Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

Wednesday, 19.11.2014, 16:14

İnsanın Değeri

Her şeyden önce değer nedir. Ne değildir? Önce onu tanımlamaya çalışalım. Bir şeyi tanımlamak için önce onu anlamlandırıp manalandırmamız gerekir ki o şeye bir değer kazandırıp kıymet biçebilelim. Yoksa ne varlığımızın ne de yaşadığımız hayatın hiçbir kadri kıymeti değeri olmaz.

Bu gün içinde yaşadığımız toplumda bir değersizlik bir kadir kıymet bilmezlik varsa hepsi bundandır. Yoksa yeryüzünde Allah’ın yaratıp var ettiği her varlığın bir değeri bir kadri kıymeti vardır. Çünkü evrende hiçbir varlık ne boşuna yaratılmıştır. Ne de başıboş bırakılmıştır. O nedenle Allah değersiz hiçbir varlığı boşu boşuna yaratıp var etmez. Çünkü evren külli akılilim idrak irade ve kuvvet üzerine yaratılıp / oluşturup var edilmiştir.

Peki o zaman insanoğlu ne yapıp edecek. Nasıl bir hayat yaşayıp sürdürecekte hem kendine hem de yaşayıp var olduğu hayata değer katıp onunla yaşayıp onunla var olacak. Var olduğu süreçte de onu ve kendini daha çok değerlendirecek. Değerlendirdiği oranda da varlığının bir değeri bir kadri kıymeti olacaktır.

Yoksa dünyada başıboş yaşayacağından insanın da diğer şuursal / ortak akılla yaşayan varlıklardan hiçbir farkı olmaz. Hatta onlardan bile daha değersiz olabilir. Çünkü doğadaki her varlığın sorumluluk dışı şuursal aklıyla yapabileceği gayri ihtiyari bir görevi vardır. O görevi yapmak bile ona çok büyük değerler kazandırır. Örneğin güneş ay yıldızlar hava su ateşdağ deniz kır bayır ağaç çiçek böcek ve diğer tüm canlı cansız varlıklar.

Doğada hepsinin bir işi bir görevi yok mu? Hepsi hayatın akışını ve sürekliğini sağlarken biz insanlığa hizmet etmiyorlar mı? Değer ve kıymetleri bizlere hizmet etmekten gelmiyor mu?

Hepsinin bizim yanımızda ve varlığımızın devamının sürdürülebilirliğinde bir değerleri yok mu?

Onların doğadaki varlıklarının denkliğinde hayatımızın akışı normalken eksikliklerinde ya da fazlalıklarında yaşadığımız hayat çok zorlaşıp daha çok kolaylaşmaz mı?

Demek ki hayat ve yaşamı kolaylaştırıp zorlaştıran bütün varlıkların yaşadığımız hayata kattıkları değerler vardır.

Demek ki şuursal varlıklar bile bizim yaşadığımız hayatı kolaylaştırmak için var güçleriyle çalışıp çabalamaktadırlar. Çalışıp çabalayarak sürekli kendi çaplarında üretim yapıp hayata değer katmaktadırlar.

Kattıkları değer ile de yaşadığımız hayatı anlamlandırıp manalandırmak. Ona değer kazandırıpgüzelleştirmek içinde yaşayıp var olduğumuz doğal hayatın sürekli akışını sağlayıp yaşamı kolaylaştırmaktadırlar.

Kolaylığın arkasından da insanın hayata olan ilgisini çekip meraklandırıp ve cazibesini artırarak onu hayata bağlamaktır. Oluşan bağlılığın arkasından da onu peşi sıra koşturmaktır. Her peşinden koştuğu şeyle de onu tekâmüle erdirip olgunlaştırıp güzelleştirmek için deneyip sınayıp test etmektir.

Hayattaki her deneme her test her imtihan insan için sonunda bir kazanım bir değerdir.

Demek ki değer insanı olgunlaştırıp kemale erdiren her şey. O halde insanın olgunlaşıp kemale ermesi için sürekli koşup çalışıp çabalayacak. Değer üretip değerli olacak. Yoksa insanın da diğer varlıklardan hiçbir farkı hiçbir değeri olmaz.

Onun için insan kendine verilen her şeyin farkında olacak. Kadrini kıymetini bilecek. İnsan olup değer verecek. Yoksa tüm hayat manasını kaybedip anlamını yitirir. İnsanı yılgınlaştırır. Başıboşluğa çeker. Yaşamı içi boş koca bir hiç eder.

Demek ki hayat sürekli mücadele ister. Boşluktan hiçlikten yılgınlıktan hiç hoşlanıp haz etmez.

O halde insanın yaşadığı hayattan haz alıp huzur bulup mutlu yaşayabilmesi için içinde yaşadığı dünyanın nasıl bir yer olduğunu burada daha güzel nasıl yaşanılacağını akıl edip düşünmesi gerekir. Bir insanın düşünmesi için bilgi bilmesi içinde okuması gerekir. Çünkü bir insan için en büyük kazanım en büyük değer düşünmektir.

Düşünen insan okur. Okuyan insan bilir. Bilen insanda düşünür. Çünkü düşünmek bilgeliktir. Bir insan içinde bilgi en büyük hazinedir. Bu hazineye sahip olan herkes dünyada kolay yaşar. Çünkü bu dünya akıl ve bilgi dünyasıdır. Onun için bu dünyada bilgisi çok olanın her iki dünyada hem değeri hem de itibarı çok olur. Bilgisi olmayanın da her iki dünyada da değer ve itibarı olmaz. Çünkü insanın değer ve itibarı değer ve itibar verdiği şeyler kadardır.

Onun için insan okuyup aklını büyütmeli. Düşünüp yüreğini genişletmeli. / Onun için insan okuyup aklını büyütmeli ki (bilgi sahibi olup) düşünüp yüreğini büyütebilsin. Çünkü bilgi aklın meyvesi yüreğin tohumudur. Bilgisiz akıl ne düşünür. Ne de düşünüp düşünce üreterek (sağduyulu düşünceyle) meyve verir. Yani insana artı bir değer kazandırır.

Akla değer kazandıran sağduyuyla elde edilmiş bilgi de kalbe ekilen tohum gibidir. Bu tohumda kalpte yerini bulup yeşerirse insanı eğitip edep ve güzel ahlak sahibi yapar. Vicdanını olgunlaştırıp insanı insan yapar. İnsanı insan yapmayan bilgi ne akılda ne düşünce de ne de kalpte bir işe yarar. Hiç bir işe yaramayan bilgi başı mezar taşına çevirir. Kalbide vücutta hiçbir işe yaramaz et parçası haline getirir. Öyle bir kalpte sadece vücuda kan pompalayan bir makine olur. Hiçbir işe yaramaz. Hiçbir değer üretmez. İşe yarayıp değer üretmeyen her şey gibi o değersiz ve kıymetsiz bir şey olur.

Onun için değer akıl ve yürekle üretilir. Akılsız ve yüreksiz olmakla hiçbir kazanım elde edilip değer üretilmez.

Ancak okuyup bilip düşünerek yüreğini değerli kılan her (sağ duyulu) akıl sahibi (değer üretip) dünyayı satın alır.

2

Tuesday, 16.12.2014, 10:40

Açık, net, sevgi dolu insanların patikalarda tökezlemesi, yağmurlarda ıslanması, dostane tavırları ve temiz yürekleriyle üzüntülere yolculukları doğal gelir bana hep. Diğerleri gibi hinlik yoktur onlarda, içten pazarlıklı değillerdir, planları yoktur menfaat güden, dostlarına karşı savunmasızdırlar. Kendileri gibi bilir öyle davranırlar sevdiklerine, inanıp güvendiklerine.

Ne yazık ki; en acımasız darbe de bu dostlardan gelir, hazırlıksız yakalanırlar onlara ve onların umursamaz tavırlarına. Unutmam Cesur Yürek filmindeki sahneyi; Mel Gibson bir sahnede savaş alanında yüzünden maskesini düşürdüğü rakibinin en dost bildiği ve güvendiği kişi olduğunu gördüğünde gözleri büyür yerinden çıkacakmış gibi, kaşları düşer, düğüm düğüm yutkunur, ağzından tek kelime dahi çıkmaz, çıkamaz.

Ne yapacaksınız hayat bazen böyle yakalar duyarlı insanları, bazen bir sevi peşinde koşarken düşer dizlerinin üstüne yaralanır, bazen kalkmasına yardım edeceğini zannetiği kişinin eline uzanır itilir, bazen rüyada sesinin duyulmasını ister, çığlık atar duyan olmaz, ağlar birisinin mendil uzatacağını bekleyerek gören olmaz, hastalanır bir sıcak çorbadır beklediği kapıyı çalan olmaz.

Oysa ’’o’’ tüm beklediği şeylerin hepsini yapacağı birini arar yaşam boyu, canını vereceği, teslim olacağı, herşeyi olacağı birini bekler, arar, inanır, tam bulduğunu sandığı ve kendini ona bıraktığı anda bir el kayıp gidiverir saçlarından su damlaları gibi. Bir öğrenebilse, kimsenin kendisi gibi sadık, gerçek, dost, dürüst sevgili olamayacağını, bir anlayabilse.

Sonra, sonra... kapanır midye gibi, sandık gibi kilitli, hatanın kendisinde olduğunu düşünerek, gidene methiyeler düzer haketmediği halde, büyütür gözünde. Aslında tüm derdi ’’kendisinin bu kadar sevdiği, değer verdiği kişi kadar sevgiyi bulabileceği birisiyle karşılaşabileceğine inanmaktır’’ Niçin diğerleri kendisi gibi sevmez? Sorun böylesi bir sevgiye layık değilmiyime kadar gider.

Yaradanın yaradılanı olmak kolay değil, öyle ya büyük bir vakar ile ’’vardır bir sebebi’’ demek nice zordur, etten kemikteniz ya, acır bazen etimiz, incinir kemiklerimiz. İnsan olmak ülfet ama insan gibi yaşamak külfet değil midir onurluca. Bir filozofun ’’Bana insanoğlunun erdeminden söz etmeyin, çünkü bir süre sonra acıkıyor’’ sözü çok hoşuma gider. İnsanoğluna erdemli, ayıplı, kusurlu, nedametli, inançlı olması emredilmiş olsa da, insan olmanın zaafiyeti ağır gelir bazılarına.

Onları insanoğlunun kendi naçiz beyin ve algılamalarıyla oluşturdukları adalete teslim etmek doğru olmaz. Yüce bir adalet kavramına bırakmak daha doğru olur, yani sadece bırakmak, unutmak, yaşamın akışına, o sonsuz kendini birşey zannetme ukalalıklarına bırakmak daha doğru olur. Taa ki, birşey olmadıklarını anlayacakları ana kadar, bu hangi zaman, hangi mekanda olacaksa olsun, en güzeli ve doğrusu haketikleri gibi davranmak; ’’yokmuş gibi’’. Bu çocukların ’’bak sen vurdun ama acımadı’’ tavrı gibi değildir, bir daha vurulamayacak kadar uzak mesafede kalarak, ona gereken, hakettiği payeyi vererek yaşamda.

Ayrıca ’’sen terkettin, beni değersiz kıldın ama, ben dik duruyorum, ayaktayım ne zannettin’’ tavrı da değildir. Yalın ve sade olarak ’’evet yaşamımın bir döneminde vardın, seni çok sevdim, sana çok değer verdim, yaşamımı seninle sürdürmek istedim, sen istemedin, peki, tamam sana küskün değilim, (eğer aldatmadıysa, yalan söylemediyse) seni benim gibi sevenin olmayacağı bir dünyaya bırakıyorum’’ diyerek durumu kabullenmek daha doğru geliyor bana.

Aksi halde insanın kendine eziyeti haz verir hale geliyor zamanla ki, bu sıkıntılı bir durum. Haketmediği methiyelere gerek yok, abartmaya gerek yok, sevgiyi küçümsemek, inanmayı hafif tutmak, güveni sarsmak yok. Karşında ’’Sen’’ diye hitap ettiğin o yüce sevgili yok, artık ’’O’’ olarak var, bir süre sonra da sıfatsız, zamirsiz anılır hale gelecek. ’’Biri’’ olacak ne kadar koyu ve ağdalı olsa da.

Farkında olun ya da olmayın, fiziki yapı, karakter, ruh hali, yaşam tarzı olarak mutlaka siz de birisinin ’’sen’’ isiniz.

1990 yılında vefat eden babamın anneme bir kere bile ’’seni seviyorum’’ dediğini duymadım, hiç dememiş. Ama öyle sevmiş ve değer vermiş ki ’’hanııım’’ diye hitap ettiğinde anneme (annem sağ-75 yaşında) ’’buyur bey’’ demeyi özlüyormuş annem. Ne emretme ne de biat etme var. Fast food yaşam tarzı yordu insanları, kendilerine sunulana yetişemez oldular, yetişmeyi bir maddah zannederek. Eskiye özlem, nostalji döngüsüne atıf yapmak değil amacım. Görünür olmayan nice hitabet tarzları, nice sevgi yakınlıkları, nice dostluk bağları var.

Aslolan hayat, ödülümüzü ceza haline getirmeyelim, ister gırgır anlaşılsın ister basit; börtü böcek, hava güneş, su deniz, iyi kötü, siyah beyaz var bu hayatta. Herkese eşit sunulan tek bir şey var yaşam sürecinde adaletsiz birçok şey varken; ’’sevme yetisi’’ şükür ki ’’unutma kabiliyeti’’ de var izleri kalsa da...



ALINTI

Benzer konular