Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

101

Sunday, 11.10.2015, 16:59


Jean D'arc Yüz Yıl savaşlarının devam ettiği yıllarda Fransa'nın doğusunda bulunan Domremy köyünde dünyaya geldi.Jean D'arc ilginç bir kişilikti. Geleneklerin belirleyici olduğu bir dönemde o bir kadın olmasına rağmen erkek giysileri giyiyor, ülkesi için kılıç kuşanıyordu.

Jean D'arc 'ın dikkat çekici bir figür olarak ortaya çıkması, Fransa'nın,İngiltere karşısında zor durumda kalması ile alakalıdır. İngiltere, 1415'de yani Agincourt Savaşın'da zafer kazanınca ülkenin güneyini ele geçirmiş, İngiliz kralı bir evliliğe dayanarak kendisini Fransa Kralı ilan etmişti.

Jean D'arc oniki yaşına geldiğinde kendisine doğa üstülük atfederek, St.Catherina,St. Michea gibi azizler ile iletişim kurduğunu iddia etti. Bununla bağlantılı olarak o sırada velihat Prens olan Charles'ın tahta oturmasına yardım edeceğini söyledi.

Onaltı yaşına geldiğinde, Vaucouleurs kenti valisi Robert Baudricourt'a kendisinin Tanrı tarafından görevlendirildiğini,bu yüzden de velihat Prens Charles'ın o sırada bulunduğu şehir olan Chinon gitmesi gerektiğini söyledi. Chinon'a ulaştığında üzerinde erkek giysileri ile veliahtın karşısına çıktı.Hiç şüphe yok ki Prens Charles'ın ilk önce ona inanmadı.Bu yüzden de onu bir sınava tabi tuttu. Jean D'arc'ın sınavda başarılı olması Prens Charles'ın güvenini kazanmasını sağladı.

Jean D'arc bu olaydan sonra komutasına verilen az sayıda askele birlikte Orleons şehrini kuşatmadan kurtarıp, Reims şehrini ise geri aldı.Bu başarısının ardından, Prens Charles'ı Fransa Kralı olmaya ikna etti. Bundan sonra ise Jean D'arc 'ın kaderinde askeri başarısızlık ve düşmanına esir düşmek vardı.

Jean D'arc esir düştükten sonra İngiltere'de yargılandı, mahkeme onun ortaya çıkış sebebinin aksine bir sapkın olduğunu iddia ediyordu. Bunun cezası ise ölümdü.Bunun üzerine 30 Mayıs 1431 'de Rouen'de yakılarak öldürüldü. Buna karşın uzunca bir süre sonra azize ilan edilecekti.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

102

Sunday, 11.10.2015, 17:03



M.S. 250 Yılında Roma tahtında İmparator Decius oturuyordu Hükümdar aynı zamanda koyu bir Hıristiyanlık düşmanıydı. Oysa, bu din o yıllarda büyük bir hızla yayılıyordu. Bu yayılışı durdurmak Decius'un en büyük amacıydı. Hıristiyanları inançlarından vazgeçirecek ve onları tekrar puta taptıracaktı. Yakalanan Hristiyanları ateşte diri diri yaktırdı, kazıklara oturttu, türlü işkencelerle öldürttü.İmparatorun şerrinden bazı hristiyanlar çok uzaklara kaçtılar.Bunların içinde 7 arkadaş bir de köpekleri vardı. Bu 7 arkadaş Efesliydiler. Romalı askerlerin ellerinden kurtularak Efes'te Panayır Dağı'nda bir mağara buldular ve oraya saklandılar. Amaçları bir zaman burada saklanıp kendilerini unutturmaktı. Korku ve üzüntüden yorgun düşmüşlerdi. Sürekli dua ettiler. Tanrı'nın kendilerini kurtarmasını dilediler. Bu arada Efes İmparatoru saklandıklarını haber aldı. Derhal adamlarını göndererek mağaranın ağzını koca koca taşlarla ördürdü ve onları içeride açlık ve susuzuktan ölüme bıraktı. Sonraları bu olay unutulur. Aradan geçen uzun zaman sonra magranın önündeki taşlari yıkarlar. Buraya koyunlar için ağıl yaparlar, çalışan işçiler ise uyuyan gençleri farketmezler. 7 arkadaş uyandıklarında adı Yemliha olan genç yiyecek almak üzere Efes'e doğru korka korka yola koyuluyor. Yemliha kente girince hemen bir fırıncıya gidiyor ve ekmek istiyor. Karşılık olarak da cebindeki paralardan veriyor. Fırıncı paraları görünce şaşırıyor. Yemliha'ya bunları nereden bulduğunu soruyor. Yemliha ise daha çok şaşırıyor. Bunun üzerine fırıncı bunların 200 yıl evvel kullanılan İmparator Decius dönemine ait paralar olduklarını söylüyor. Şimdi Roma tahtında İmparator Theodosius'un bulunduğunu anlatıyor. Yemliha hayretle 'Nasıl olur? Ben dün uyudum bugünse uyandım ' diyor. Hemen mağaraya dönüyor ve durumu arkadaşlarına anlatıyor. Bunun üzerine tekrar yatıp uyumaya karar veriyorlar. Bir daha da uyanmıyorlar. İmparator Theodosius durumu öğrenince adamlarıyla birlikte hemen mağaraya koşuyor ve onları uyurken görüyor. Anlatılanlara göre yüzleri pırıl pırıl parlıyormuş. *Gerek İslam gerekse Hıristiyan kaynaklarındaki 7 uyurlar öyküsü pek fazla farklı değil. Anadolu'da Yedi Uyurlar Mağarası olarak bilinen onlarca mağara ve öyküleri var.not:yedi uyurlar denmesinin sebebi köpekleri kıtmir de uyutulduğu içindir

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

103

Sunday, 11.10.2015, 17:07



Kaybolan Koloni: Croatoan Olayı

Amerika’ya yerleşen ikinci kolonidir. 1587′de North Carolina açıklarındaki Roanoke Adası’na yerleşmişler ve 1590 yılında arkalarında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuşlardır. Bu ortadan yokoluş hakkında çeşitli teoriler üretilmiş olsa da, bu kolonidekilere ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur.
1585 yılında, Sir Walter Raleigh tarafından gönderilen 100 kişi, Roaneke Adası’nda ilk İngiliz kolonisini kurmuşlardır. Raleigh bu adanın İspanyollarla savaşacak olan İngiliz savaş gemileri için mükemmel bir liman olduğunu düşünmüştü. Gemilerin onarımı burada yapılabilir, eksik cephane ve gıdaları tamamlanan gemiler savaşa tekrar dönebilirlerdi. Ama plan basarîli olamadı. Topraklar hem kolonileri, hem de civardaki Kızılderililerin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bereketli değildi, üstelik adanın etrafındaki suların sığlığı, gemilerin adaya yeterince yaklaşmasına engeldi. Böylelikle ertesi yıl kolonidekiler İngiltere’ye geri dönmeye karar verdiler. Bu sırada Raleigh İngiltere’den bir grup kolonisi daha göndermişti. Yeni grup, ilk yerleşen kolonistlerin ayrılmasından birkaç gün sonra adaya ulaştıklarında, 15 kişi hariç herkesin İngiltere’ye geri dönmüş olduğunu öğrendiler.
1587 yılının ilkbaharında Raleigh yeni kıtaya bir grup kolonist daha gönderdi. Fakat gemiler daha kuzeydeki (şimdiki Virginia) Chesapeake körfezi yakınlarına doğru hareket ettiler. Gemiler temmuz ayında Outer Banks’e ulaştılar ama donanma komutanı, kolonidekilerin Roanoke adası yerine, bu yeni limana yerleşme isteklerini kabul etmedi ve kolonistleri Roanoke Adası’na bıraktı. Koloni lideri John White ki kendisi adaya ilk yerleşen İngiliz kolonisindendi, 1587′nin ağustos ayında, İngiltere malzeme tedariki için geri döndü. Fakat İngiltere ve İspanya arasında devam etmekte olan savaş, adaya geri dönmesini üç yıl kadar ertelemesine neden oldu. Ağustos 1590′da Roanoke Adası’na geri dönen John White ailesi ve yüz kadar kolonist tarafından karşılanmayı beklerken, koloninin terk edilmiş olduğunu gördü.John White’in rastladığı tek ipucu bir ağacın üzerine kazılmış olan Croatoan kelimesi idi. Croatoan ya da Hatteralar, adanın güneyinde yaşayan ve kolonistlere dostane davranan kizilderililerdi. John White kolonositlerin Hatteralar’a katılıp katılmadıklarını öğrenmek için araştırmalara başladı ancak hava koşulları yüzünden araştırmasını tamamlayamadan İngiltere’ye geri dönmek zorunda kaldı.
Koloniye yerleşenlerin kaybolması ile ilgili iki teori üretildi. İlki, daha en basında Chesapeake Körfezi’ne gitmek isteyen kolonistlerin, buraya hareket ettikleri ve Kızılderili direnişi ile karsılaşıp öldükleri. Diğer teori ise kuzey Carolina’daki diğer kızılderili kabilelerine entegre oldukları. Kolonistlere ne olduğu bilinmiyor, haklarında tek söylenebilecek şey bir daha Avrupalılar tarafından görülmedikleri.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

104

Monday, 12.10.2015, 13:24




Hayat Ağacı. Erzurum Çifte Minareli Medrese. 1285-1290

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

105

Monday, 12.10.2015, 13:26


Türk Tarihinde AN LU-SHAN ve Destanı
Hiç şüphesiz Türk destanlarının en muhteşemlerinin başında Oğuz name gelir. Bunun yanı sıra Türklerin Türeyişi ve Ergenekon, Tölöslerin Türeyişi, Sır Tarduş Boyunun Yok Olması, Uygurların Türeyiş ve Göç Destanları, Kimek, Başkurt, Alp-Er Tonga, Hun Liu Yüan (Yügen), Attila (Ata İllig), Çor Destanı bizim sözlü edebiyatımızın en eski bakiyeleridir. Bir nevi Oğuz name olan Dede Korkut Hikayeleri de Türk kültürünün bir şaheseridir.
Bununla beraber ismi hususunda şimdiye kadar herhangi bir deneme yapılmayan tarihte önemli olaylara imza atmış Türk beylerinden birisi de, An Lu-shan’dır. Maalesef Çin dili uzmanları veyahut da bizdeki sinologlar, böyle meselelere kafa yormadıklarından dolayı Türk tarihinin ve kültürünün pek çok tartışmalı problemini halledemiyoruz. Zamanında, büyük Atatürk tarafından kurulmuş olan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde eski Türk tarihinin kaynaklarının araştırılması ve Türklere ait yabancı belgelerin çevrilmesi için bir Sinoloji (Çin Dili) Kürsüsü açılmış ise de, tıpkı diğer bölümlerde olduğu üzere burası da esas görevini unutarak, sadece günümüzde basit tercümanlar yetiştirmeye yönelik çağdaş Çin dilini öğretmekle yetiniyor.
An Lu-shan, 8. asırda Uygur Kağanlığı zamanında karşılaştığımız bir Türk beyidir. Onun kimliği konusunda bugüne kadar değişik görüşler ortaya atılmıştır. Bunun da başlıca nedeni Çin dilinin öğrenilmesi, onun sorunları ve Çinlilerin yeterince bilgi vermemeleri yüzündendir. An Lu-shan’ın bir Moğol veya Sogdlu olduğu söyleniyorsa da bizce bu doğru değildir. Bununla birlikte onun bugünkü Çin’in Ying-chou eyaletinde, 703 senesinde bir Türk prensi baba ile Sogdlu bir anneden doğduğunu söyleyenler de mevcuttur. Ama Çin kaynaklarına göre, annesi Arslanlar (A-shih-te) soyundan gelen bir kamdı ve babası öldüğünde bir müddet Kök Türk topraklarında kaldılar. Dolayısıyla yabancı bir halktan gelme ihtimali yoktur. Yine An Lu-shan’ın atalarının Kapgan Kağan’ın 7. yüzyılın sonlarına doğru yaptığı seferlerde devletin merkezine yerleştirildiğini, fakat 716’da da Kök Türk Kağanlığı’ndaki iktidar değişikliği sırasında yaşanan olaylar ve isyanlar yüzünden Çin’e kaçtıkları belirtilir.
Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla An Lu-shan’ın ailesi kamlık sanatıyla uğraşıyordu. Son derece zeki olan bu Türk liderinin, 742 senesinde Çin imparatoruyla tanışması onun önünü açtı ve imparatorun güvenini kazanarak; Çin’de iyi bir mevki edindi. Para ve sefahate düşkün Çinli memurları çok iyi kullanıyor, onlara verdiği rüşvetler sayesinde sürekli yükseliyordu. Kendine ait bir idari bölgeye de sahip olan An Lu-shan, imparatorun sarayına istediği zaman girip çıkıyor; kraliçe ve prenseslerle çok yakın ilişkilerde bulunabiliyordu. Hatta imparatoriçenin ona aşık olduğu yolunda dedikodular da çıkmıştı. An Lu-shan’ı çekemeyen Çinli vezirler ve komutanlar ileride başlarına bela olacağını işaret ettilerse de, bunun pek işe yaramadığını görmekteyiz. Herhalde, Çin hükümetiyle vakti geldiğinde münasebetlerini koparmayı planlayan An Lu-shan birtakım hazırlıklarda bulunuyordu. Arasında yabancıların da yer aldığı, ama temelini Türklerin oluşturduğu ve Çin başkentine çok yakın bir mevkide, sayısı 150 bine varan kuvvetli bir ordu topladı.
Nihayet 755’te, o dönemdeki Çin baş vezirini sevmediğini ileri sürerek isyan bayrağını açtı. Çinliler belki onu hafife aldılar ve taktiksel bir hata olarak, bu ayaklanmaya karşılık, An Lu-shan’ın çocuklarından birini öldürdüler. Fakat iki büyük Çin ordusu An Lu-shan’ın adamları tarafından yenildi. Çin imparatoru yerini oğluna bırakarak, kaçmak zorunda kaldı. Yine tarihi vesikaların haberlerine göre; imparatorla beraber firar eden askerler başlarına gelen bütün bu felaketlerin sorumlusu olarak gördükleri imparatoriçeyi yolda boğarak öldürdüler.
Türkler karşısındaki bu büyük hezimet üzerine Çinliler, başka bir Türk idaresinden, Ötüken Uygur Kağanlığından yardım talebinde bulundular. Ne yazık ki Uygur hakanı bu isteğe olumlu cevap verdi. Kuzeyden gelen dinamik ordu ve mukaddes kağana karşı, An Lu-shan’ın yanındakilerin bir bölümü savaşmak istemeyince, Çin’deki Türkler de ona cephe almaya başladı. Bu sırada Çin’e giden ordunun önünde Uygur kağanı bulunuyordu ve o ilk önce An Lu-shan’ın en güvendiği müttefiki olan Tongra Türklerini sindirdi. Daha sonra bu mükemmel askeri kıtanın komutanlığını Börü Kun (Moyun Çor) Kağan’ın oğlu Ulug Bilge Yabgu üstlendi. Türk-Uygur ordusu Çin ülkesine büyük bir ihtişamla girmişti. Onları karşılayan Çinli yetkililer kurt başlı sancağın önünde eğilip, onu selamlıyorlar ve öpüyorlardı.
Çin tarihinde bir dönüm noktası olan An Lu-shan maalesef kuzeyden gelen bu akrabalarına karşı başarısız olup, bozgunlar peşi sıra gelince, nihayet kendi adamları tarafından öldürüldü. Söylendiğine göre, 60-70 bin civarında insanın öldüğü An Lu-shan hareketini, vefatından sonra oğulları ve komutanları devam ettirmeye çalıştılar.
An Lu-shan’ın ölümü hususunda çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan bir tanesi, hastalanarak kör olması yüzünden, danışmanları tarafından öldürüldüğü şeklindedir. İşte buna binaen bazı ilim adamları An Lu-shan ile tarihteki Kör-oglu’nu birleştirmektedirler. Bu ne dereceye kadar doğrudur, bilemeyiz; ama bir hakikat söz konusu ki, Kör-oglu Destanı sadece Türkiye topraklarında yaşayan bir halk hikayesi değildir. Ona ait izlere Azerbaycan ve Türkistan gibi diğer Türk coğrafyalarında da rastlıyoruz. Bu yüzden Kör-oglu Destanı’nı da umumen Türk dünyasına mal etmek yerinde olur.
Başka bir mevzu da, An Lu-shan ayaklanmasından bütün Orta Asya Türklüğünün etkilenmiş olmasıdır. O, çalkantılı yıllarda Çinliler bu hadiseler için şarkılar yazmıştır. Yani, Asya’daki pek çok kavim şöyle veya böyle, bu toplumsal harekete katıldılar. Hatta An Lu-shan olaylarının doğrudan veya dolaylı Çinlilerden daha çok Türklere tesiri olduğunu da söyleyebiliriz. Mesela, bu isyanı bastırmak için Çin’e gittiği esnada, Bögü Kagan’ın orada tanıştığı Mani rahiplerini ülkesine getirerek, Maniheizmi resmen devlet dini olarak seçmesi önemlidir. Bunun yanı sıra bazı Uygurların Çin’e yerleşerek ticaret hayatına meyletmeleri, insanların yerleşik hayatın nimetlerine ve zaaflarına kapılmaları, tembelliğin hastalık şeklini alması, toplumun bel kemiğini oluşturan kadınların, Çinli hanımlara özenmeleri, hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvet gibi kötü alışkanlıklar, Türk sosyal hayatında bir çöküşe sebep oldu.
AN LU-SHAN’IN DOĞUMU HİKAYESİ
Büyük Arslanlar (A-shih-te) ailesinin kadın kamlarından birisi sürekli savaşçı bir oğlan sahibi olmak için Tanrı’ya yakarıyordu. Dilekleri Tanrı katında kabul oldu ve bundan kısa bir süre sonra hamile kaldı. Nihayet doğum günü geldiğinde, beklenmedik bir anda çadırın tepesinden giren bir ışık her tarafı aydınlattı. Bu sırada kurt, kuş, bütün yabani hayvanlar uludu. Sanki onun doğumunu hep birlikte kutluyorlardı. Obada bulunan kamlar bunu gökteki birtakım olaylara yordular ve şans getireceğini söylediler.
Fakat o zaman onların yaşadığı yer Çin imparatorluğunun kontrolü altındaydı. Çinli görevliler bu hadiseyi duyduklarında hemen oraya vardılar. Tanrı’nın gönderdiğine inanılan bu çocuğun ortadan kaldırılması lazımdı. Çadırı kuşatarak içindekileri öldürmek istediler. Ama anne ve çocuk durumdan haberdar olunca oradan kaçtılar ve saklanarak, ölümden kurtuldular. An Lu-shan’ın annesi de Tanrı tarafından esirgendiklerine inanıyordu. Onu Tanrı’nın bir lütfu olarak gören kadın çocuğuna Batır/ Urungu (savaşçı anlamına gelen Ya-lo-shan) adını verdi.
An Lu-shan’ın doğumu hikayesinde ki bazı motifler, diğer Türk destanlarında da karşımıza çıkan ana temalardır. Bunlardan birisi, yukarıda da gördüğümüz üzere, aşırı derece de bir erkek çocuğa sahip olma hayalidir. Bunun da sebebi, ailenin ve soyun devamı için evlat şarttır. İşte o zaman aile anlamlı bir bütün haline gelir. Ailenin esas gayelerinden birisi de nesli çoğaltmadır.
Bir diğer unsur ise, ışıktır. Destanların büyük kahramanları; bu kahramanlara kadınlık ve kutsal Türk çocuklarına annelik yapan hanımlar, çoğu kere ilahi bir ışıktan doğarlar. Oğuz Kağan Destanı’nın baş kahramanı Oğuz dünyaya geldiği zaman onun yüzü gök, yani aydınlık idi. Oğuz’un Kün, Ay, Yılduz adlı büyük oğullarını doğuran ilk karısı, ortalığı karanlık bastığı zaman gökten inen bir ışıktan peyda olmuştu. 4. asrın başlarında Çin’in kuzeyinde, Ordos’taki Chao bölgesinde teşekkül eden Hun hanedanlığının kurucusu Şad İlli (She-le) doğduğunda, annesinin etrafında ışıklar parlamıştı. Ayrıca Uygur destanlarında, Uygurlara baş seçilen Bögü (Bugu) Han, diğer dört kardeşiyle beraber Togla ve Selenge ırmakları arasında bir ağaç üzerine düşen semavi bir ışıktan yaratılmıştır.
İslamiyetten sonraki destanlarda da ısrarla sürecek bu kutlu ışık, Türk inanışına ve düşüncesine; var olmanın temel unsurlarından güneşin ve ışığın yansımasından başka bir şey değildir. Eski Türk dininin cennete gitmeyi ifade eden “uçmak” hadisesi ve “sonsuzluk” da bir ışık alemidir. Uygur Kağanlığı zamanında kabul olunan Maniheizmin de temel tanrısı iyilik, yani ışık tanrısıdır. Çünkü Bögü Han’ın rüyalarına giren kız bir nur gibidir.
Bütün bu ışık motifleri bize eski Türk inanış ve düşüncesinde ışığın önemli bir unsur olduğunu göstermektedir. Türklerin Müslümanlığı seçtikten sonra İslam nuruna neden bu kadar sarıldıkları bunu ortaya koymaktadır. Onlar, İslamın aydınlığını karanlıkta kalmış ülkelere yaymak için yüzlerce yıl canını vermişlerdir. İslamdan önce de bu Türk adaletinin ışığı ve temizliğinden başka bir şey olmasa gerek.
Destanların teşekkül ve kayda geçiş yerleri neresi olursa-olsun, bunların muhtevasında aynı düşünüş ve anlayışa rastlanılması, bu insanların hepsinin ortak bir kültüre sahip bulunduklarının bir göstergesidir.
Prof.Dr.Saadettin GÖMEÇ

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

106

Monday, 12.10.2015, 13:29


Macaristan`ın Zigetvar kentinde Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Tuğrası

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

107

Friday, 16.10.2015, 00:31


Hindular, erkeğin ölümünden sonra dul eşinin yakılmasını kadının iffetinin bir delili kabul ediyorlardı. İngilizler yerel inaçların bir parçası saydıklarından bu uygulamaya müdahale etmemişlerdi.Sati'yi uygulayan kadınlar kutsal olarak kabul ediliyor, yüksek itibara sahip oluyorlardı. Geride kalan ailelerinin de toplumda saygın bir yeri oluyordu. Hintli aydınlar, on dokuzuncu yüzyılın başında bu geleneğe karşı çıkmışlar ve Genel Vali’den istemişlerdir. 1829’da Vali Lord William Bentick bu uygulamayı yasaklamıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

108

Friday, 16.10.2015, 00:42

HİNDİSTAN’DAN GARİP ÂDETLER

Yedi kocalı Hürmüz
Eskiden Hindistan’da bir kadının birden fazla kocası olabilirdi. Erkek kardeşler, umumiyetle aynı kadınla evlenirdi. Bu âdet Seylan’da 1858’den sonraki İngiliz işgaline kadar sürdü. Hindistan’ın kuzeyindeki Tibet’te hâlâ rastlanmaktadır.

Kaynak;Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

109

Friday, 16.10.2015, 00:44


HİNDİSTAN’DAN GARİP ÂDETLER
Ölümlerden ölüm beğen!
Hindistan’da intihar suç ve günah değil, beğenilen bir iştir. İntihar etmek isteyen, üç gün oruç tutar. Sonra ölünceye kadar aç kalmak, karlara gömülmek, ateşe veya su kuyusuna atılmak, timsahlara atlamak, kendini hançerlemek suretiyle intihar gerçekleşir. İhtiyarların kayıkla Ganj nehrine açılarak kendisini suya atması yaygındır. İhtiyar veya hasta, güzel elbiseleri giydirilip med-cezir sebebiyle suyun çekildiği yere götürülüp bırakılır. Sular yükselince, onu alıp götürür. Aklı başına gelip kaçarsa, şerefini kaybetmiş sayılacağından kimse kendisini kabul etmez. Bir köşede açlık ve pislik içinde hayatını tamamlar. İngilizler bu âdeti de şiddetle yasaklamıştır.
Kaynak;Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

110

Friday, 16.10.2015, 01:05


Jamestown: İlk İngiliz Kolonisi
Kuzey Amerika’da tutunan ilk İngiliz kolonisi Jamestown’du. Kral I. James tarafından
Virginia (ya da London) Şirketi’ne verilen bir imtiyaza dayanarak, yaklaşık 100 kişiden oluşan
bir gurup 1607’de Chesapeake Körfezi’ne doğru yola çıktı. İspanyollarla çatışmaya girmekten
kaçınmak amacıyla, James Nehri kenarında körfezden 60 kilometre kadar yukarıda bir yer
seçtiler.
Çiftçilik yapmaktan daha çok altın bulmayı amaçlayan kentlilerden ve maceracılardan
oluşan gurup, vahşi doğada yeni bir yaşam türüne başlamaya kafa yapısı ya da yetenek
açısından hazırlıklı değildi. Aralarında bulunan Kaptan John Smith başat bir kişilik sergiledi.
Anlaşmazlıklara, açlığa ve Kızılderili saldırılarına karşın, disiplin uygulama yeteneği sayesinde
küçük koloniyi ilk yıl süresince bir arada tuttu. Smith 1609’da İngiltere’ye döndü ve onun
yokluğunda koloni karışıklığa boğuldu. 1609-1610 kışında kolonicilerin pek çoğu hastalığa
yenildiler. Mayıs 1610’a gelindiğinde, ilk 300 yerleşimciden yalnız 60’ı hayatta kalmıştı. Aynı
yıl içinde, James Nehri’nden biraz daha yukarıda Henrico (günümüzde Richmond) kenti
kuruldu. Ancak çok geçmeden, Virginia ekonomisinde devrim yaratacak bir gelişme ortaya
çıktı. John Rolfe 1612’de Batı Hint Adaları’ndan ithal edilen tütün tohumlarını yerli bitkilerle
melezdi ve içimi Avrupalıların hoşuna giden yeni bir tür üretti. Bu yeni tür tütünün ilk partisi
1614’te Londra’ya ulaştı. Anılan tütün, on yıl içinde Virginia’nın temel gelir kaynağı haline
geldi. Buna karşın gönence erişilmesi kolay olmadı ve hastalıklar ve Kızılderili saldırıları
sonucu ölüm sayısı olağanüstü oranda yüksek kaldı. 1607’den 1624’e kadar koloniye yaklaşık
14.000 kişi göç etmişti; fakat, 1624’te orada ancak 1.132 kişi yaşamını sürdürüyordu. Aynı yıl,
bir kraliyet komisyonunun önerisine uyan Kral, Virginia Şirketi’ni feshetti ve onu bir kraliyet
kolonisi yaptı.

Kaynak ;Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

111

Friday, 16.10.2015, 01:19

Kuzey Amerika’da On Üç İngiliz Kolonisi

Amerika kıtasının kuzeyindeki On Üç İngiliz kolonisi üç farklı şekilde kurulmuştur.
Birinci grupta İngiliz kralından elde edilen resmi belgelere dayanarak kurulan şirketlerin
bölgeye göçmen taşıması sonucu ortaya çıkmıştı koloniler yer almaktadır. Bunlara chartered
yani kraliyet beratıyla kurulmuş koloniler olarak adlandırılmaktadır. Kraliyet beratında
kurulacak koloninin ne şekilde idare edileceği belirlenir, Providence, Virginia ve Connecticut
bu şekilde kurulan kolonilerdir. Esasında bir ortak girişim şirketinin ürünü olan Massachusetts
Bay kolonisi de bu şekilde kurulup 1684-1691 yılları arasında bu statüsünü devam ettirmişken
sonra kurucu şirketin iflas etmesi neticesinde doğrudan kraliyete bağlanmıştır. Bu koloniler ya
doğrudan beratın verildiği kişiler veya kumpanya tarafından tayin olunan valiler tarafından
yönetilmiştir.
İkinci grup doğrudan İngiliz tacına bağlı olarak kurulmuş kolonilerden oluşur. Bunlar
Kralın atadığı vali tarafından yönetilmişlerdir. New Hampshire ve Georgia bu grupta yer alan
kraliyet kolonileridir.
Son olarak İngiliz kralı tarafından soylular veya saraya yakın kimselere bahşedilen
topraklar üzerine kurulan koloniler bulunmaktadır. Pennsylvania, New York, Carolina (1729
sonrası Kuzey ve Güney), Maryland ve New Jersey bu gruba girmektedir

Kaynak ;Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

112

Friday, 16.10.2015, 01:44

Massachusetts (Kuzey Kolonileri )
Anglikan Kilisesi içerisinde reform yaparak kiliseyi arındırmaya çalışan Püritenlerin
özgürlükleri I. James tarafından kısıtlanmıştı. Oğlu I. Charles tahta geçtiğinde ise Püritenlerin
işi daha da zorlaşmıştı. Kral parlamentoyu kapatmış ve ülkeyi kendi istekleri doğrultusunda
yönetiyordu
u. Kralın yönetimde baskıcı bir tutum benimsemesi ve Püritenleri dini bakımdan da
kısıtlama yoluna gitmesi onları bu yeni topraklara göçe sevketmişti. Şüphesiz göçün nedenleri
sadece yönetim ve din üzerindeki baskı değildi. Artan enflasyon ve fiyat artışı İngiltere’de
sosyal hayatı da olumsuz etkilemekteydi. Püritenleri önemli bir kısmı ise Anglia Bölgesi’ndeki
tekstil sektöründe çalışıyordu. Tekstil sektörünün çökmesiyle beraber işsiz kalan Püritenler
baskı altında olmadan ibadet edebilecekleri ve yeni kazançlar sağlayabilecekleri topraklara
gitmek için kraldan imtiyaz aldılar.

Püritenlerin katı tutucu yönetimini herkes beğenmiyordu. Yüksek Kurul’a ilk baş
kaldıranlardan biri Roger Williams adında genç bir din adamıydı ve Kızılderililerin topraklarına
koloni tarafından el konulmasına ve koloninin İngiltere Kilisesi ile olan ilişkilerine karşı
çıkıyordu. Koloniden kovulan Williams 1636’da, günümüzde Providence, Rhode Island olan
bölgede Narragansett Kızılderililerinden toprak satın aldı.
Orada, kilise ile devletin kesinlikle
ayrı olduğu ve dinsel özgürlüğün uygulandığı ilk Amerikan kolonisini kurdu.
Massachusetts, dini temeller üzerine kurulmuştu. Bu koloniye yerleşenler Püriten
Kilisesi’ne katılmak zorundaydı. Kendileri de dini baskılardan kaçan Püritenler bu yeni
kurdukları koloni de din konusunda hiç de hoşgörülü değillerdi. Kilise kurallarına göre partiler,
dans etmek, kumar oyunları, makyaj yapmak yasaklanmıştı. Tüm bu yasakların yanın da
eğitime çok veriyorlardı. 1636’da Harward College kuruldu. Her aileye çocuklarına okuma
yazma öğretme zorunluluğu getirildi. Eğitime verdiği bu önem koloninin kısa zamanda
büyüyüp gelişmesine önemli katkılar sundu.
Kaynak ;Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

113

Friday, 16.10.2015, 13:23


Osmanlı Kubur. (Belge taşıma, saklama kabı) İslam Eserleri Müzesi İstanbul

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

114

Friday, 16.10.2015, 13:25


II. Bayezid'in kullanmış olduğu ok ve yay-Topkapı Sarayı,İstanbul

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

115

Friday, 16.10.2015, 13:26



AŞIKLAR ÇEŞMESİ / ANTONİNLER ÇEŞMESİ, Burdur / Ağlasun M.S. 161 – 180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yapılmış ve Roma İmparatorluğu'nun prestij göstergesi olarak inşa edilmiştir. MS 500 yılında yaşanan depremde yıkılan ve toprak altında kalan Antoninler Çeşmesi yedi farklı renkteki taşları ile dikkat çekiyor. Çeşme, MS 650 yılında meydana gelen ikinci depremle yıkılmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

116

Friday, 16.10.2015, 13:29

Ebul Manucehr Camii

Selçuklular zamanında Anadolu'da kurulan ilk Türk camisidir. 1072'de kurulmuştur. Kars ilinin Arpaçayilçesindeki Ani antik şehri içinde bulunan cami Seddatoğulları'ndan Ebu Süca Manucehr tarafından yaptırılmıştır. Caminin tavanlarında renkli taşlardan yapılmış geometrik süslemeler bulunmaktadır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

117

Friday, 16.10.2015, 13:35



Burdur-İnsuyu Mağarası Efsanesi
Sagalassos kentinin yüce kralı Severianus biricik kızı Asumeyi soylu bir ailenin oğluyla evlendirir. Ama çiftler geçinemezler. Yüce kral çok üzülür, üzüldüğü kadar da kızgındır. Çiftleri cezalandırmak için adamlarına emir verir. Çifti İnsuyu mağarasının en uzak köşesinde ölüme terkeder.
Günler birbirini kovalar. Çift, İnsuyu mağarasının şifalı sularından içerek beslenirler. Bu arada ne olduysa, çift birbirini sevmeye başlar. Onların büyüyen sevgisi bir ışık olur ve mağaranın çıkış kapısını gösterir.
Mağaranın mı yoksa prensesin mi büyüsüdür, o günden sonra mağarayı ziyaret eden karı ile koca aynı yastıkta kocamış, sevgililer ise hiçbir zaman ayrı düşmemiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

118

Friday, 16.10.2015, 13:38


Xia döneminden tanrıça resmi

Çin tarihindeki ilk hanedan olan Xia hanedanı, M.Ö 21. yüzyıl ile M.Ö 16. yüzyıl arasında varlığını yaklaşık 500 yıl sürdürdü. 17 kral tarafından yönetilen Xia hanedanının merkezi, bugün Çin'in Shanxi eyaletinin güneyi ile Henan eyaletinin batısıydı.
Rivayetlere göre, Xia hanedanı, sık sık taşan Sarı Irmak'ı ıslah ederek halkın desteğini kazanan Da Yu tarafından kurulmuş. Xia hanedanının kurulması, Çin'de uzun süren ilkel toplumun sona ermesi ve özel mülkiyete dayalı kölelik rejiminin kurulmasının simgesi olarak kabul ediliyor.
Xia hanedanının son döneminde devlet yönetimi bozuldu ve sınıflar arası çatışmalar alevlendi. Özellikle Xia hanedanının son kralı Jie, tahta geçtikten sonra devlet yönetimini bir kenara bırakarak lüks yaşam peşinde koştu. Her gün cariyesi Mei Xi ile içki içerek eğlenen Jie, halkın sıkıntılarına hiç kulak vermedi, uyarı ve önerilerde bulunan vezirleri öldürdü. Bunun üzerine Xia hanedanının bünyesinde yer alan beylikler ard arda ayaklandı. Xia hanedanına bağlı Shang beyliği, Jie'nin ordusunu yenmeyi başardı. Başkentten kaçan Jie'nin Nanchao kentinde ölmesiyle Xia hanedanı dönemi kapandı

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

119

Friday, 16.10.2015, 13:40




Perugia yakınlarındaki Etrüsk yazı, Italy. Latin alfabesi ile yazı başlangıcı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

120

Friday, 16.10.2015, 13:41



Sacsayhuamán, Peru’nun Cusco şehirinin hemen yakın çevresinde bulunan İnka kalesi harabeleridir. Şehir merkezinin yaklaşık 3 km dışındadır. Bu tesisle ilgili en ünlü teori, kalenin şehre en tehlikeli girişi korumasıdır. Gerçekten de, İspanyolların istilasında yüzlerce savaşcı kendisini bu duvarlarda tahkim etmiştir. İspanyolların bu istilası boyunca ve depremlerle, kale kısmen tahrip olmuş ve böylelikle bugüne üçte biri kalmıştır. Sacsayhuamán, düşmana karşı sadece kuvvetli bir savunma göstermemiş, aynı zamanda İnkaların güç ve enerjilerini de kanıtlamıştır. Çok sayıda, özel düzenlenmiş kutsal olma ihtimali olan yerlerin varlığı, savunma amacına karşı argüman olarak durur. Bunlar örnek olarak, yapının ana çizgileri, çapı yaklaşık 100 metre olan daire şeklinde arenalar, tek başına duran kaya bloklardan oluşan geniş merdivenlerdir