Giriş yapmadınız.

*Deniz*

Bilge

  • "*Deniz*" bir kadın
  • Konuyu başlatan "*Deniz*"

Mesajlar: 5,865

Kayıt tarihi: Feb 27th 2007

Konum: Kocaeli

  • Özel mesaj gönder

1

Thursday, 16.10.2008, 18:34

Gelebilseydik bir kerecik göz göze Ey Yaşamak!-Senai Demirci



Ayna ve kadın. Tahmin edileceği üzere uzunca bir süredir birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. Kadın güzelleşme telaşında. Dudaklarını kızıllaştırıyor önce. Rujun ucu aynada geziniyor. Yanaklarında utangaç bir allık beliriyor. Fırça aynanın yüzünde geziniyor. Saçlarına geliyor sıra. Takılar aynaya takılıyor. Kulağının aynadaki görüntüsüne bir küpe resmi iliştiriyor. Boynunun göründüğü yere güzel bir gerdanlık çiziyor.
Hayır, hayır! Ayna karşısında bir makyaj değil bu. Ayna üzerinde! Kadın kendisini değil de aynadaki görüntüsünü süslemektedir. Makyajını aynanın yüzüne işlemektedir. Bir o kadar garip, bir o kadar da acı…
Makyajının bittiğini düşünüp gitmeye kalkarsa… Derin bir hayal kırıklığı. Buruk bir hüsran. Tuhaf bir aldanış. Aynaya yapılan makyaj ne aynaya yakışır, ne de ayna karşısında duraklayanda kalır. Kadının yüzüne, saçlarına, kulaklarına, gözlerine yapıştırdığı ziynetler çözülür. Adımını atar atmaz, makyajı dağılır. Ardı sıra gelmez güzelliği. Hepsi ayna üzerinde kalıverir.
Gençliğiyle ve gençliğine denk gelen güzelliğiyle övünen bir insanın da farklı bir şey yapmadığını düşünüyorum. Söz gelimi 2008 yılında gençliği ve güzelliğiyle övünen biri, büyük bir ihtimalle 2008 yılında genç olma sırasının kendisinde olduğunu da biliyor olmalıdır. Biliyor (mu?) Sadece sıranın kendinde olduğunu. Ama sadece sıranın kendine geldiğini. Sıra dediğin gelir de geçer de. Yirmilik delikanlı şimdi aynalara bakıp övünüyorsa, övündüğünden çok yerinme ve utanma da borçlanır. Niye mi? Henüz sıranın kendisinde olmadığı, gençlik ve güzellik sırasının başkalarında olduğu, ancak bir pıhtı halinde var olabildiği, kendisini aynaların bile ciddiye almadığı, “olsa da bir olmasa da bir” “şey” olduğu o günlere, meselâ, 1988 ve önceki yıllara da yazıklanmalıdır. Ve dahi şu anın pıhtılarına, bir çiğnemlik etlerine, düşecek olsa pekâlâ çöpe atılabilir zavallı ceninlerine, meselâ 2018’lerde bir derin mahcubiyet ödeyeceğini hatırında tutmalıdır.
Zamanın üzerimizdeki hükmü bugünler için gençlik olabilir, yaşlılık da olabilir, hayat da olabilir, ölüm de olabilir, henüz doğmamışlık da olabilir. Bu, bir ayna yüzeyine yapıştırılmış/çizilmiş süslerden kendi yüzümüze güzellik devşirmeye benzer. Oysa, aynaların bize yansıttığı bize kalmayacak.. Bir başka yılın aynasında yüzümüzde kırışıklıklar olacak, daha ötede bir aynada ise üzerimize toprak yığını ve en fazla soğuk bir taş düşecek.
Nasibimiz bize kalansa, gençlik de değil nasibimiz, ihtiyarlık da... Ölüm de nasip değil, hayat da. Sahip olmak, sahip olduğumuzun bizde kalmasını, bizim de onda kalmamızı gerektirir. Ama… Zenginlik de yoksulluk da, başarı da başarısızlık da gelip geçer sadece. Bir süreliğine yanımızda tutulur hallerimiz. Karşılıklı iki trenin gelip geçişi gibi. Bir aralık. Bir anlık. Bir yan yanalık.
Şu nebevî gölge meselinde olduğu gibi: “Ben ve dünyanın misali bir ağaç gölgesinde dinlenen yolcunun misali gibidir.” Yolcu olduğunu unutup ağaç gölgesinde ebedî konaklamaya kalksan bile, gölge senin üzerinde kalmaz. Kalkar ve gider.
“Günler insanlar arasında dolaştırılır” der Kur’ân. Demek ki günler kadar asıl değiliz. Günler değil, insanlar gelip geçiyor günlerin önünden. Sabit olan günler, insanlar değişken. Bir nöbetçi gibi şimdilik dikildiğimiz bir kulübeciktir yıllar. Halden hale yuvarlanıyor bedenlerimiz. Eksiliyor. Eskiyor. Yaşadığımız her hâl, bize bir ara uğrayan bir misafir. Seferde hallerimiz. Bizde kalmaya kararlı değil. Vedası kavuşmasında başlıyor her lezzetin.
Saklandığımız haz kuytularında eskidiğimizi unuttururuz kendimize. Her sabahın bir bugünümüzü daha dün ettiğini bilmez gibiyiz. Her nefesin hesaptan düşüldüğünü hissetmeyiz. Kendimizi kendi ellerimizle iteriz unutuşun kuyusuna. Kalbimize uzanan umutlar bir ucuzcu bezirgânın elleri gibi satışa götürür bizi. Avuntu köşelerinde suskun birer sürgündür sevinçlerimiz. Baktığımız her köşede ölü bir deniz. Sanki yüzlerimiz bin kevgir. Üst üste durmuyor haz tuğlalarımız. Vedaları emziriyor gözlerimiz. Ne kadar acı ka(y)nıyor suskunluklarımızın dibinde bir bilseydik. Gelip geçeniz biz. Dökülüyor bir bir metal sevinçlerimiz. Kısalıyor günlerimiz. Uzuyor gölgelerimiz. "yanaşsaydın yandaşım olsaydın bir sığınak /yağmur altında sığındığım bir kerpiç evcik /olsaydın olduğumu anlasaydım oldu olacak/ gelebilseydik bir kerecik göz göze ey yaşamak." (Yusuf Özkan Özburun)
"Ve'l asr. Hüsrandadır insan."

i-rem

Profesyonel

  • "i-rem" bir kadın

Mesajlar: 2,183

Kayıt tarihi: Jun 26th 2007

Konum: Bizim köy hangi sehire bagli, bilmem ki :p

  • Özel mesaj gönder

2

Thursday, 16.10.2008, 20:48

*Deniz*, konu basligini okuyunca bambaska bir beklenti icerisinde okudum yaziyi *itiraf ediyorum :masum:

Hayal kiriklariyla birlikte yasami ögreniyoruz, üstümüzde kalan ve kalmayacak olan makyajlar..
Kendini süslemeyi beceremeyen biri olarak, en azindan yasamimi süslemekten büyük zevk duydum ama düzenledigim bir odanin dagilmasindanda büyük zevk aliyorum *tekrar düzenleyebilecegim cünkü..

Yasam gelip geciyor diye düsünüyoruz fakat yazar'in söyledigi gibi, biz geldik, biz gidiyoruz.. Ne mutlu yüzünde kirisiklariyla mutlu olabilene :up:

Harika yazilar paylasiyorsun, zevkle okuyorum, tesekkür ederim :saril: