Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

61

Sunday, 21.02.2016, 03:06


Pandora
Efsaneye göre, Zeus kendinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekaya sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Epimetheus kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir. Zeus, Pandora'ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek benzeri bir kavanoz (yanlış yapılmış bir çeviri sonucu kutu olarak anılmaktadır) hediye eder ama bu kavanoz asla açılmamalıdır. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda kutuyu kapatır bu da insanların içindeki "umut"tur; kötülüğün yayılmamış olması umudu.
Başka bir efsaneye göre de Pandora kutuyu açtığında dünyaya kötülük hakim olur ve Pandora kutuyu kapatırken de kutu Pandora'yı esir alır.
Diğer bir hikâyede ise Haberci Tanrı Hermes Olimposa giderken sırtında çok uzaklara götürmesi gereken sandığı Pandora ve eşine bırakır. Pandora merak eder kutuyu açar, kendine ve eşinin üzerine pişmanlık, kızgınlık, kibir vs. gibi kötü özellikler, yaşadıkları mutlu ormana ve de bütün dünyaya çeşitli kötü özellikler yayılır. Son anda Epimetheus sandığı kapatır. Sandığın içinden bir ses gelir. Sandıktan gelen cılız ses -Lütfen beni çıkarın. Dışardaki kötülüklerle ancak ben başedebilirim- der. Bu sefer Pandora ve eşi birlikte sandığı açarlar. Sandığın dibinde bir kelebek vardır. Sandığın içindeki kelebek tek umuttur.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

62

Sunday, 21.02.2016, 03:09


Yunan mitolojisinin kader tanrıçaları olan Mireler ya da Moiralar (tekil "Mire/ Moira". İngilizce'de Fate ya da Fateler/ Fates diye bilinir), Roma mitolojisinde Parcae (tekil Parca) olarak bilinirken beyaz giysiler içinde bedenselleştirilmişlerdir. Roma mitolojisinde "Merhametliler" diye de bilinirken üç adet tanrıçadan oluşmuşlar ve insanların yazgılarını yöneterek kaderlerine yazılmış olan olayları engelsiz yaşamalarını sağlamak görevi üstlenmişlerdir.

Mireler'den büyük tanrılar bile kaçınamazken (Homeros'a göre Zeus bile), soyut güç olarak kabul edilmişler ve yaratılıştan ebediyete kadar varlıklarını sürdürüleceğine inanılmıştır. Kimi öykülerde tekil kimi öykülerde çoğul olarak bahsedilen Mireler, üç tanrıça olurken bunlar; Yunan mitolojisine göre Lachesis, Clotho, Atropos, Roma mitolojisinde ise Nona, Decima, Morta olarak bilinmektedirler. Lakhesis kişinin geçmişte yaptıklarını temsil ederken, bu yaptıkları o kişinin gelecekte karşılaşacağı nedenleridir. Kaçınılmaz/ amansız anlama gelen Atropos ise kişinin hayatında kaçınılmaz hale gelen sonuçları yaşayacağını temsil ederken ölüm de bu durumun temsili olarak bilinmektedir. Son olarak Klotho, kişinin şimdiki zamanda yaptıklarını temsil ederken "kader ağlarını örüyor" deyimin de karşılığı olarak bilinmektedir (doğum da bu durumun temsilidir).
Her insanın ipliğini çıkrıkla büken Mireler, kişi doğar doğmaz ipliği bükmeye başlarlar ve günün birinde ipi kestiklerinde o kişi ölümünü gerçekleştirmiş olurlar. En yaygın bilinen hikayeleri böyleyken Mireler kişinin yaşam ipliğini doğumdan ölüme kadar kontrol etme görevini üstlenmiş ve hayat ipliği, ömür yumağı gibi deyişlerin de çıkış noktası olmuşlardır.

Ek Not: Ana fotoğraf , Fransız ressam Alfred Agache'nin (1843-1915) 1885 yılında yaptığı Les Parques isimli eseridir. Ve Roma mitolojisindeki Parcae'nin -Yunan mitolojisi Mireler- temsilcisidir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

63

Wednesday, 24.02.2016, 01:24


Amphion

Zeus ile Antiope'nin oğludur.[1] Antiope ikiz çocuklarını doğurunca, amcası Lykos onları Kithairon dadına bırakıp, Antiope'yi de karısı Dirke'ye köle olarak verir. İkizler dağda çobanlar arasında büyür, Amphion'un müziğe yeteneğini fark eden tanrı Apollon (ya da Hermes) ona bir lyra armağan etmişti.[4] Usta bir müzisyen olan Amphion, lir çalarak büyülediği ağır taşlarla Thebai'nin çevresindeki suru ördü.[2]

Amphion'un ikiz kardeşinin adı, Zethos'tur.[1] İlkçağ Hellenlerinin inançlarında incelik-kabalık karşıtlığını simgelerler. Zethos, ne denli dövüşçüyse; Amphion da o denli duygulu ve duyarlıdır.[3] Bu iki kardeş, olgunlaştıklarında annelerini köleleştiren Thebe kralı Lycus ve onun karısı Dirce'e karşı korkunç bir öç alma savaşımına girişmişler ve sonunda Dirce'yi vahşi bir boğanın boynuzuna bağlamak suretiyle ondan intikamlarını almışlardır.[1] Bu olay, söylencelerde şöyle anlatılır:

Günün birinde Dirke'nin yanından kaçan Antiope gelir, dağda oğullarını bulur ve öcünü almaya iter onları. İkizler Thebai'ye dönerler, Lykos'u öldürüp, Dirke'yi azgın bir boğanın boynuzlarına saçlarıyla bağlayarak salıverirler hayvanı. Dirke, kayalar üstünde parçalanıp can verir. Ölüsü bir ırmağa atılır, o ırmağa "Dirke" adı verilmiştir sonradan. Zeus'un buyruğuyla Thebai şehrinin yönetimi bundan sonra Amphion'la Zethos'a geçerİkizler kentin surlarını kurmaya koyulurlar. İkizler birbirlerine hiç benzemiyorlar, sert yaratışlı Zethos avcı ve savaşçı idi, Amphion ise tam tersine yumuşak, sevimli bir sanatçıydı. Surları yaparken Zethos sırtında kocaman kaya parçaları taşıyor, Amphion ise lyra çalıyor, çalgının güzel ve büyüleyici seslerine kendilerini kaptıran taşlar yerlerinden kımıldıyor, istenilen sıraya girip yan yana diziliyorlardı.

Amphion Tantalos'un kızı Niobe ile evlenmiş, Apollon'la Artemis Niobe'nin çocuklarını oklarıyla vururken Amphios'u da küstah bir soy yarattı diye öldürmüşler (Niobe).[4]
Bir diğer anlatımda, ikizleri dağ başına bırakanların Thebai Kralı Lykos'la karısı Dirke olduğu geçmektedir. Antiope'yi köleleştirmişler. İkizler, dağda büyüyüp, sonradan Thebai'ye dönmüş, hem kendi öçlerini hem de analarının öcünü almışlar.

Amphion, Tantalos'un kızı Niobe ile evlenmiş, Apollon'la Artemis, Niobe'nin çocuklarını oklarıyla vururken, Amphion'u da arsız bir soy yarattı diye öldürmüşler.[3]

Kaynaklar

[1] www.itusozluk.com/goster.php/amphion
[2] tr.wikipedia.org/wiki/Antiope_(Amphion'un_annesi)
[3] www.felsefeekibi.com/mitoloji/sozluk_amaltheia_amyzon.html
[4] www.turkforum.net/showthread.php?t=414652

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

64

Wednesday, 24.02.2016, 01:27


Antiope

Hippolyte'nin kız kardeşi. Theseus, Antiope'yi kaçırdı.

Yunanlı kahraman Theseus, Karadeniz kıyılarına gelerek Amazonlar'ın ülkesine uğramıştır. Anadolu'nun bu savaşçı kadınları, onları da konukseverlik duygularıyla karşılamışlardır. Ancak onlar; “Oturduğu çulun ipini kesen” türünden insanlar olduğu için Amazonların en güzeli olan Antiope'yi kaçırmışlardır. Amazonlar, bunu bir namus meselesi olarak görürler ve Yunanistan'a sefer düzenlerler. Atina'yı kuşatarak günlerce savaşırlar. Çok canlar kaybedilir. Üstelik Antiope de kendi yurttaşları Amazonlar'a karşı Theseus'la birlikte savaşmış ve öldürülmüştür. Bu durum onları çok üzmüştür. Ve Savaş yorgunu Amazonlar, sevgiyle ölümü yan yana, iç içe yaşayarak çifte ağızlı baltalarıyla geri dönmüşlerdir.

Antiope (Amphion'un Annesi Olan)

Antiope, eski Yunan mitolojisinde Thebai kralı Nikte'nin kızıdır.

Efsaneye göre, satir kılığına giren tanrı Zeus tarafından baştan çıkarılan Antiope, babasının öfkesinden korkarak Sicilya'ya kaçtı ve sonradan ikisi de Thebai hükümdarı olan ikiz Amphion ve Zethos'u dünyaya getirdi. Usta bir müzisyen olan Amphion, lir çalarak büyülediği ağır taşlarla Thebai'nin çevresindeki suru ördü. Zethos, savaşçılığıyla ün saldı ve Thebai'nin adını aldığı Thebe'yle evlendi.[3]

Bir Diğer Antiope Efsanesi

Göz alıcı cazibesiyle Antiope
Yüreğine yangın olur düşer Zeus'un
Bulutların üstünde yürürken delice
Şimşek gibi çakan bir düşünce
İndirir Zeus'u tanrılık tahtından
Ayinlerin ağır başlı Sytrosu
Tanrı Zeus'un yüzünde ışıldar
Fırat'ın kenarında hayallere dalan
Güzeller güzeli Antiope irkilir
Hisseder yüreğinde aşkın nefesini
Tatlı bir melodi gibi çağlayan
Fırat'ın kollarına atar kendini
Vücudu sırılsıklam ihtiras kokar
Dayanamaz Zeus ıslak ten heyecanına
Sarılır büyük bir tutkuyla
Tatlı su kokan tenine Antiope'un
Yakamozları göz kırparken Fırat'ın
Ay çekilir bulutların arasına
Yeni gün doğar aşıkların gözlerinde
Zeus'tan hatıra taşıyan Antiope
Bırakır kendini serin suların derinliğine

Zaman Fırat gibi akan bir su
Durdurulamaz bir küheylan gibi azgın
Tanrılığını hatırlayan Zeus
Çekilir sessizce göklere yine
Antiope'nin kederli yüzünde iki ben
İhanet tanrısı Zeus'tan yadigar
Tanrıçada olsa yine kadın mahkum
Sadakatsizliğin yarattığı cehennemde
Antiope gözyaşlarıyla doğrulur
Tanrı Zeus'a inat yaşar hem de
Serin nefesinde Fırat'ın
Ölümsüzleşir sonra Zeugma efsanesinde
Gökkuşağını bir gül gibi ellerinde taşıyan
Sikyon Kralı Epopeus'un yüreğinde dirilir

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

65

Wednesday, 24.02.2016, 01:30


Artemis (Diana)

Artemis, Yunan mitolojisine göre Leto ile Zeus kızı, Apollon'un kız kardeşidir.Doğum yerinin Efes olduğu kabul edilir. Adı, Apollon'un adı gibi Yunanca değildir. Dokunulmamış, bozulmamış anlamına gelen "artemes" sıfatından türetilmiş olması mümkündür.

Artemis ok, yay ve arabayla yakından ilgilidir. Onun için "hedefi vuran", "gümüş yaylı" sıfatları da kullanılmıştır. Yayını sadece avlanmak için değil kardeşi Apollon gibi insanları cezalandırmak ve öldürmek, için de kullanır. Örneğin bir kerede 14 çocuk doğurduğunu söyleyerek tanrıçaya nispet yapan Manisalı Niobe'nin çocuklarını oklarıyla öldürmüştür. Çocuk doğururken ölen kadınlardan da Artemis sorumludur. Tanrıça'nın zalimliği ile bir başka hikaye de avcı Aktaion'la ilgilidir; Kentavros Kheiron'un yetiştirmesi Aktaion, öyle yaman bir avcıdır ki, Thebai bölgesinde onun üstüne kimse yoktur. Gurura kapıldığı için Artemis'ten daha üstün bir avcı olduğunu söylemiştir. Bundan başka bir de tanrıçayı derede çıplak yıkanırken gözetlemiştir. Bu küstahlığa dayanamayan Artemis de Aktaion'u geyiğe dönüştürmüş ve 50 köpeğini de üstüne salmıştır. Parçaladıkları geyiğin kendi efendileri olduğunu anlamayan hayvanlar, uluyarak Aktaion'u aramaya koyulmuşlar, sonunda Kheiron da onları avutmak için Aktaion'un heykelini yapmıştır.Bazı efsanelerde Artemis, doğa güçlerini ve özellikle hayvanları elinde tutan Potnia Theron olarak gösterilir. Bazı destanlarda "avcılık" ve "bakirelik" nitelikleri de yer almaktadır. Artemis, Efes Artemis'inde olduğu gibi kişiliğinde dişiliğinin 3 aşamasını; yani kızlık, kadınlık ve analık aşamalarını birleştirir.

Yunan mitolojisinde Apollon, Güneş'le; Artemis de Ay'la bağlantılıdır. Bu nedenle Artemis, Phoibe ve Selene (latince Luna) adlarını da almıştır. Artemis, Olympos tanrılarıyla ilişkisi olmayan ve hiç bir efsaneye karışmayan Efes Artemisi'nin pek çok özelliğini yansıttığı için Anadolulu olarak kabul edilmiştir .Bazı şairler tarafından gökte Selene, yeryüzünde Artemis ve yeraltında karanlığa büründüğü zaman bu güçlere egemen kılan Hekate ile bir tutulur.

Efes Artemisi; Efes, İlkçağın en önemli merkezlerinden biridir. Ününü çok üstün bir uygarlık seviyesine sahip olmasının yanı sıra iki dinin merkezi olmasından da kaynaklanır. Daha sonra Artemis'e dönüşecek olan Anadolu'nun ana tanrıçası Kybele'nin dini ve daha sonra ki Hz. İsa dini. Hıristiyanlığın ilk yıllarında kurulan 7 kiliseden ilki, Efes'te kurulmuştur. Efes'te kazılarda ortaya çıkartılan 3 Artemis heykeli, çok memeli Artemis motifinin kaynağının Efes olduğunu gösterir. Efes'in çok memeli Artemis heykelleri tanrıçanın doğaya hakimiyetini ve her türlü uygarlığın koruyucusu olduğunu simgeler. Heykellerden birinin başında 3 katlı kule biçimli tapınak vardır. Bu, şehirlerin koruyucusu olduğunun sembolüdür. Ensesi, dolunay biçiminde bir diskle çevrilidir. Bu, onun bakireliğinin işaretidir (bozulmamış ay). Alnındaki hilal ise Ay anrıçası olduğunun işaretidir. Diskin iki yanında beşer grifon, yani kartal başlı aslan vardır. Boynuna burç işaretlerinin yer aldığı kalın bir gerdanlık takmıştır. Gerdanlığın altında 4 sıra halinde, sayısı 17 ile 40 arasında değişen memeleri vardır (Polymastos yani çok memeli). Bunlar, tanrıçanın bolluk ve bereket simgeleridir. 6 kat halindeki eteği, dörtgen biçimli plakalara bölünmüştür. Her dörtgenin içinde aslanlar, boğalar, keçiler,grifonlar, sfenksler ve arılar kabartma olarak gösterilmiştir. Bunlar, Artemis'in doğa üstündeki egemenliğinin simgeleri olmalıdır. Efes Artemis heykelinin değişmez kutsal simgelerinden biri de 3 sayısıdır. Bu sayı ile Artemis'in üçlü karakteri dile gelmektedir; bakire, kadın ve anne.

Milattan önce 5. yüzyılda yapılmış olan Efes Artemis Tapınağı, dünyanın yedi harikasından biriydi. İlkçağ'da, Efes'te Artemis kültü son derece güçlüydü. Bu sebeple Efes, Anadolu'da Hıristiyanlığa karşı en büyük direnci gösteren kent olmuştur.Ancak Hıristiyanlık çok köklü bir şekilde yerleşmiştir
.
Efesliler, Hıristiyanlığı Meryem sayesinde benimsemişlerdi. Tanrıça Artemis'in pek çok özelliği, Meryem'e aktarılmıştır. Bu açıdan bakılınca Efes'te, Kybele, Artemis ve Meryem Ana kültleri, hiçbir kesintiye uğramamıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

66

Wednesday, 24.02.2016, 01:31


Artemis ve Büyük Aşkı Orion

Artemis, günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon, kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı; ancak Artemis, onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.Birgün Orion, denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon, kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin?" dedi. Artemis, heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku, tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm, onu çok üzdü. Günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda birgün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldızı olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus da kızının bu arzusunu yerine getirdi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

67

Wednesday, 24.02.2016, 01:35


Daidalos, ustaca işlenmiş ya da işleyen "usta işçi" demektir. Bu isim, Yunan mitolojisi'nde eli her sanata yatkın olan bu kişiye verilmiştir.

Attika ilinin kurucusu Erekhteios'un (bir adı da, başka bir mit'e konu olan Kekrops) torunu, Metion'un oğlu olarak tanıtılmış; Atina doğumlu olmasına karşın, yeğenini öldürdüğü için Girit'e sürülmüştür.

Atina'da atölyesinde Talos adlı yeğeni ile birlikte çalışmaktaydı. Ancak Talos, çok yetenekli bir gençti ve ustası Daidalos'u bile geride bırakacak kadar çalışkandı. İşte Talos'un birgün ölü bir yılanın dişlerini kullanarak testereyi ve pergeli icat etmesi, ustası Daidalos'u çok kıskandırmış ve çırağını Akropol'den aşağı atarak öldürmesine neden olmuştur. Yeteneklerin koruyucusu Athena, Talos'u havada yakalayarak kuş haline dönüştürmüştür.

Daha sonra bu cinayet ortaya çıkar ve Daidalos, Girit kralı Minos'a sığınır. Minos, ondan kızı Ariane için bir dans yeri inşa etmesini ister. Orada bir saray cariyesinden oğlu İkaros dünyaya gelir.Girit'te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için Poseidon'dan ona kurban edeceği bir boğayı denizden çıkartıp vermesini ister. Ama hayvan, Minos'a o kadar güzel görünür ki onu kurban etmeye kıyamaz ve saklar. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon, bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos'un karısı Pasiphae'de boğaya karşı bir aşk uyandırır.

Pasiphae, Daidalos'tan boğayla çiftleşebileceği bir düzenek oluşturmasını ister. Daidalos, Pasiphae'nin içine girebileceği tahtadan bir inek yapar ve çiftleşmelerini sağlar. Pasiphae'nin boğayla çiftleşmesinden boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli "Minotor" doğar.

Minotor, Daidalos'un yaptığı, "Labyrinthos" adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır. Minotor, insan etiyle beslenmektedir. Bunun için, Atinalılara karşı savaş kazanmış olan Minos, onlardan, haraç olarak, her yıl Minotor'un yemi için 7 genç erkek ve 7 de genç kız ister.Üçüncü haraç yılı geldiğinde, Theseus, Minotor'u öldürmek için Girit'e giden gemiye biner. Labyrintos'a sokulacak kafile halkın gözü önünden geçirilirken, kralın kızlarından Ariadne, Theseus'u görür görmez ona âşık olur. Daidalos'un öğüdüyle Theseus'a bir yumak iplik verir. İpliğin ucunu girişe bağlamasını, böylece dönerken ipi takip edip çıkışı bulabileceğini söyler. Ariadne, Theseus'un kendisiyle evleneceğine dair bir de söz alır.

Daidalos, İkaros, IcarosTheseus, uykuda yakaladığı Minotor'u kıpırdamaz halde yere bastırıp yumrukları ile öldürür. Minos, bunu sineye çekemez ve Daidalos'u oğlu İkaros'la birlikte labirente kapatır. Daidalos, burada oğlu İkaros ile beraber bir süre hapis kalır. Daha sonra, aklına balmumu ve tüylerden, tıpkı kazlarınki gibi bir kanat yapıp havalanmak gelir. Planını uygular. Bununla beraber kendisinin ve oğlu İkaros'un birer balmumundan kanatları olur. Onlar havalanarak labirentten çıkmayı başarırlar.

Daidalos, oğlu İkaros'a uçarken çok alçalırsa denize düşeceğini, çok yükselirse de güneşin tüyleri birbirine bağlayan balmumlarını eriteceğini tembihler. Ancak uçmanın cazibesine iyice kapılan İkaros, babasının uyarılarına kulak asmaz, bu uyarılara uygun davranmaz ve yükseldikçe yükselir. Ancak Güneş (Helios), balmumlarını eritir ve İkaros, artık uçamayarak uçtukları alanın hemen altında bulunan denize düşer ve ardından da boğularak ölür. Bugün, o alana (Sisam Adası çevresi) İkaros Denizi (Ege Denizi) adı veriliyor.

İkaros, dünyada ilk uçan insan olarak ün kazanmıştır. (İllias'ta demirci tanrı Hephaistos, Akhilleus'a kalkan yaparken, Daidalos'un Kral Minos'un kızı Ariadne için yaptığı dans alanını da işlediği anlatılır. XVIII. Bölüm)

Yalnız kalan baba, çaresiz, meyus, mükedder yoluna devam eder; Sicilya'da Camicus (şimdiki “Camiso”) kasabasına ulaşır. Oranın Kralı Cocalus (Kokalos) tarafından itibarla ağırlanır. Minos, bu kaçışa çılgın gibi öfkelenmiştir; mimarı tekrar ele geçirmek için şeytanca bir plan yapar. Çok dolambaçlı, helezonî bir içyapısı olan deniz salyangozu kabuğundan iplik geçirecek kişiye büyük bir ödül vereceğini ilân eder. Bu duyuru, tüm yakın,-uzak ada kentlerine iletilir. Sicilya'ya da gelen bu haber üzerine, böyle hünerlere sahip Daidalos, Sicilya kralına bunu yapabileceğini söyler.

Daidalos, kabuğun kapalı ucuna bir delik açar; bir karıncayı ipliğe bağlayarak, kabuğun içindeki sarmala bırakır. Karınca, iplikle birlikte sarmalın öbür ucundan çıkınca, bu çetin işi de başarı ile halletmiş olur. Olay, Minos'a iletildiği zaman, Minos: “Tamam, bu Daidalos'tan başkasının marifeti olamaz!” der ve hemen askerleri ile Sicilya'ya mimarı yakalamaya gelir. Cocalos, onu da nezaketle karşılar; ama kendisine sığınmış konuk olarak bulunan Daidalos'u teslim etmeyi reddeder. Minos, savaş tehdidi savurunca, alttan alarak onu oyalar; sarayında misafir edeceğini söyleyerek; hazırladığı bir şölene katılması için banyo almasını önerir. Cocalus'un kızları, Minos'u banyoda kızgın sularla haşlayarak öldürürler.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

68

Wednesday, 24.02.2016, 01:39


Dionysos (Bakkhos)

Dionysos, Olympos'a giren tanrıların en sonuncusudur. Dionysos, Yunan mitolojisine dışarıdan gelen bir tanrıdır. Yunanistan'da başlangıçta bu tanrıya karşı büyük bir tepki olduğu bu konudaki efsanelerden açıkça anlaşılmaktadır. Ancak daha sonra kabul görerek en önemli tanrılardan biri olmuştur. Roma'da eski İtalik tanrı Liber Pater'le özdeşleştirilmiş olan, aslında klasik dönemin bağ, şarap ve mistik vecd tanrısıdır. Homeros onu tanrı olarak kabul etmemiştir. Buna karşın Hesiodos'ta bir tanrı olarak karşımıza çıkar. Dionysos'la ilgili asıl bilgiler, MÖ 5. yüzyılda yaşayan ünlü yazar Euripides'in "Bakkha'lar" adlı tragedyasından edinilmektedir.

Dionysos, Yunan tanrıları içinde en fazla sayıda ada sahip olanıdır. Bakkhos, Bromios, Euhios, Dithyrambos, İakkhos ve İobakkhos gibi çeşitli isimlerle çağrılır. Dionysos'un bütün isimleri anlamlıdır. Ancak bir bölümünün etimolojileri konusunda ortak bir sonuca ulaşılamamıştır, bir kısmı ise birden fazla anlama sahiptir.
Mitolojiye göre Dionysos, Semele (Kadmos ile Harmonia'nın kızı) ile Zeus'un oğludur. Semele, Zeus'un aşık olduğu kadınların en talihsizidir. Tanrı Zeus, Semele'ye öylesine tutulur ki onun her isteğini yerine getireceğine kutsal ırmak Styks üstüne yemin eder. Bu ilişkiyi haber alan Hera, Semele'nin dadısı kılığına girerek onu, Zeus'u gök tanrısı sıfatıyla görmesi konusunda ikna eder. Ettiği yemin üzerine Zeus, yıldırım ve şimşekleriyle görünür ve Semele yakıcı ışık ve ısıya dayanamayarak ölür. Semele'nin karnındaki yedi aylık bebeği alan Zeus, onu baldırında büyütmüş, zamanını tamamlayıp doğunca Hermes'e vermiştir. Hermes, küçük Dionysos'u büyütmeleri için Orkhomenos Kralı Anthamas ile Semele'nin kız kardeşi olan ikinci karısı Ino'ya vermiştir. Hermes bebek Dionysos'un, Hera'nın hışmına uğramaması için kız giysileri giydirilmesini söylemiştir. Ne var ki Hera bu oyuna gelmemiş ve Ino ve Anthamas'ı delirtmiştir. Daha sonra Hermes, Dionysos'u Nysa vadisindeki nymphelere bakmaları için götürmüştür. Hera'nın zarar vermesini engellemek için Zeus, Dionysos'u bir oğlağa dönüştürmüştür. Bu olay Dionysos'un ritüel sıfatı olan "oğlak" sıfatını açıklamakta ve Nysa adıyla da, Dionysos adının yaklaşık bir etimolojisini vermektedir.

Dionysos'un doğuş efsanesinin geçtiği yer bazı hikayelerde Thebai'dır. Dionysos ismi bu sebepten dolayı "iki kere doğan" anlamına gelmektedir. Ancak Euripides'in efsanesinde Dionysos'un asıl kaynağı ayrıntılı olarak işlenmiştir. Dionysos bir Lidya-Frigya tanrısıdır. Bakkhalar korosunun ilk sözü olan "Ben Lidya'nın altın ovalarından geliyorum, vatanım Lidya'dır" deyimi tanrının kendini tanıtmasına da uygundur

Dionysos, kılığı, kıyafeti ve karakteri ile de bölgenin özelliklerini taşır. Bu nedenle Pentheus, kadınca gördüğü Dionysos'un tutumunu yadırgayarak şöyle der; "Yabancı bir sihirbazdan bahsediyorlar, Lidya'dan gelmiş. Kokulu saçları, sarı perçemleri, mor yanakları varmış, siyah gözlerinde Aprodite'nin sihri parlıyormuş". Yine aynı tragedyada davul, dümbelek, tef ve flütün Manisa-Sardes yöresindeki Dionysos törenleri sırasında kullanılan Anadolu kaynaklı sazlar olduğu anlaşılmaktadır. Dionysos dininin özünde bulunan vecd, kendinden geçme, coşku, taşkınlık Kybele törenlerinde de karışımıza çıkmaktadır. Bu Dionysos'un Anadolu kaynaklı bir tanrı olduğunun en önemli kanıtıdır.

Yunan mitolojisinde Dionysos, nympheler tarafından büyütüldükten sonra Hindistan ve Arabistan yarımadası olmak üzere pek çok uzak ülkeye gitmiş ve buralarda bulduğu asma dalını gittiği her yere taşıyarak insanlara şarap yapmasını, kendisine tapınılmasını öğretmiştir. Halikarnas Balıkçısına göre Dionysos'un asma için bu kadar uzaklara gitmesine gerek yoktur. Yabani üzüm asmaları, yalnızca Güney Anadolu ve Kuzey Suriye'de yetişmektedir. Asma buradan Anadolu göçmenleri tarafından Yunanistan, İtalya, Güney Fransa ve İspanya'ya taşınmıştır. Balıkçı'ya göre Bakkhos (Dionysos) yalnızca şarap tanrısı değildir. İvriz'deki Hitit kabartmasında Bakkhos bir elinde üzüm salkımı, diğer elinde arpa yada buğday başağı tutmaktadır. Çünkü insanoğlu şaraptan önce bira yapımının sırrını bulmuştur.Bakkhalar; Tanrı Dionysos-Bakkhos'un dinsel törenlerini kutlayan kadınlar alayı. Çıplak bedenlerini nebris denilen benekli ceylan postlarıyla örter, başlarını sarmaşık çelenkleriyle süslerlerdi. Ellerinde, ucunda bir çam kozalağı bulunan (thyrsos) sarmaşık ve asma yaprakları sarılı değnekler ve Promethus'un Olympos'ran ateşi çalarken kullandığı dalları taşırlar. Geceleri ormanların karanlık köşelerinde, dağlarda koşarak kendilerinden geçerler, bu sırada doğayla birleşip üstün bir güç haline gelerek önlerine çıkan vahşi hayvanları parçalarlar. Bu kadınlara vecd (olgun ermişlik) anlarında Thyas, çılgınca kendilerinden geçtikleri anlarda Mainas denir. Tapınakları yoktur, yumuşak serin çimenlerde yatar, açık havada gökyüzüne doğru tapınırlardı. Sonra Dionysos'un verdiği otları, böğürtlenleri yer, yaban keçisinin sütünü içer, kanlı avlara çıkarlardı. Bakkhaların bu çılgınca tavırları Kybele törenlerinde kendini hadım eden Pessinus rehiplerinin tutumunu çağrıştırır.
Yunan mitolojisinde Dionysos efsanesi şöyle devam eder; uzak ülkelerden dönen Dionysos sonunda kendi kültünü yerleştirmek için Thebai'a gelir. Yanında ellerinde sarmaşıklarla, şarkı söyleyen kadınlar vardır. Pentheus gelenleri görür ama yanlarındakinin Dionysos olduğunu bilmez. şehrin orta yerinde bağırıp, çağırıp şarkı söyleyen bu kalabalığı sevmez, nöbetçileri çağırarak hepsini yakalatmak ister. Ama askerlerden biri onun Semele'nin oğlu Dionysos olduğunu ve Demeter'le birlikte yeryüzünde insanları koruduğunu söyler. Ancak Pentheus onu dinlemez ve Dionysos'u yakalatarak şehre getirir. Ancak Bakkhalar dağlara kaçmışlardır. Dionysos, Pentheus'a kendisini yakalayıp zindana kapatamayacağını; zira bir tanrı olduğunu söylemesine rağmen Pentheus onu iki kez bir hücreye atmaya çalışmıştır. İkisinde de Dionysos oradan çıktı. Pentheus'a çok kızarak Bakkhalar'ın peşine düşmüştür. Onları bulduğu zaman, kendi annesi ve kız kardeşleri olmak üzere pek çok Thebai kadınının Bakkhalar'ın yanında olduğunu görür. İşte o zaman Dionysos kutsal gücünü kullanarak bütün kadınları çıldırttır. Çıldıran kadınlar Pentheus'u yabani bir dağ aslanı zannederek üzerine atlayıp parçaladılar. Onu öldürenler arasında kendi annesi de vardır. Thebai kralı Pentheus, Dionysos'un tanrı olduğunu ancak ölürken anlamıştır. Dionysos bir süre sonra kadınların akıllarını başlarına getirmiştir. Pentheus'un annesi ve Thebai'lı kadınlar yaptıklarını anlayıp çok üzülmüşlerdir.

Şarap tanrısı Dionysos, iyi yürekli ve yumuşak başlıydı fakat bazen çok kötü de olabiliyordu. Dionysos tapınımı, birbirine karşı bu iki davranışın ortasında gelişmiştir. Kendisine tapanlara sevinç ve özgürlük verebildiği gibi yabanıl yıkımı da getirebiliyordu. Çünkü şarap iyi olduğu kadar kötüdür de. İnsanların içini ısıtır, onları neşelendirir ama çok içilirse sarhoş eder. Yunanlılar şarabın bu iki özelliğini bildikleri için Dionysos'a yalnız iyilikler değil, kötülükler de yaptırmışlardır. Ama yine de şarabı her zaman sevmişlerdir.

Dionysos'un bütün hastalıkları iyileştiren bir kadehi (kantharos) vardı. O kadehten içki içen korkuyu unutur, cesaretlenirdi. İnsanlar bundan dolayı şarap tanrısını diğer tanrılardan daha çok sevmişlerdir. Ama ona tapanlar arasında hiç şarap içmeyenler de vardı. Çünkü Dionysos yalnız içki yoluyla değil esin yoluyla da özgürleşmeyi kabul ederdi.

Dionysos törenleri, insanlara yalnız mutluluk içinde yaşamayı değil iyi bir umutla ölmeyi de öğretmiştir. Yunanistan'da hiçbir bayram ve törenle karşılaştırılmayacak olan bu şölenler asmalar yeşermeye yüz tutunca başlar ve beş gün sürerdi. Bir barış ve kardeşlik havası eser, tutsaklar salıverilirdi. Halk açık havada, bir tiyatroda toplanır, oynanan oyunları izlerdi. şairler, oyuncular ve şarkıcılara tanrının uşağı gözünde bakılırdı. Dionysos'un rahibi de tanrı adına bu şenliklere katılırdı.

Dionysos tiyatrosunda komediler de oynanırdı ama trajediler daha fazlaydı. Mitolojideki her olay gibi bu da bir nedene dayanmaktadır. Dionysos da Demeter gibi aslında acı çeken bir ölümsüzdü, ancak acısı doğrudan kendinden kaynaklanmaktaydı. Asma, meyve veren diğer ağaçlardan çok farklıdır; hepsinden daha çok budanır, kışın yapraksız, çıplak ve eğri büğrüdür. Kışın gelişiyle Dionysos Persephone gibi ölürdü. Ama onunki çok daha korkunç bir ölümdü. Bazı öykülere göre Hera'nın, bazı öykülere göre de Titanların buyruğuyla paramparça edilirdi. Aylar geçer yeniden canlanır ve yeniden ölürdü. Tiyatrosunda onun yeniden hayata dönüşünü kutlarken öleceğini de unutmazlar, o yüzden tragedyalar oynarlardı. Dionysos trajik yanları olan bir tanrıdır. Dionysos bu yanıyla bir taraftan da ölümün son olmadığını gösterirdi. Ona inananlar ölümün ötesinde bir hayatın olduğunu bilirlerdi. şarap tanrısı dirilen bir ölü değil, ölen bir diriydi.

Dionysos her bakımdan doğaya yöneliktir. Ancak simgelediği asıl güç doğanın kendisi değil, insanla doğa arasındaki bir ilişki, insanı doğanın sırlarına erdiren büyülü bir güçtür. Doğa sırlarına ve gücüne ermek, yani tanrılaşmak insanoğlunun ulaşmayı istediği bir aşamadır. Dionysos bu aşamaya ulaşmanın yolunu herkese açar. Bu yol, şarap ve sarhoşluktur. İnsan yaratıcılığının kökeninde bulunan gücü, şarabı elde ettikten sonra kazanmıştır.

Dionysos bu nitelikleriyle Yunan yazınının en önemli kolu olan tragedyayı doğurmuştur. Özellikle V. yy. sonlarında Yunanistan'da son derece yaygınlaşmıştır. Hıristiyanlığın bu bölgelerde hızla yayılmasında bu dinin önemli katkısı olmuştur. Dionysos'un mistik akımlar ve tarikatlar üzerindeki etkisi Anadolu'da da açık bir şekilde hissedilir. Bektaşiliğin ve günümüze dek önemini yitirmeyen başka tarikatların kaynağında Dionysos dininin bulunduğu artık herkesçe kabul görmektedir.

Dionysos tasvirlerinde çoğu kez genç bir adam olarak gösterilir. Kabarık, dalgalı saçları arasında üzüm ve asma yapraklarından oluşan bir çelenk, elinde kantharos vardır. Diğer elinde ise ucu çam kozalağı ile sonuçlanan, üzerine sarmaşıklar sarılı thyrsos tutmaktadır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

69

Wednesday, 24.02.2016, 01:40


Körler ülkesinin karşısına kurulan kent İstanbul

Kentin kuruluşu üzerine rivayet muhtelif. En ünlüsü ve bilineni Megaralı göçmenlerinin yolculuğu. Bir de Evliya Çelebi'nin anlattığı var ki tadına doyum olmuyor...

Efsaneye göre Koressa'nın oğlu Yunanistan'ın Megara kentinden genç Byzas yandaşlarıyla birlikte bölgedeki baskılardan kurtulmak yeni bir kent kurmak ve özgürlüğünü ilan etmek için yola çıktı. Her şey iyiydi de kent nerede kurulacaktı? O çağda bilinmeyenleri bilinir kılan birisine Delfoi kentindeki kâhine danıştı genç adam. Delfoi kâhini gideceği yeri tarif etti;

"Kentini kuracağın yer körler ülkesinin tam karşısında olacak." Byzas yola çıktı aradı taradı körler ülkesi diye bir yer yoktu. Sonunda mola verdikleri bir deniz kıyısında karşı sahile baktı ve bağırdı: "Bu insanlar kör mü burası varken orada oturulur mu?". Delfoi kâhinini hatırladı

genç adam; "Körler ülkesinin karşısında kuracaksın kentini." Körler ülkesi günümüzün Kadıköy'üdür! İstanbul'dan çok yıllar önce kurulmuştur "Khalkedonia" yani Kadıköy. Byzas; ordusuyla gelip

soluklanmak için durduğu şimdiki Sarayburnu'nda manzaranın muhteşem görüntüsünden adeta büyülenmişti. Khalkedonia'nın neden "Körler Ülkesi" tanımlamasını hak ettiğini anlamıştı artık. Çünkü böyle cennet benzeri bir yer dururken tam karşıda ve korumasız bir yerde kent kuranlar ancak kör olabilirlerdi! Ol hikâye böyle. Temelleri Sarayburnu sırtlarında atılan kente kurucusunun adı olan Byzas'tan dolayı "Byzas'ın kenti" anlamında "Byzantion" dendi...

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

70

Wednesday, 24.02.2016, 01:41


Ayasofya Efsanesi:

Bizanslıların ve Türklerin en büyük mabedi olmuş Ayasofya hakkında inşa yıllarından başlayarak birçok efsaneler söylenmiştir

Akşemseddin'in ilk tefsir dersini verdiği pencere soğuk pencere ismiyle anılmaktadır. Bu pencereden esen serin rüzgarın ilahiyet tahsil edecek talebeye zihin açıklığı verdiği inancı beslenirdi.

Ayasofya'nın güney tarafındaki delhizlerde bulunan oyuk bir taş Hz. İsa'nın beşiği olarak gösterilmekte idi. Kadınlar yeni doğmuş rahatsız çocuklarını bu beşiğe koysalar sıhhat bulacaklarına inanılmıştı.

Müslamanların inanışlarına göre Hızır Ayasofya'da top kandilin altında namaz kılardı. 40 sabah aynı yende namaz kılanların Hızır'a rastlamaları mümkündü.

Hızır genelllikle bir derviş kılığında görünürdü. Eğer o anda tanınır ve eline sarılırsa dilenilen şey olurdu. Ayasofya'nın kubbesindeki 4 melek tasviri de birer tılsım sayılırdı.

Bunlardan biri de Cebrail sureti kanat takıp sayha vurursa (bağırsa) doğu semti ganimet olur derlerdi. İsrafil sureti sayha vursa batıda kıtlığa dalalet eylerdi.

Mikail seslense kuzey tarafında bir asi ortaya çıkardı. Azrail seslense cemi alemde taun (veba) başgösterirdi diye itikad edilmişti.

Caminin 361 kapısı vardır. Ama yüzü büyük kapıdır ve cümlesi tılsımlıdır. Defalarca saysak bir kapı daha meydana çıkar ona dahi nişan koysak görmediğimiz bir kapı zahir olur '(görünür) tuhaf hikmettir.

Orta cümle kapısı üzerinde sarı piniç tabuta benzer bir uzun sanduka vardır. İçinde Kraliçe Sofya'nın naaşı mumya olarak defnolunmuştur.

Nice kimseler bu sandukaya dokunmaya cür'et ettiklerinde caminin içinde büyük bir deprem ve velvele peyda olduğundan vazgeçmeye mecbur kalmışlardır.

Bunun üstünde "amud-u sagirmlerin (küçük direklerin) takı üzere bir mermer kitabe içinde Kud-sü Şerif'in eski kıblesi tavsvir olunmuştur. İçi türlü cevherlerle süslenmiştir. Bu dahi tılsımdır. Kimse dokunmaya cesaret edemez.

Ayasofya mevcut 11 kuyudan biri bileziğinden ötürü Hz. İsa'ya izale edilmektedir. Yukarı mahfilin doğu tarafında mermere döşeme üzerinde yazılı bir taş vardır.

Taşın üstünde 1205 Haziran'ın 1'inde ölen Ehlisalib reisi Hanri Dandalo ismi yazılıdır. Dandalo buraya gömülmüştü.

Lahid içinde bulunan zırhı ve arması Fatih tarafından ressam Bellini'ye hediye olunmuştur.

Evliya Çelebi unutkanlık hastalığına tutunanların Ayasofya kubbesi ortasındaki altın top altında yedi kere sabah namazı kılıp dua etmeleri ve her vakitte yedişer siyah üzüm yemeleriyle dertlerinin iyileşeceğini yazmaktadır.

Ayasofya'nın geride cümle kapılarının batı tarafı nihayetindeki dreklerden biri Terler Direk ismiyle anılmaktadır.

Bu rutubetli sütun önünden asırlarca binlerce insan geçmiş ve türlü dertlere şifa ümidiyle uzattıkları parmaklarıyla sütunda derin bir çukurr bırakmışlardır.

Kıble kapısının kanatları Nuh Peyamber'in gemisinin tahtasından yapılmıştır diye efsane vardır.

Tacirlerin kaptanların o kapının önünde namaz kılıp ellerini kapının tahtasına sürmeleri ve Nuh peygamber ruhuna bir fatiha okuyup sefere çıkmaları uğurlu sayılırdı.

Yürek oynamasına ve nefes darlığına uğrayanların Ayasofya içindeki kuyunun suyundan sabah erkenden aç karnına üç kere içerlerse iyileşeceklerine inanılırdı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

71

Wednesday, 24.02.2016, 01:44


Kız kulesi: Aşk kulesi

Kızkulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius`un kaydettiği bir aşk hikayesidir. Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye Hero`nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero Afrodit`in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır.

Yıllar sonra Afrodit`in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç Leandros`un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros`un yüzerek kuleye geldigi fırtınalı bir günde Hero`nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi`nden boğazın sularına bırakır. Kavuşamayan aşıklara atfen anlatılan bu hikayeden başka bir de; Kleopatra`nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılan hikayesi vardır. Kehanete göre kralın birine çok sevdiği kızı onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak ölecegi söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. Kral kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya`nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır. En son anlatılan hikaye ise Osmanlı Dönemi ile ilgilidir. Battal Gazi`nin askerleri ile Kızkulesi`ne baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru`nun kızını kaçırdığı ile ilgili hikayedir. Battal Gazi tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar`dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır. Çokça bilinen "Atı alan Üsküdar`ı geçti" lafı bu hikayeden gelir. Bu hikayeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir. Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız-Kulesi ismini vermişlerdir. Antikçağ`da Arkla (küçük kale) ve Damialis (dana yavrusu) adları ile anılan kule bir ara da Tour Leandros ismi ile ün yapmıştır.Şimdi ise "Kızkulesi" ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

72

Wednesday, 24.02.2016, 01:47


Kız kulesini bilirsiniz şu koca boğazın ortasında yalnız başına,bütün zarafeti,afeti ve güzelliği ile insanı büyüleyen yüzyıllardır var olan şaheser. Güzelliği ve aşklara konu olan efsaneleri ile dillere destandır Kız kulesi ama yapayalnızdır Var olmuş nice aşklar görmüştür ama kendi hep yalnız kalmıştır yıllarca.Bu yalnızlık onu denizin karanlıklarını görmeye itmiş,ruhunu karartmıştır.Artık ne eski ışıltısı vardır nede denizlerin dalga seslerine,martılara eşlik eden neşesi.
Bütün bu yalnızlığı ile sıkılırken, Cenovalı'lar İstanbul'a geldiklerinde surlarının başkulesi olarak kurarlar Galata Kulesi'ni. Bıçkın, yağız bir delikanlı gibidir. En son tepesine külahı da takılınca olanca görkemiyle okadar yakışıklı olmuştur ki herkes etrafında pervanedir.
Galata kulesi İstanbul’un her bir köşesine hakim ve kudretli duruşuyla öyle yakışıklı gözüküyormuş ki Kız kulesinin ona vurulmaması imkansızmış. Galata kulesi de ilk gördüğü gün aşık olmuş denizin ortasında duran bu nazlı kıza.

İki aşık yıllarca bakmışlar birbirlerinin güzelliğine ama nasıl kavuşur nasıl dile getirirlermiş ki aşklarını,arada koca bir deniz varmış.Kız kulesi aşık olduğu heybetli yakışıklıya hislerini anlatamadığı için günden güne daha bir solgunlaşıyormuş,üstelik onun hislerini de merak ediyormuş,ya o sevmezse beni diye kahrından deli oluyormuş.Galata kulesi de aynı merak ve endişe ile büyütüyormuş her geçen gün ona olan aşkını…
Galata kulesi dayanamazmış sevdiğini bu halde görmeye ve bir gün ulaştırırım nasıl olsa diye anlatırmış ona hissettiklerini,yazarmış sayfalarca şiirlere,mektuplara…Yazarmış yazmasına ama ne sesini ne de yazdıklarını hiç iletememiş sevdiğine…Düşünüp dururmuş,nasıl ulaştırabilirmiş ki bu sayfaları aşkına…

Galata kulesi kara kara düşünürken Hezarfen Ahmet Çelebi çıkıvermiş bir gün tepesine ve galata kulesinden Üsküdar’a uçacağını anlatmış bu kudretli kuleye.Galata kulesi yalvaran sözcüklerle rica etmiş Hezarfen Ahmet Çelebiden,Kız kulesine yazdığı mektupları şiirleri ulaştırmasını.Galata kulesinin aşkının gücüne dayanamayan Hazerfan Ahmet bu istediği kabul etmiş.Almış mektupları koynuna ve bırakmış kendini koca kuleden boğaza doğru.Ama çılgın esen rüzgar ile bir oyana bir buyana savrulurken denize düşürmüş mektupları,Kız kulesi merakla izlerken bu çılgın adamı savurduğu kağıtları Galata kulesinin yolladığını hissetmiş ve martılarla şarkılar söyleyerek keyiflenmiş.
Olan biteni uzaklardan çaresiz izleyen Galata kulesi ise üzüntüden ne yapacağını şaşırmış.Ama görmüş ki dalgalar yardım ediyor aşkına ve mektuplarının tek tek bırakıyor Kız kulesinin kucağına…
Kız kulesi yalnızlıktan kurtulmanın,aşkına karşılık bulmanın sevinçi ile içine güneş gibi doğan bu haşmetli kulenin karşısında günden güne güzelleşiyor ışıl ışıl parlıyormuş.
Aşkının karşılıksız olmadığını gören Galata kulesi de yıllara rağmen daha bir kudretli daha bir sağlam süzüyormuş sevdiğini…

İşte bu aşk yüzünden ikisi de yıllardır güzellikleriyle büyülüyor insanlığı.
Aşk sadece insanlar arasında,insanlarda olabilen bir duygu değildir demek ki,önemli olan Aşka aşık olmayı bilmek…
Ve Galata kulesinin Kız kulesine olan aşkı gibi sonsuzca ve tertemiz sahip çıkabilmek Aşka…

Iste böyle her aksam Galata dan Kiz Kulesine selam tasir martilar… Kiz kulesi hiç bilmese de, hiç anlamasada…

ALINTI

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

73

Wednesday, 24.02.2016, 01:50


Beyaz Yılan Efsanesi – Çin


Beyaz Yılan Hanım (sözlük anlamıyla: Beyaz Yılan Efsanesi), herhangi bir yazılı formu ortaya çıkmadan önce, sözel gelenekte yer edinmiş bir Çin efsanesidir. Bugüne kadar Çin kültüründe defalarca, farklı şekiller ele alınmış, opera, film ve TV dizilerinin konusu olmuştur. Feng Menglong’un, Ming Hanedanlığı dönemindeki Jing Shi Tong Yan isimli eserinde yer alan “Leifeng Pagodası’nda Sonsuza kadar Hapsolmuş Beyaz Yılan Hanım” hikâyenin kurgulanışının ilk örneği gibi gözükmektedir.


Temelde hikâyenin konusu, bir hanım ile genç bir alimin birbirlerine olan aşkıdır; fakat alim kadının aslında bir insan değil de insan formundaki beyaz bir yılan ruhu olduğunu bilmemektedir. Alimin ruhunu kurtarmak için araya giren bir Taoizm rahibi, yılanı Leifeng Pagodası’ndaki derin bir kuyuya atar. Hikâyeye farklı versiyonlarda başka kahramanlar da dahil olur, sevgililerin sonu farklı sürümlerde farklıdır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

74

Wednesday, 24.02.2016, 01:53

Dioskurlar

Kelime anlamı, "Zeus'un delikanlıları"dır. Bu isim Leda'nın oğulları Kastor ile Polydeukes'e verilir. Leda'ya aşık olan Zeus, kadına bir kuğu şeklinde yanaşmış; Leda, aynı gece kocası Tyndaros'la da yatmıştır. Leda, daha sonra bir yumurta yumurtlamış ve bu yumurtadan iki çift (ikiz) çocuk çıkmıştır.Çocuklardan Helena ile Polydeukes, Zeus'a; Kastor'la Klytaimestra, Tyndaros'a aittir. Zeus'un oğlu ile Tyndaros'un oğlu birbirinden hiç ayrılmamış, kardeşlik ve dostluğun simgesi olmuşlardır. Dioskurlar, pek çok efsanede omuz omza çarpışan kahramanlar olarak geçer. Ancak daha önce başlarına gelen talihsiz bir oyunda öldükleri için Troya Savaşı'na katılamamışlardır. Avrupalı ressamlara sık sık konu olan bu trajik olay, şöyledir; Dioskurlar, Likyalı kahraman Leukippos'un iki kızına aşık olup, kızları (Phoibe ve Hilaria) kaçırırlar. Ancak kızların nişanlıları (aynı zamanda amca oğulları), peşlerine düşerler. Çıkan kavgada Kastor, ölür; ölümsüz olan Polydeukes ise kurtulur. Tanrı Zeus, birbirini seven bu iki kardeşi ayırmamak için onları gökyüzüne, yıldızların arasına yerleştirir. Dioskurlar, aynı zamanda ikizler burcunun temsilcisidir

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

75

Wednesday, 24.02.2016, 01:59

MISIR PİRAMİTLERİ


Binlerce yil önce yapılan piramitlerde bugün bile hala binlerce sır yatmaktadır.O tarihlerde piramitleri yapan insanlar herhalde metre kavramını bilmiyorlardı.Ve bütün bunları göz kararıyla yapmalarda imkansız.Bugün bile çok düzenli bir şekilde yapılan gökdelenlerde çok hafif bir sapma söz konusu olabiliyor.Peki o zamanlar bunları yapan insanlar ölçüm için ne kullandılar.Saniye mi?Arsin birimi mi?Mısır endazesi mi?Bilemiyoruz.Şimdi bu piramitlerde, özellikle Gize bölgesindeki büyük piramidin çeşitli oranlarda ölçümlerine bir bakalım.Bunlarin hepsi bir rastlantı mi?Olabilir.Ama bu kadar çok rastlantıda insani düşündürüyor!
Piramitlerin Gizemi

Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmaktadır.

Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)
Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.

Piramitlerin içerisinde ultra pound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.

Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit’in içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.

Piramit’in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.


Bitkiler Piramit’in içinde daha hızlı büyürler.

Piramit’in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit içinde mumyalaşır.
Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit’in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.

Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.

Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur.

Büyük Piramitin açıları,Nil’in delta yöresini iki eşit parçaya bölerler.

Giz’deki üç piramit aralarında bir Pitagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir.Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5′dır.

Büyük Piramit'in tabicinin yüzeyi,anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde edilir.
Büyük Piramit'in dört yüzeyinin toplam yüzölçümü,piramit yüksekliğinin karesine eşittir.

Büyük Piramit,dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alıyor.

Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.

Piramit dev bir güneş saatidir.Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler.Piramit'i çeviren tas levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir.Bu gölgelerin tas levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.
Büyük Piramit’le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık,Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.
Gözde’den geçen boylam,dünyanın denizleriyle anakaralarını iki esit parçaya böler.Bu boylam ayrıca,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.

Büyük piramit'in tepesi Kuzey kutbunu,çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil eder.Ve iki uzunluk ayni mikyasa uygunluk gösterir.

Gize piramitleri tahmini olarak M.Ö 3000 yıllarında eski krallık döneminde yapıldığı zannedilmekte. Bunlar; Keops, Kefren ve Mikerinos piramitleridir ve isimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmıştır.

Kefren Piramidi Gize piramitleri dünyanın en büyük piramitlerdir. Bunlarla birlikte ve Mısır’da yüzlerce irili ufaklı piramit mevcuttur. Gize piramitlerini diğerlerinden ayıran farkların başında içlerinde yazı bulunmaması ve nasıl yapıldıklarının hala çözüme ulaşmamış olmasıdır.
Keops’un oğlu Kefren için yapılmış piramit 136 metre yüksekliğe sahip.

Kefren piramidinin dış yüzeyinde yer alan kaplamalar bugün sadece tepesinde görülebilmekte.
Gize piramitlerinden İçi ziyaret edilebilen tek piramit olan Kefren piramidinin mezar odası.Piramitler ile ilgili çeşitli matematiksel bulgular arasında ilginç olanları şunlar: Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklasık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi veriyor. (149.504.000km)

Piramitlerin üzerinden geçen meridyen karaları ve denizleri tam iki eşit parçaya bölüyor. Keops Piramidinin Taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını veriyor.
Piramit'in yüksekliğiyle,çevresi arasındaki oran,bir dairenin yari çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir.Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.

http://mitolojikefsaneler.blogspot.com.t…09_archive.html

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

76

Wednesday, 24.02.2016, 02:01


Hermes'in bütün çocuklarının en efsanevi olanı, sürülerin, çobanların ve kırların tanrısı olan Pan idi. Pan dağlık Arkadia'da doğmuştu. Efsaneye göre Hermes genç bir Nympha ile evlenmek için kızın babasının yanında çoban olarak çalışmaya başlamış. Onun koyunlarını gütmüş ve kısa bir süre sonra hem babanın hemde kızın gönlünü kazanmış. Böylece sevdiği kızla evlenebilmiş. Bu evliliğin sonucunda keçi ayakları ve kuyruğu ile Pan dünyaya gelmiş. Alnında iki boynuzu çenesinde de bir teke sakalı varmış.



Ormanlarda, kayalarda ve mağaralarda yaşayan Pan, sürüleri göz etmekten, perileri seyretmekten, flüdünün ahenkli sesleri ile çobanları şaırtmaktan büyük zevk alırdı. Ama bazen de kötü niyetli kötü bir varlık gibi ıssız yerlerde, dağ başlarında, yolunu şaşıran, tek kalan insanlara görünür onları korkuturdu. Bütün tabiat zevkleri ve aynı zamanda korkuları Pan'dan gelirdi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

77

Wednesday, 24.02.2016, 02:04


LYDIA'LI ARAKNE'NİN ÖRÜMCEK OLUŞU



Athena insanların yaptığı bütün sanatların ve işlerin, özellikle kadınların yaptıkları ince nakışların işlemelerin koruyucusu idi. Hera'nın gelinliğini kendi elleri ile hazırlamıştı. Bu gibi işlerde oldukça başarılı olan Yunanlı kadınlar sanatlarını Athena'yı çalışırken seyrederek öğrendiklerini, onun öğütlerini dinlediklerini söyleyerek övünürlerdi. Fakat iyi kalpli yumuşak Athena'nın da zaman zaman öfkeye kapılıp kalp kırdığı, intikam aldığı olurdu.


Efsaneye göre Lydia'lı güzel bir kız olan Arakne gergef işlemekte, oya yapmakta o kadar başarılıymış ki arada sırada Nympha'lar bile, ormanlardan ve su başlarından ayrılarak onu izlemeye gelirlerdi. Bir gün periler ona bu güzel sanatı bu kadar hoş geregef işlemeyi sana Zeka Tanrıçasımı öğretti diye sordular. Arakne ise "O kim benimle boy ölçüşebilir, ben bu işte herkesi hatta Athena'yı bile geride bırakırım " diye karşılık verdi.



Athena bütün bunları duymuştu. İhtiyar bir kadın şekline girerek Arakne'nin yanına geldi. "Kızım " dedi " İhtiyarlık insana yalnız keder ve üzüntü getirmez, tecrübe de getirir. Öğütlerimi yabana atma, evet sen sanatında çok başarılısın, bütün kadınları, kızları geçebilirsin fakat bir tanrıçanın gücü, sanatı herşeyin üstündedir. Kendini okadar büyük görme.


"Ben gurura kapılmıyorum, kendimi büyük görmüyorum, gerçeği söylüyorum. İsterse Athena gelsin, ben onunlada yarışa girerim dedi.


İşte geldi" diyerek zeka tanrıçası ihtiyar kadın şeklinden çıktı ve kendi tanrısal görüntüsüne büründü.


"Sen ölmeyeceksin fakat benimle boy ölçüşme cesaretini gösterdiğin için hayatını ağ üstünde asılı olarak geçireceksin" diyerek Arakne'yi bir örümceğe çevirdi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

78

Wednesday, 24.02.2016, 02:07


KRAL MİDAS'IN KULAKLARININ UZAMASI


Efsaneye göre Marsyas adındaki bir Satiros (Keçi ayaklı, sivri kulaklı yarı insan yarı hayvan yaratıklar) bir gün kırlarda dolaşırken Athena'nın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü bulmuş. Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başladı..ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini Apollon'a rakip görmeye başladı. Bunun üzerine Apollon kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla Marsyas ile bir yarış yapmaya karar verdi.


Apollon'un arkadaşları olan Musa'lar ve Phrygia (Fyrigia) kralı Midas yarışmada hakem oldular. Apollon gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletti. Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çaldı. Hakemler tereddüt ediyorlardı. Bunun üzerine Apollon Lir'ini eline aldı. Okadar güzel o kadar hoş şarkılar çaldı ki dağlar taşlar heyecandan titrediler. Marsyas Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı. Apollon anlaşma gereği Marsyas'ı ölümle cezalandırdı. Yarışma sırasında Marsyas'ın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden Midas'a da ceza verdi. Onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmedi ve Midas'ın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirdi. Midas kulaklarından öyle utanıyordu ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başladı. Fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farketmişti. Midas hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışladı. Fakat berber bu sırrı içinde saklamakta çok zorlandı. Birilerine söylemezse patlayacağını düşünüyordu, diğer yandan söylediği taktirde Kral'ın kendisini öldürmesinden korkuyordu. Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açtı, ve oraya eğilerek yavaşça "Haberiniz varmı, Kral Midas eşek kulaklıdır" diye fısıldadı. Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi oldu ve rahatladı. Fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştı. Kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman "Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları" diye sırrı her tarafa yaydılar.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

79

Wednesday, 24.02.2016, 02:09


Kronos'un Saltanatı



Uranos öldükten sonra Kronos kainatin tek hakimi oldu. Ilk is olarak kardesleri Titanlari yer altindaki zindanlarindan çikardi. Onun hükümdarligi zamaninda yaratilis devam etti. Khaos ile Erebos'un kizi olan Nyks, Moros "Baht"i, Siyah Kere"Moire"yi, Thnatos"Ölümü", Hypnos "Uyku" ve "Düs" leri dogurdu. Sonra Momos "Alay", Oizys'I "Aci ve Sikayet";Okean'in arkasinda altin elmalari bekleyen "Hesperides"leri; dogumdan ölüme kadar, iyi ve kötü ömrümüzün ipligini egiren "Parkae"leri, Moir'lari; Klotho, Lakhesis,Atropos'i dünyaya getirdi. Daha sonra fanilere dehset veren Nemesis (Öc, hile,kizginlik), Eris (Nifak) dogdular. Nifak'tan da Ponos (Izdirap), Algos(Fenalik), Loimos (Açlik), Apathe (Hile), Savaslar, Adam öldürme, Süphe, Zulüm, Ant dogdu. Deniz-Pontos; Toprak-Gaia ile evlenerek, dogruyu sever hakikatli Nereus, "Kocaman" Thaumas ile Elktra'den Iris; güzel saçli Harpyi'ler dogdu. Phorkys güzel yanakli "Keto" Çelik yürekli; Euyebie'nin dogmasina neden oldu. Nereus ile Okeanos'un kizi Doris'ten Nereides'ler denilen elli kiz dogdu Thaumas ve Elektra'den Iris, güzel saçli Harpyi'ler dogdu. Phorkys ile Kete'den "Igrenç Ihtiyarlik" (Geras) dünyaya beyaz saçlari ile gelen Okean'in ötesinde Hesperides'ler ülkesinde yasayan (Graiai)ler dogdu. Sira Titan'lara gelmisti. Bir kismi kendi akrabalariyla, bir kismi peri kizlari ile evlendiler ve çocuklari oldu. Okeanos ile Thetis'ten bir erkek çocuk, irmaklar ; üç bin kiz, su perileri; sonra akil ve hikmet Tanriçasi Metis, servet Tykhe, cehennem irmagi Styks dogdu. Hyperion ile Theia'dan Günes- Helios, Ay-Selene, Safak- Eos dogdular. Khaeos ile Phebe'den Leto, Asteria dünyaya geldiler. Krios ile Eurybia'dan Astreos, Pallas, Perseus dogdu. Iapetos ile Okeanide, Klymene'den bazilarina göre Asie'den Atlas,Menoetios, Epimetheus, Prometheus dogdular. Sonradan Kronos Rhea ile evlendi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

80

Wednesday, 24.02.2016, 02:10

URANOS "GÖK" VE GAİA "YER"

Evren oluştuktan sonra, onun üstünde yaşayacak ve ömür sürdürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi oğlu Uranos ile birlikte Titanlar yarattı. Altısı dişi altısı erkek olmak üzere oniki tane olan Titanlar şunlardır; Okeanos, Koios, Hyperion, İapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis.



Uranos ile Gaia, bundan sonra Kylops'ları dünyaya getirdiler. Tanrılara benzeyen ancak alınlarının ortasında tek gözleri bulunan Kylops'lar şunlardır; Brontes, Steropes, Arges.



Bunlardan başka omuzlarından bükülmez yüzer kolları sallanan ve sırtlarına ellişer baş dizilmiş olan; Kottos, Briareos, Gyges adındaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yada Centimanes derler.



Uranos tuhaf bir biçimde çocuklarından korkuyor, doğdukça onları yerin derinliklerine atıyor, oraya hapsediyordu. Bu harekete Gaia çok kızdı ve ondan yaptıklarının öcünü almaya karar verdi. Göğsünden parlak çeliği çıkararak onunla keskin bir tırpan yaptı, sonra çocuklarına planlarını anlattı.



Ama çocukları bu plandan korktular, yalnız en son doğan oğlu Kronos annesine yardım edeceğini söyledi. Akşam olunca Uranos, Gaia'yı görmeye geldi. Konuştular biraz vakit geçirdiler; sonra yattılar. Hiç bir şeyden şüphelenmeyen Uranos, derin bir uykuya dalınca, Kronos geldi ve tırpanla babasını hiç acımadan biçip, vücudunun kanlı parçalarını denize attı. Babasına ilk tırpanı attığı zaman açılan büyük yaralardan sızan siyah kan damlaları yere damlayınca yenilmez Erinyes "Hiddet"ler, korkunç Geants "Dev" ler ve Meliades perileri doğdular. Dalgaların üstünde çalkalanan et parçalarına gelince; onlarda beyaz köpüklere dönüştüler. Sonra kanlı et parçalarının meydana getirdiği bu beyaz köpükten genç ve güzel bir tanrıça olan Aphrodite doğdu. Onu dalgalar bir sedef kabuğu içersinde çiçeklerle süsleyerek Kıbrıs adasına götürdüler.