HER BEYAZ SAYFA ISSIZ BIR ÖLÜMDÜR
Her beyaz sayfa ıssız bir ölümdür sevgili. Öylesine yoğun yaşıyorum ki şu hayatı, en çok beni yokluğun üzse de gözlerimi kaybetme korkusuyla ağlayamıyorum artık ve sıkıldıkça mengeneye dönüşen bedenimde ruhumun duygusuzluğu çığırından çıkıyor. Sevdiklerim ölümle gelince üstüme, elime aldığım her yeni sayfanın beyazlığında karalandıkça duygular, benim kaç kelimede kefen giydiğimi bilmiyorlar ve ben her kefen giyişimde yazarken sensizliği; erkek olduğunu keşfeden yeni yetme toy bir çocuğun kadınsı bir ruhun üstünde yaşadığı medcezirden aldığı zevk gibi zevke bulanıyorum. Oysa bilmezsin her beyaz sayfaya nakşettiğim kelimeyle bir neşter vuruşu ruhumu kanattığımı…
Bembeyaz sayfalara yatırıyorum ruhumu ve her kelime bir neşter kesiği, her cümle bir şarapnel gibi saplanıyor kanatıyor ruhumu ve ben kan ağlarken ruhum, benim yerime dökerken gözyaşlarını babamı görüyorum karşımda… Cılız ışıklı bakışlarında mürüvvetimi görmek isteyen bir babanın sönmek üzere olan torun umudunu gördükçe bildiğim tüm kelimeleri, mecburiyetlerim yüzünden unutmak istiyorum. Mecburiyetlerim kilit vuruyor dilime, konuşamıyorum. Sensizliğim ellerimde kelepçe, annemin gelin sevdasının yükü yüreğimde… O an bu dünyayı yakasım geliyor, o an canımı annemin avuçlarına bırakasım geliyor. Olmayan, hiç karşıma çıkmayan senin bir gün bedeninle değil de ruhunla bana gelme ihtimalinde sana verilmesi için… Ne istiyorsunuz sevdiklerim? Tebessümlerim size ağır geliyorsa eğer, bir tekmelik sandalye düşüşlerine gizlenen ruhum yokluğuyla mutluluk verecekse size, mutlu olacaksanız hayalim gibi gerçekliğimin yok oluşundan, yaşattığınız her beyaz sayfada ölmek yerine bin kere, bir defa ölmeleri yeğlerim siz mutlu olun diye ama gözümün sevdaya nazır ne kadar kara olduğunu bilmiyor ve nezaketen gülümsüyorsunuz bana. Bendeki cesaretin şiddetini bilmeden! Hayatınızdan sonsuza dek çekip alsam bedenimi, toprağa sarılmış varlığımla daha mı mutlu olacaksınız yahut sen sevgili huzura mı bulanacaksın ben toprağa sarılırken, söylesenize… Söylesene…
Kendi filminde acemi bir oyuncuyum şimdi, her karede bir yalnızlık, bir hüzün ve atılan her adımda size dökülen gözyaşı gizli, en çokta sana ağlıyorum karşıma hiç çıkmayan, bana hiç güvenmeyen, yazılarımda, şiirlerimde kendini hiç bulamayan, kendime saklarken seni ömrüm gibi hayallerimi, umutlarımı düşünde tükettiğim sevgili, neden anlamıyorsun beni.
Her gün yorgun bedenimle geldiğimde eve yine aynı işkenceyi yaşıyorum, elim kolum zincirleniyor, ayaklarım bağlanıyor, ölüm dikiliyor karşıma, babam gözümün içine bakıyor yalvarırcasına, annem kelimeleriyle vuruyor beni en zayıf yerimden, beni sevdiğini söyleyen ler, ayakkabıcısından boyacısına, simitçisinden amirine, memurundan hakimine, doktorundan çiftçisine, beni seven herkes yalnızlığıma bir yama buluyor, makam müptelası kiralık dostlarım yalnızlığımı makamsal renklerle boyuyor gözlerimi boyamak istercesine, sevdiklerim hele canımdan çok sevdiğim iki yüce varlık alıp cümlelerin en keskin kılıcını “Bizler öldükten sonra evlenirsin artık” diye isyanlara sarılıyor, ruhum daralıyor babamın torun sevmek gibi masum isteğine cevapsız, yarım kalınca… Ve sokaklardaki karanlık beni kendine çağırırken, ben şiirlerde kazıp mezarımı, beyaz sayfalarda bir kelimelik neşter darbesiyle kesiyorum her yeni günde ruhumun şah damarını… Nefessizim ve sınavın en zorundayım yine. Hâlbuki bir sınavdan yorgun çıkmıştım daha yeni. Dayanamıyorum, ne olur konuşan herkes bir nebze beni seviyorsa sussun, aramasın beni kimse, çalmasın telefonlarım, kapatın perdeleri lütfen, güneş girmesin, yaşamayı hatırlatmasın bana, her Allahın günü istemediğim bir kadın siluetiyle çıkmayın, mecburiyetlerim dilime kilit vururken mecburiyetlerime gömmeyin. Susun artık, susun yeter! Anlamıyor musunuz, dayanamıyorum!
Yudumladığım çayım baldıran ağısına dönüşüp zehirlerken kanımı, anam yanımda suskunluğuyla beni yaralarken üzgün gözlerle, ne yazdığımı merak ediyor, şüphe tüketiyor onu “Acaba beni mi yazıyor?” düşünceleri içinde… Ben yanımda bana küs, benimle oturmayan babamı özlüyorum bir el uzatımlık yakınken, aynı çatı altındayken ve babalarına sarılan çocukları görünce gözlerim doluyor ama doktorun gözlerimi kaybetme ihtimalini söyleyişi aklıma geliyor ağlayamıyorum. Babamı özlüyorum, beyaz sayfalarda can verirken…
Bildiğim tüm kelimeleri unutmak, hiçbir ses duymamak, hiçbir rengi görmemek, kimseyle konuşmamak istiyorum. Her beyaz sayfada sensizlik yüzünden ıssız ölümleri yaşarken, bir kadın sevdiği adama tutkuyla sevişmek istediğini fısıldıyor, bir adam karısına sevdiğini söylerken aklında gün içinde tanıştığı mini etekli kadınla aldatıyor o sevdiği insanı, bir yerde maskeleri düşüyor insanların, başka mekânlarda insanlar oynuyor, loş ışıkların altında insanlar yerden topladığı düşmüş maskeleri takıyorlar bir bir ve ben en masumunu seçiyorum. Beyaz sayfalarda her kelimede bembeyaz kefeni giyip ıssız ölümleri yaşıyorum.
Çünkü her beyaz sayfa ıssız bir ölüm, her şiir mezarım gül yüzlüm. Huzur denizlerinde her nerdeysen benim adıma dualarla yüz. Çünkü ben huzursuz ve mutsuzum yalnızlığım kadar… Ve hiçbir kadın siluetini istemiyorum beyaz sayfalarda ölümüme şahit, hiçbir kadının kokusunu benim olmayan bu hayatın içinde mecburiyetlerim kilit vururken ve zincirlediği dilimi kanatırken şiirime sinmeyecek, neşter izlerinde bir kadının ruhunu saklamayacak mısralarım. Çünkü acılarıma ve beyaz sayfa ölümlerim ancak bana yeter ve dar gelir bir kadına… Hayat buysa, üstü kalsın be gülüm. O yüzden bu zamana dek çıkmadın madem karşıma, bugünden sonra neredeysen orda kal sevgili!
Alıntıdır<<