Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

201

Thursday, 3.11.2011, 11:42



Küçük kız, annesiyle yürürken birden durdu. Yağmur damlacıklarıyla ıslanan gözlüğünü çıkartarak baktığı şey, babasıyla birlikte bisiklette giden bir başka kız çocuğuydu.
Bisikletin arka tarafındaki minder üzerine oturan kız, düşmemek için babasına sıkı sıkı sarılmış, soğuktan pembeleşen yanaklarını onun sırtına dayamıştı.
Adamın ara sıra yana dönerek söylediği sözler küçük kızı, kıkır kıkır güldürüyordu.

Kaldırımdaki kız bisikletin arkasından bakarken annesi durumu fark edip, “Evdekiler yetmiyormuş gibi gözün hala bisikletlerde” diye çıkıştı. “Ama eğer beğendiysen baban ondan da aldırır…” Küçük kız yumuşak bir sesle, “Bisiklete değil kıza bakmıştım” dedi. “Babası o vaziyette bile kendisiyle sohbet ediyor da…”

Annesi, küçük kızı hiç duymamış gibiydi. Onun kürklerle çevrili şapkasını düzeltirken, “Arkadaşların bu havada bile okula yürüyerek geliyor” dedi. “Halbuki baban işe giderken de olsa birkaç dakikasını ayırıp seni mercedesiyle getiriyor.”

Kızın gözü yine bisikletteydi. Kadın alaycı bir ifadeyle, “İstersen baban da seni bisikletle getirsin” diye devam etti. “Ne de güzel yakışır değil mi?” Küçük kız inci taneleri gibi süzülen gözyaşlarını annesinden saklamaya çalışırken, “Çok isterdim” diye cevap verdi. “Belki de öylelikle babama sarılırdım…”

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

202

Tuesday, 8.11.2011, 19:44



İstanbul'un henüz fehedilmediği zamanlarda Edirne'de bulunan Sultan Mehmet, fetih hazırlıklarını yaparken diğer bir taraftan halkın durumunu kontrol etmeyi ihmal etmiyordu. Ona göre önemli olan milletin birlik beraberlik içinde olmasıydı. Bunu fetihin gerçekleşmesinin şartlarından biri olarak görüyordu. Sultan Mehmet bir sabah kılık kıyafet değiştirip pazara çıktı. Satılan malların kalitesini, fiyat durumunu ve esnafın hâlini kontrol etmek için, Edirne'nin çarşılarını gezmeye başladı. Sultan Mehmet, sokağın başındaki ilk dükkâna girdi.Selam verdikten sonra:

– Bana yarım batman yağ, yarım batman bal ve biraz da peynir veriniz, dedi.

Müşteriyi güleryüzle karşılayan esnaf, selâmı alıp memnuniyetle yarım batman yağı tarttı. Yağı verirken, karşısındakinin padişah olduğundan bihaber konuştu:

– Ağam, dilerseniz bal ve peynir verebiliririm. Ancak ben bu yağı satarak siftahladım. Diğer isteklerinizi de daha siftahlamayan karşı komşumdan alırsanız memnun olurum.

Bu duruma içten içe sevinen padişah karşı dükkana geçti. Yarımşar batman bal ve peynir istedi. Dükkân sahibi yaşlı adam balı tarttıktan sonra:

–Allah'a şükür bugün de siftahımızı ettik. Ancak peyniri henüz siftah etmeyen komşumdan alırsanız sevinirim.

Sultan Mehmet diğer dükkandan peyniri aldıktan sonra:

–Bu millette bu yüksek ahlak varken değil İstanbul Dünya alınır. diyerek çarşıdan mutlu bir şekilde ayrıldı.

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

203

Tuesday, 8.11.2011, 19:59


Müsterileriyle sohbet ederken:
- Şimdiye kadar yüzlerce hayvan kestim!. derdi. Benim için hayvan kesmek, karpuz kesmek gibidir.

Kasap, yılların vermis oldugu alıskanlıkla koyunları bes dakika içinde, sıgırları ise yirmi dakikada kesip parçalar ve canlı bir hayvana bakarak, ondan kaç kilo et çıkacagını sıp diye söylerdi.

Fakat, ah su kuzular yok muydu? Hele son zamanlarda, onları kesmeye bir türlü eli varmıyordu. Kuzu eti isteyen müsterilerine:
- Bırakın su hayvancıkları büyüsünler!. diyordu. Baska bir et yeseniz, ne olur sanki?

Eski müsterileri, kasabın bu sözünden bir sey anlamıyordu. Öyle ya, simdiye kadar dükkandan kuzu eti eksik olmamıstır. Oysa ki adam, bu sözleri bosuna söylemiyordu. Çünkü kuzu denince, gözlerinin önüne altı aylık yavrusu geliyordu. Kıvırcık saçlı, kara gözlü bir kızdı bu ve kasap onu, belki de agzı alıstıgı için “kuzum” diye seviyordu.

Aradan aylar geçti. Kasap, bu süre içinde müsterilerinin giderek azaldıgını fark ediyor ve bunu, kuzu eti satmamasına baglıyordu. Sonunda pes ederek:
- Aman yahu!. dedi. Benden baska yufka yürekli kalmadı mı? Keserim olur biter.

Ertesi gün, diger hayvanlarla birlikte bir tane de kuzu aldı. Önce danayı, sonra koyunu kesti. Bunları parçalarken son derece agır davranıyor ve kuzunun kısa ömrünü, sözde birkaç dakika daha uzatmıs oluyordu.

Sıra ona geldiginde, önemsiz bir is yapıyormus gibi, aklına ilk gelen sarkıyı söylemeye basladı. Kuzu, olup bitenleri bir oyun zannediyor ve baglı olmasına ragmen yerinde zıplıyordu. Kasap kuzuyu yatırıp bıçaga uzanırken, parmagında bir sıcaklık hissetti.
Ve eline baktıgında, öylece donakaldı.

Kuzu onun parmagını, annesinin memesi zannederek emiyordu…

Cüneyd Suavi


TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

204

Tuesday, 8.11.2011, 20:06


Acısını aşmak isteyen bir adam, kendisine yardım etmesi için Budist tapınağındaki bir Ustaya gider. Adam ustaya sorar:”Usta, eğer günde dört saat meditasyon yaparsam, yüksek bilince ulaşmamım ne kadar sürer?” Usta adama bakar ve yanıt verir: “eğer günde dört saat meditasyon yaparsan, belki on yılda yüksek bilince ulaşabilirsin.”

Bundan daha iyisini yapabileceğini düşünen adam yine sorar: “Oh, usta peki günde sekiz saat meditasyon yaparsam yüksek bilince ulaşmam ne kadar zaman alır.”

Usta adama bakar ve yanıt verir : “Eğer günde sekiz saat meditasyon yaparsan, belki yirmi yılda yüksek bilince ulaşabilirsin.”

Adam şaşırır ve sorar:” Ama daha çok meditasyon yaptığım da neden daha uzun zaman alır?”

Usta tebessüm eder.” Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki saatlik bir meditasyonda yapabileceğinin en iyisini yapabildiğin halde, sekiz saat meditasyon yapmaya kalkarsan yorgun düşersin, amacından saparsın ve yaşamdan haz alamazsın. Yapabildiğinin en iyisini yap. O zaman meditasyonun süresinin değil, yaşamanın, sevmenin ve mutlu olmanın önemli olduğunu anlarsın.

Bilge Adam Der ki: Önemli olan “olmak” değil “yapmak” tır. Önemli olan “yapmak ” da değildir, anlamak, bilmek, “çözmektir.” Biz hayat dekoderi olmaya çalışıyoruz…

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

205

Tuesday, 8.11.2011, 20:12


Program yapımcısı televizyon müdürüne telefon ederek:

-Üst Kurul’dan aradılar efendim, dedi. Şu anda oynayan filmin müstehcen olduğunu belirtip ikaz ediyorlar. Bir diyeceğiniz var mıydı?

Müdür:

-Üst Kurul’u falan bırak be kardeşim, diye gürledi, koltuğuna kurul da filmi seyret. Kişisel haklarımıza karışmasınlar.

Program yapımcısı, filmin ortalarında tekrar telefon ederek:

-Bazı vakıflardan aradılar efendim, dedi. Oynatmakta olduğunuz filmin gençlerin ahlâkını bozduğunu ve onları kötü yola ittiğini söylüyorlar. Bir diyeceğiniz var mıydı?

Müdür tekrar gürleyerek:

-Kişisel haklarımıza karışmasınlar yahu, diye tekrarladı. Bizim de çocuklarımız var. Hatta kızım, şu anda erkek arkadaşıyla birlikte seyrediyor bu filmi. Adam, filmin sonunda bir daha telefon ederek:

Karakoldan aradılar efendim, dedi. Kızınız, erkek arkadaşı tarafından tecavüze uğramış. Bir diyeceğiniz var mıydı?

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

206

Tuesday, 8.11.2011, 20:20



Bir arkadaşım vakfımıza gelerek ;

- "Fakir öğrenciler için burs parası topladığınızı duydum, dedi. Ben de her ay bir kişinin masrafını karşılamak istiyorum" dedi...

Teklifini memnuniyetle kabul ettik. Çünkü bütün gayretlerimize rağmen bize başvuran öğrencilerin çok azına yardım yapabiliyorduk. Arkadaşım :

"Paramı vereceğiniz öğrencinin beni tanımasını istemiyorum, diye devam etti. Ben de onun kim olduğunu bilmemeliyim"

Bu hassas insan, burs verdiği öğrenciyi minnet altında bırakmamak ve yaptığı hayırla gururlanmamak için böyle bir şart ileri sürüyordu. Kendisine o konuda teminat verdiğimde, cebinden para dolu bir zarf çıkartarak masanın üzerine bıraktı.

Arkadaşıma teşekkür ederek uğurladıktan hemen sonra odama 18-20 yaşlarında bir genç girdi. Çekingenliği her halinden anlaşılıyor ve sarıya çalan solfun yanakları, konuşurken yer yer pembeleşiyordu. Onu hemen yanımdaki koltuğa oturtarak rahatlatmaya çalıştım. Fakir bir ailenin tek çocuğuydu, üniversiteye yeni başlamıştı ve maalesef de tahmin ettiğim gibi böbrek hastasıydı. Bu yüzden yardıma ihtiyacı olduğunu büyük bir sıkıntıyla anlattı. Masanın üzerine onun için bırakıldığına inandığım zarfı kendisine uzatırken;

"Sen merak etme evlad, dedim. Her ayın başında paran hazırdır"

Bursunun bu kadar çabuk eline ulaşması karşısında şaşkına dönmüş ne diyeceğini bilememişti. Sevinçle yaşaran gözlerini benden kaçırmaya çalışarak zarfı aldı ve dualar ederek iç cebine yerleştirdi. Arkadaşımın gönderdiği zarfları yerine ulaştırıp o mutluluk tablosunu tekrar tekrar yaşayabilmek için artık aybaşlarını iple çekiyor ve rahatsızlığından dolayı gelemediğinde, zarfını aynı fakültede burs alan arkadaşlarıyla gönderiyordum.

Aradan bir hayli zaman geçti. Arkadaşım da yaptığı hayrın makbule geçtiğinden emindi. Fakat çok üzüntülü olduğum bir gün camide karşılaştığımızda;

- "Ben de seni aramıştım, dedi. İşlerim dün sabah nedense birden bozulduğu için artık o zarfı gönderemeyeceğim."

Söyledikleri karşısında hayrete düşmüştüm. Yarabbi nasıl bir tecelliydi bu? Bilemiyordum. Sırtını sıvazlayarak;

- "Allah senden razı olsun kardeşim, dedim. O paraya lüzum kalmadı zaten.
Biraz önce kıldığımız cenaze namazı, burs verdiğin öğrenciye aitti.
Artık ona sadece fatihalar gönderebilirsin..."

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

207

Tuesday, 8.11.2011, 20:36


Ateistin biri, doğa, tabiata hayran kalarak ormanın içinde dolaşmaya başlar.

“Tabiat ne güzel ağaçlar, renkler yaratmış.” diye düşünerek dolaşırken aniden karşısına kocaman, vahşi bir ayı çıkar, ateist adam korkar ve kaçmaya başlar.

Ateist önde ayı arkada koşarken ayı sonunda adamı yakalar altına alır. Ayı tam pençesini kaldırıp adama vurmak üzere iken ateist adam can havli ile ”Allahım yardım eyle” diye bağırır.

Bir anda herşey donar; nehir akmaz, rüzgar esmez, yapraklar kımıldamaz olur. Ayı da pençesi havada öylece donakalır.

Hemen yanıbaşlarında bir ışık belirir, ışığın içinden birses şöyle der:

”Hani sen Allah tanımazdın, şimdi ne oldu?”

Ateist utanarak başını öne eğer. Işıktaki ses devam eder.

“Hadi dile ne dilersen, kabul edilecektir.”

Ateist adam:

“Ben şimdi iman ettim desem buna yüzüm yok, bunu istemeye hakkım da yok, ama bu ayı iman ederse belki benim kurtulma ihtimalim olur, ben ayının iman etmesini istiyorum” der.

Işıktaki ses “dileğin kabul olacaktır” diye cevap verir ve kaybolur.

O anda yeniden rüzgar esmeye, nehir akmaya, yapraklar kımıldamaya başlar.

Ayının ateiste inmek üzere kalkan pençesi yere iner ve sonra ayı iki pençesini göğe doğru kaldırarak şöyle dua eder:

“Ey Allahım senin rızan için oruç tuttum , sana inandım , senin rızkınla orucumu açıyorum.”

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

208

Tuesday, 8.11.2011, 20:46



San Francisco Körfezi'ndeki bir okulda okul müdürü 3 öğretmeni çağırıp şöyle demiş.

" Siz üç öğretmen sistemde en iyi ve en uzman kişilerden olduğunuz için 90 tane seçkin üstün öğrenciyi size vereceğiz.
Bu öğrencilerin gelecek yıl da hızlarını korumalarını sağlamanızı ve çok şey öğrenmelerini bekliyoruz. "

Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne -babaları bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşler.
O okul dönemi hepsinin hoşuna gitmiş ve çok başarılı çalışmalar yapmışlar.

Okul bittiği zaman öğrenciler bütün San Francisco Körfezi'ndeki diğer öğrencilere göre % 20-30 daha başarılı olmuşlar.
Yıl sonu geldiğinde müdür, üç öğretmeni çağırmış ve onlara şöyle demiş.

"Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90'ı sizde değildi.
Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi ve o 90 öğrenciyi sistemden tesadüfen seçtik."

Öğretmenler doğal olarak öğrencilerde görülen başarının kendi istisnai öğretme becerilerine bağlanması gerektiği sonucuna varmışlar.

Müdür devam etmiş;

"Bir itirafım daha var demiş. Siz de en parlak öğretmenler değilsiniz.
İsimlerinizi bir şapkanın içine doldurduğum kağıtların arasından rasgele seçtim.

Siz inandığınız için başarılı oldunuz . . ."

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

209

Tuesday, 8.11.2011, 20:55



Ünlü bir dokumacının özenle dokuyup sattığı bir top kumaşta bir kusur görülür ve dokumayıca iade edilerek bedeli geri istenir.

Dokumacı parayı verir fakat iki damla yaş süzülür yanaklarından.

Sorarlar:

Niçin ağlıyorsun? Kumaşı verdik diye bu kadar üzüleceksen alıp gidebiliriz. Paranda sende kalır.

Dokumacı cevap verir:

Hayır kumaş için ağlamıyorum. Onun bir kusuru görüldü ve geri çevrildi. Fakat, ya ömür boyu yaptıklarım . . .

Allaha arzolunduğunda böyle bir kusur yüzünden geri çevrilecek olursa, halim nice olur benim? Bir an bunu düşündüm de ağladım.

Hayat kumaş gibi değil ki, düzeltilsin ya da tekrar dokunsun!

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

210

Tuesday, 8.11.2011, 21:06


Anaokulunun son günü küçük öğrenciler öğretmenlerine hediye verdikleri bir parti düzenler.
Çiçekçinin oğlu öğretmene bir hediye paketi uzatır. Öğretmen paketi yavaşça sallar eliyle tartar ve :

- Sanırım bu bir buket çiçek.

- Doğru. Nerden bildiniz öğretmenim?

- Şey, tahmin ettim.

Sıradaki öğrenci şekercinin kızıdır. O da öğretmene bir hediye verir.
Öğretmen gülümseyerek paketi alır, eliyle tartar ve hafifçe sallar:

- Sanırım bu bir kutu çikolata.

- Aaa, nerden bildiniz öğretmenim?

- Şey, bir tahmin sadece. Nasılsa tuttu işte.
Bir sonraki hediye Tekel bayisinin oğlundan gelir. Öğretmen paketi alır ama alttan küçük bir sızıntı vardır.
Paketi tutarken parmağı ıslanan öğretmen yavaşça parmağını diline sürer:

- Bu şarap olabilir mi?

- Hayır öğretmenim! diye bağırır çocuk heyecanla.
Öğretmen tekrar sızan yerden bir damlayı parmağıyla alıp tadına bakar:

- Şampanya öyleyse.
Daha da heyecanlanan çocuk ..
- HAYIR öğretmenim!
Öğretmen sızıntının bir daha tadına bakar:
- Tamam. Pes ediyorum, bilemeyeceğim. Nedir bu ?
Çocuk neşeyle haykırır:
- Bir köpek yavrusu!

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

211

Tuesday, 8.11.2011, 21:56



Köyün birinde arıcılıkla uğraşan bir ailenin beş altı yaşlarındaki çocuğu yemeden içmeden kesilivermiş. Su ve bal dışında bir şeyin yüzüne bakmıyormuş. Ne ekmek, ne süt, ne şeker kesinlikle yemiyormuş. Ailenin, akrabaların, arkadaşların, tüm köy halkının çabaları işe yaramamış. Ufaklık balı parmaklıyor, başka hiçbir şeyi ağzına koymuyormuş. Gitikçe zayıflayan çocuğu doktor doktor, hoca hoca gezdirmişler. Büyülere, telkinlere götürmüşler. Para etmemiş. Çocuğun gözü baldan başka bir şey görmüyormuş. Tabii ağzı ve midesi de öyle...

Sonra bir gün bilen kişiler bir erenden övgüyle bahsetmişler. Her gün bir kapıya giden aile, iskelete dönen çocuğu alıp eren kişinin kapısına varmış. Yaşlı adam onları uzun uzun dinledikten sonra bir iç geçirmiş ve demiş ki:
- "Bilmiyorum, belki elimden bir şey gelir ama bana on gün müsaade etmeniz gerekir. Yine de size söz veremem. On gün sonra ne olur bilemem. Belki bir yardımım dokunur."
Ailenin tüm ısrarlarına rağmen yaşlı adam on gün sonra görüşmek üzere onları yolcu etmiş.

On gün boyunca çocuğu kapı kapı gezdiren, ufaklığın hiçbir telkin tınmayan sabit bakışlarını ve iyice güçsüzleşen bedenini umutsuzca izleyen aile, on gün sonra yaşlı adamın karşısına çıkmışlar. Yaşlı adam sabırsızlıkla kendisine bakan anneyle babanın elinden çocuğu tutup yanına çekmiş, ona şöyle bir bakmış:
- "Baldan başka şeyler de yeniyor, daha iyi oluyor..." demiş ve bir parça ekmek uzatmış. Çocuk da başını sallayıp ekmeği kemirmeye başlamış.

O günden sonra her şeyi yemeğe başlayan çocuğun ailesi bayram etmiş tabii. Ama babası bir yandan da büyük bir meraka düşmüş. "Bu dervişin söyledilerini bin kere başkaları da söyledi. Daha güzel, daha etkileyici laflar edenler de oldu. Ama çocuk niye bu adamı dinledi? İhtiyardaki keramet nedir? Dur hele... Belki işime yarar... İşin sırrını öğrenirsem herkese istediğim her şeyi yaptırırım" deyip yaşlı adamın peşine düşmüş. Onu görür görmez dolambaçlı yollardan sorusunu sormuş.

Derviş bu karmaşık laflar içindeki soruyu farkedince gülümsemiş. "Basit" demiş. "Ben de bal düşkünüyüm. Kulübenin arkasında iki kovan var. Bazı günler sadece bal yiyorum. Başka şey yemek hiç canım istemiyor. Zorunluluktan yiyorum. Siz çocuğu getirdiğinizde ağzımdan çıkan sözün sahibi olmak için on gün müsaade istedim ve on gün ağzıma bal koymadım. Zor oldu ama başardım. Gördüm ki baldan başka şeyler de yenirmiş. Bunu söyledim. Çocuk benim kendi söylediklerime yürekten inandığımı hissetti. Bu nedenle inandı" demiş ve keramet avcısı babanın gözlerine bakıp sözlerini şöyle bitirmiş:

"Yürekten akan sözler yüreğe akar. Ağızdan çıkan sözler ise bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar..."

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

212

Tuesday, 8.11.2011, 22:12



Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:

— Bu şehirde benden fakir insan yok! demiş Bana biraz yardım eder misiniz?

Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:

— Demek fakirsin! demiş Hem de çok fakir Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil! Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir

Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını Ama adam ciddî görünüyormuş Kadına bir kese altın uzatıp:

— Ayak parmağına da razıyım! demiş Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem

Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:

— Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş Biliyorsun zamanla yenisi çıkar

Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:

— Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım! diye bağırmış.
Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun...

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

213

Tuesday, 8.11.2011, 22:19



Yaşlı adam, delikanlının cebine bir şeyler bırakırken:

- "Allah senden razı olsun evladım", dedi. "Bu ihtiyarı yeniden doğmuş gibi sevindirdin. Şu ufak hediyemi alırsan, daha da sevindireceksin."

Delikanlı, yapmış olduğu iyiliğin makbule geçeceğini daha işin başındayken biliyordu. Yol kenarında ağlayan dört-beş yaşlarındaki çocuğun kaybolduğunu anlamış ve onun nereden geldiğini soruşturduktan sonra, bir taksiye bindirip evine getirmişti.

Fakat delikanlı, aradığı evi bulduğunda büyük bir hayal kırıklığına uğradı.

Yol boyunca gözü önünde canlandırdığı yüzme havuzlu ve uydu antenli villanın yerine, karşısında derme çatma bir gecekondu duruyordu. Üstelik kapıyı da çocuğun dedesi açmış ve torununa hasretle sarıldıktan sonra, kendisine teşekkür edip cebine bir kaç kuruş bırakmıştı.

Delikanlı, sohbet sırasında çocuğun anne ve babasının kaza sonucunda vefat ettiğini öğrenmiş ve yaşlı adamın bir ara ağlamasından istifade ederek cebine konulanları kontrol etmeyi becermişti. Üç beş tane bozuk para, koskoca ceket cebinin köşesini bile doldurmuyordu.

Evin haline bakılırsa, yaşlı adam oldukça fakirdi. Ama hiç olmazsa taksi parasını karşılayacak kadar bir bahşiş veremez miydi?

Delikanlının yüklü bir hediyeyle “yolunu bulma” hayalleri yıkılmış ve içinde bir şeyler kıpırdanmaya başlamıştı. Anlaşılan tahammül edilemeyecek derecede cimri bir ihtiyar ile karşı karşıyaydı ve ona mutlaka bir ders vermesi gerekiyordu.

Yaşlı adamın yüzüne dik dik bakarken cebindeki bozuklukları avuçladı ve çocuğun ayakları dibine fırlatarak :

- Git de kendine oyuncak al ufaklık, dedi. Böylelikle cömertlik nedir öğrenmiş olursun.

Yavrucak yere eğilerek paraları topladığında, delikanlının gözleri yerinden çıkacak gibi oldu.

Çocuğun küçücük avuçlarında, dört-beş tane altın lira parıldıyordu...

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

214

Tuesday, 8.11.2011, 22:29



‎1400 yıllarında 18 çocuklu bir ailenin
resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan ikisi sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar.
Aile ise bu durum karşısında çaresiz.
Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler. Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kura çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar veriyorlar.

Albert ve Albrecht arasındaki bu kurada okula giden dönüşte kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktı.
Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim evlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder.Okulu birincilikle bitirir. Eve büyük bir gururla döner.Ailesi onun onuruna güzel bir yemek verir. Kendisini öven konuşmalardan sonra söz alır ve kendisine bu fırsatı veren kardeşine teşekkür eder.

Şimdi sıranin onda olduğunu ve okumaya göndereceği kardeşi için madende çalışmaktan büyük gurur duyacağını söyler. Kardesinin yanıtı ise;

-İmkansız sevgili kardeşim şeklindedir.
Seni okulda okutabilmek için çalıştığım senelerde bütün parmaklarım madende defalarca kırıldı ve değil kalem tutmak,senin şerefine şarap kadehini bile zor tutuyorum.

Albrecht kendisini dünyanın en ünlü Ressamları arasına sokan o ellerin, kardeşinin ellerinin resimini çizer. Bütün dünyanin Praying Hands (Dua eden eller) olarak bildigi asıl ismi Hands (Eller) olan resim Albrecht Durer'in kardeşinin elleridir.

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

215

Tuesday, 8.11.2011, 22:34



Mahkemede bir cinayet davası görülüyordu. Adamın katil olduğu hemen hemen kesindi, bunu gören davalı avukatının aklına bir şeytanlık geldi.

“Bayanlar baylar. Hepinize bir sürprizim var” diyerek saatine baktı. “tam bir dakika sonra, müvekkilim tarafından öldürüldüğü iddia edilen kişi bu mahkeme salonundan içeri girecek.”

Bunun üzerine hakim, seyirciler, bütün kafalar mahkeme salonunun kapısına döndü. 1 dakika geçti ve hiçbir şey olmadı. Bunun ardından avukat:

“Bakın “ dedi. “Ortaya bu iddiayı attım ve hepiniz heyecan içinde kapıya bakıp 1 dakika boyunca beklediniz. Bu gösteriyor ki gerçekten ortada bir ölü olduğuna ve dolayısıyla müvekkilimin katil olduğuna sizler tamamiyle inanmış değilsiniz.”

Ve bu sözün ardından hakim kararını açıkladı ve adamı suçlu buldu. Avukat şok içinde:

“Ama nasıl olur ? Az önceki gösteriden hepiniz etkilendiniz hepinizin kapıya baktığını gördüm!”

Hakim:

“Evet doğru hepimiz baktık.”dedi. “Ama müvekkiliniz bakmadı.”

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

216

Monday, 14.11.2011, 16:24



Adamın biri parasını sakladığı yeri unutmuştu. Ne kadar düşündü ise günlerce aramasına rağmen parayı sakladığı yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Benim bu derdime bir çare bulursa o bulur diyerek doğru imam-ı azam hazretlerinin huzuruna gitti.

İmam-ı azam dedi ki:
“Bu senin meselen fıkıhla ilgili değil ama, yine de sana bir akıl vereyim: Sen git bu gece sabaha kadar namaz kıl, ümit ediyorum ki, par...anı koyduğun yeri hatırlarsın.”

Adam o gece sabaha kadar ibadet etmeye karar verip abdest aldı, namaz kılmaya başladı. Daha gecenin yarısı bile olmadan parayı koyduğu yeri hatırladı. Namazı bıraktı, doğru parayı koyduğu yerden alıp yattı.

Sabah olunca imam-ı azama, (Allah senden razı olsun, bu derdime de çare buldun. Daha gecenin yarısında parayı koyduğum yeri hatırladım) deyince, Hazret-i İmam, (Keşke sabaha kadar ibadete devam etseydin. Çünkü şeytan senin sabaha kadar ibadet etmene tahammül edemediği için daha gecenin yarısında sana hatırlatmış. Sabaha kadar da şükür namazı kılsaydın daha iyi ederdin. Sen parayı bulunca namazı bıraktın) dedi...

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

217

Monday, 14.11.2011, 16:45



Para sıkıntısı çeken bir adam, patronundan yardım ister. Patron ise onunla iddialaşır: eğer bir dağ başında bütün bir gece tek başına kalabilirse büyük bir ikramiye alacaktır. Yok başaramazsa o zaman patrona bedava çalışacaktır. Dükkandan çıkarken dışarıda buz gibi bir rüzgar estiğini görür. İçine bir korku düşer ve iddiaya girmekle bir delilik yapmadığından emin olmak için en iyi arkadaşı Aydi’ye akıl danışmaya karar verir.

Aydi biraz düşündükten sonra cevap verir; “Sana yardım edeceğim. Yarın sabah dağın tepesine çıkınca hep ileriye bak. Ben komşu dağda senin için harlı bir ateş yakıp bütün gece bekleyeceğim. Ateşi seyret, arkadaşlığımızı düşün, için ısınsın. Sen istediğini elde edeceksin, sonra benim de senden bir isteğim olacak.”

İşçi iddiayı kazanır, parasını alır ve sonra arkadaşının evine gider: “Benden bir şey isteyecektin.”

Aydi karşılık verir: “Evet, ama derdim para değil. Söz vereceksin, eğer günün birinde hayatımda buz gibi bir rüzgar eserse sen de benim için dostluk ateşini yakacaksın.”

Paulo Coelho

[Sizin için ateş yakacak dostlarınız olabilmesi dileğiyle]

Poula Coelho

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

218

Tuesday, 15.11.2011, 11:02

Hardal Tohumu



Tek oğlunu kaybeden üzüntü içindeki çinli kadın bir din adamına gider ve hangi duaları etsem, hangi büyüleri, sihirleri yapsam oğlumu bana geri getirir? diye sorar.

Ona birkaç teselli sözü söyleyip, geri yollamak yerine; din adamı, bana asla acıyı tatmamış bir evden, bir hardal tohumu getir. Onu, senin yaşamından acıyı yok etmek için kullanacağız der.

Kadın hemen bu büyülü tohumu aramaya başlar. Çok güzel, kocaman bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar. Asla acıyı yaşamamış bir ev arıyorum. Burası öyle bir yer mi? Bu benim için çok önemli diye sorar.

Onu içeriye alırlar ve sen yanlış yerdesin; diye söze başlarlar. Daha sonra son günlerde başlarından geçen tüm trajik olayları anlatmaya koyulurlar.

Kadın kendi kendine düşünür. Bunlar benden daha acılı, bunlara birinin yardımcı olması gerekir. Ve orada kalıp onlara yardımcı olmaya karar verir.

Daha sonra başka evler aramayı sürdürür, acısı olmayan. Ama nereye gitse herbirinden acı dolu binbir hikaye duyar.
Ancak insanların acılarını azaltabilme işine öylesine kendini kaptırır ki neredeyse oğlunun acısını ve onu unutturacak olan hardal tohumunu aramayı unutur.
Böylece yavaş yavaş acı onun yaşamına karışır gider...

TurkEce/GnL

[Forum Ablası]

  • "TurkEce/GnL" bir kadın
  • Konuyu başlatan "TurkEce/GnL"

Mesajlar: 47,568

Kayıt tarihi: Sep 16th 2010

Konum: TC İstanbul/allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

219

Thursday, 17.11.2011, 14:21



Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye “Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu. Öğrenci, bir süre düşündükten sonra, “Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım.

Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak, “Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.

Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi. Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti. “Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci utana sıkıla, “Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.

Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:

“Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir.”

Melye

Yönetici

  • "Melye" bir kadın

Mesajlar: 23,454

Kayıt tarihi: Feb 6th 2010

Konum: ...HiÇ...

  • Özel mesaj gönder

220

Wednesday, 23.11.2011, 13:58



Necip Fazıl vapurla Karaköy'e geçerken, yanına biri yaklaşıp:

"Üstad", diye sormuş "Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik"

Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:

"Ne diye vapura bindin ki, yüzerek geçsene karşıya"...