulunuyordu. Bu stel MÖ yedinci yüzyıla tarihleniyordu ve adanın Atinalılar tarafından MÖ 510 senesindeki zaptından çok önce idi.
Bunun dışında Etrüskler’in ölü gömme adetleri (Örneğin ahşap odalar), toplumsal hayatları (Örneğin kadına verdikleri önem) ve sanatları Anadolu’daki başka toplulukları hatırlatmaktadır.
Etrüsklerin Kuzey’den geldikleri, Hint-Avrupalı bir kavim oldukları yolunda teoriler de olmasına rağmen çok fazla yandaş bulamamışlardır.
Etrüskler hakkında bir ilginç tez de Etrüsklerin Türk oldukları yolundadır. Atatürk’ün tarih tezi doğrultusunda Etrüsklerin de Etiler ve Sümerler gibi Türk kökenli olduklarına inanılmıştır. Atatürk’ün nezaretinde yazılan “Türk Tarihinin Ana Hatları “ adlı kitapta bu konuya da değinilir :

“ Özet şudur: Etrüskler, Türsenler, Türkalar Ege adalarında, Anadolu’da önceden oturmuş kavimlerdir. Bunlara Akalar, Ekeler, Etiler denildiğini biliyoruz.”
Bu kavimlerin Türk kökenli oldukları ise daha önceden belirtilmiştir.
Adile Ayda’da babası Atatürk ‘ün yakın çevresinden Sadri Maksudî ’nin yolundan giderek Etrüsklerin Türk oldukları yolunda pek de yabana atılmayacak deliller sunar. Buna göre Latin dilinde etimolojisi açıklanamayan birçok sözcük de Türkçe’den gelmektedir.
Bu arada Tyrrhen sözcüğü Yunanca’da Turrhnoi şeklinde yazılır ve h’ nın eskiden “a” sesi verdiğini hesaba katarak Turan adı ile bir ilişki düşünebiliriz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

275

Wednesday, 23.03.2016, 14:35


Katolik dünyasının en kutsal insanı olarak kabul edilen Rahibe Teresa, hayatını güçsüz ve bakıma muhtaçlara adayan ve Kalküta´da sadece kendi elleriyle 1000 kişiyi kurtaran biri olarak adını tarihe yazdırmayı başarmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

276

Wednesday, 23.03.2016, 14:37


Anne Frank: Almanya'daki Yahudi Soykırımının simge isimlerindendir. 13 yaşında yazdığı günlüklerle Nazi zulmünü tüm dünyaya duyurmuştur.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

277

Wednesday, 23.03.2016, 14:44


34Emily Murphy: Kanada'nın ilk kadın yargıcı ülkede kadınların insan olarak sayılmadığı hükmünü içeren kanunun değiştirilmesini sağladı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

278

Wednesday, 23.03.2016, 14:45


Rosa Parks: 1930′larda beyaz ve siyahlar otobüslerde farklı koltuklarda oturuyordu. Alabama'da beyaz bir adam Parks'tan kendisine yer vermesini istedi. Kendine ayrılan bölümde oturan Parks yer vermeye direndi ve bunun sonucu olarak tutuklandı. Bu olay Amerika'da siyahi direnişin milatlarından biri olarak kabul ediliyor.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

279

Wednesday, 23.03.2016, 14:48


Boudicca: Kocası Britanya adasının en önemli klanlarının birinin başındaydı. Kocasının ölmesi üzerine Romalılar ülkesini yıkıma doğru sürükledi. Bu yıkıma karşı duran ve tüm klanları birleştiren Boudica direnişin sembolü oldu.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

280

Wednesday, 23.03.2016, 15:36


Aquitaine’li Eleanor
Fransa’nın ilk Kraliçesi güzelliği ve çekiciliğiyle dikkat çekmesini yanı sıra politika üzerinde oldukça etkiliydi. Oğulları Aslan Yürekli Richard ve John İngiltere’nin güçlü krallarıydı. Aile bağları sayesinde tüm Avrupa’yı kontrol etti.