Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

romantik.ser

Profesyonel

  • "romantik.ser" bir erkek
  • Konuyu başlatan "romantik.ser"

Mesajlar: 897

Kayıt tarihi: May 15th 2011

  • Özel mesaj gönder

1

Wednesday, 12.12.2012, 00:51

Aşk: Üç Harf ile Beş Nokta

Neden mi üç harf beş nokta. Çünkü aşk ya da ışk kelimesi ayn, şın ve sad harflerinden ve bu harflerin üzerindeki üç noktadan müteşekkilde ondan.

Harflerle sınırlı, noktalarca sınırsız…Dur-durak bilmeyen, engel tanımayan. Girdiği her yerde baş tacı. Sultanlar sultanı, gönüller ilacı. Hükümranlığı ile dillere destan. Bütün canlar O’ndan, O’nunla, O’na hayran. Aşk deyince sarsılır âlem. Ne arş kalır, ne kürsî ne de levh u kalem. Serâpâ kaplamıştır her yanı. Görünen, görünmeyen ne varsa hepsine can.

Cana can katan ölümsüzlük iksiri, tüm canlara cânân. En kutsal yasa, en büyük tasa ve en küçük; devâsâ. Aşk; hareketsiz sükun, sükunetsiz hareket. Aşk; kelimelere sımayan bereket. Aşk; dibi görünmeyen bir derya.

Yusuf’un güzelliğine tutulan Züleyha. Kimi zaman Ferhad, kimi zaman Şîrin, kimi zaman Mecnun ile Leylâ…Ne uzunluk, ne derinlik, ne de genişlik. Noktanın sonsuzluğu bu! Noktanın sonsuzluğu kadar AŞK, AŞK’ın sonsuzluğu kadar nokta.

Her şey bir noktadan sudur eder, her şey bir noktada sükun bulur. Varını-yoğunu AŞK’a verdiren bir yoksulluk macerası bu! AŞK’ın hükmüne râm olan Aşk süvarilerin yolculuğu bu! Aşk’ın Hükümranlığı ile Aşk’ın kılavuzluğunda…

Aşk geldi kan gibi, damarlarıma, derime doldu.
Beni benden aldı, varlığımı sevgiliyle doldurdu.
Vücudumun bütün cüzlerini dost kapladı.
Benden bana kalan bir ad ancak. Ötesi hep O…

Mesnevî’de şöyle bir hikaye anlatılır: Bir gün bir âşık sevgilisinin kapısına gidip kapıyı çalınca, sevgilisi içerden seslendi: “Kapıyı kim çalıyor? Kim o?” Âşık cevap verdi: “Ey yüce sevgili! Kapına gelen benim, ben zavallı kölen.” Sevgili öfkeyle bağırdı: “Çekil git kapımdan. Sen daha olgunlaşmamışsın. Bu sofrada hamlara yer yok. Bu ev küçük, iki kişi sığmaz.”

Zavallı adam çaresiz ayrıldı. Tam bir yıl o sevgilinin ayrılığına dayanıp dolaştı durdu, kavrulup pişti. Bir sene sonra sevgilisinin kapısına geldi. Heyecanla kapıyı çaldı. Sevgili içerden seslendi: “Kimdir o? Kim çalıyor kapımı?”

Çaresiz âşık perîşan bir halde cevap verdi: “Ey cana can katan sevgili! Ey bir bakışıyla binlerce âşığı perişan eden gönül avcısı! Kapını çalan “SENSİN! SEN!” Sevgili gönül okşayan bir sesle, “Mademki Sen bensin. Ey Ben! Gel içeriye, gönül evi burasıdır. Oraya iki kişi sığmaz!” dedi.

Âşık maşukunun kulu, kölesidir. Aşıkın sahip olduğu her şey sevgilisine aittir. Gerçek aşık Mevlası karşısında hiçbir şeye malik olmadığını idrak edendir. Kul kendi varlığının gerçek sahibinin de Mevlası olduğu şuuruna varınca yokluk mertebesine ulaşır. Yokluğa eriştiğinde ise geriye sadece Mevlâsı kalmıştır. Böyle bir yokluğun fânisi Ahmedî, cümle varını dosta veren yoksullardandır:

Vârımı ol dosta verdim hânumânım kalmadı
Cümlesinden el yudum pes dü cihânım kalmadı

Yani sahip olduğum her ne var ise o dosta, sevgiliye verdim. Evim, barkım kalmadı. Tamamından elimi eteğimi çektim. Sonra öyle bir hale geldim ki; her iki âlemden de (dünya ve ahiret) uzağım artık.

Bu dünya pazarında sermaye altın, gümüş ve paradır. Bir kimsenin bunlar olmadan bir şey almaya gücü yetmez. Hakikat pazarında ise sermaye aşk, muhabbet ve bunun neticesinde elde edilen yokluktur. Bunlar olmaksızın da hakikat pazarından bir meta almak mümkün değildir. Bu meydanda altın, gümüş ve ipek elbiselere kul olanların, hakikat pazarında yeri yoktur.

Çünkü aşıklık menzilinde varlık, yolculuğa en büyük engeldir. “Bütün alem bu sebepten yolu şaşırdı.” buyuruyor Hz. Mevlana ve devam ediyor. “Çünkü yok olmaktan, varlıklarını yok etmekten korktular. Halbuki o yokluk onlara felâh getirdi. Saadetle dirilmek isteyen kimseye iradesiyle ölmek lazım geldi.”

Mustafa Sâfî Hz.leri “Sen çık aradan, Kalsın seni Yaradan” diye terennüm ederek mahv-u perişan olmaya mahkum bulunan bu suret aleminde ölmeden evvel öl, yani bütün beşeri hallerinden ve emellerinden soyun “yaradan kalsın” demek istiyordu. Nitekim “Ete kemiğe büründüm, Yunus oldum göründüm” diyen zat-ı şerif de koca kitapların özünü iki cümlede tamamlamıştı.

Gönüllerde aşk dalgalanmalı kabarmalı. Varlık şehirleri yıkılıp yağmalanmalı. Yokluktan aşkla yola çıkan yolcunun gecesi her vakit vuslat lambasıyla aydınlanır. Ahmed Gazâli, şu sözlerle hakikat yolcusuna yol gösteriyor: “Bizim binitimiz yokluktan aşkla yürüdü. Gecemiz her zaman vuslat lambasıyla aydınlıktır.”

Gecesini vuslat lambasıyla aydınlatanların kalbi, o parlayan sonsuz ışık karşısında tıpkı altının civada erimesi gibi erimiş, benliğini yok etmiştir. “Yoldaki engel sensin Hafız, kalk ortadan!” diyen şair Hafız da içindeki varlık duygusunu kovmak ve yoluna devam edebilmek için kendine seslenmektedir.

Hakikat yolcuları kendileri ile uğraşmaktan ve iç alemlerine yönelmekten dolayı etraflarında olup bitenlerden dahi habersizdirler. Maşuktan başkasıyla ilgilenmekten haya ederler. Yâre giden yolda yolculuğu aksatacak, vuslatı geciktirecek her ne var ise ondan uzak durmaya çalışırlar.

O kimseler, Allah’ın bütün hareket ve davranışlarını izlediğini bildikleri için Allah’tan utanır, tevazu ile boyun eğerler. Allah’tan utandıkları için bir kez olsun başlarını gökyüzüne doğru kaldırıp bakamazlar.

İmam-ı Hasan bir meclis kurmuş. Bir mesele üzerinde Hz. Ali’nin haklı hareketini haksız bulanlara karşı müdafaaya geçmiş. Nihayet karar verilmiş “En bîtaraf hakem dağlarda gezen Mecnun’dur. Çağırıp onun hakemliğine müracaat edelim” demişler. Çağırmışlar, derinden derine meseleyi ona açmışlar. Anlatmışlar karar bekliyorlar. Mecnun etrafına bakınmış. “Vallahi demiş bu meselede Leylâ haklıdır.” Neden böyle söylemiş Mecnun çünkü o hep Leyla’sı ile meşgulmüş de ondan. Hep alışverişi Leyla’sı ile. Aşıklar böyledir işte..

Bir meclise bir zatı davet etmişler, bakmışlar ki gömleği kirli. Birisi demiş ki “yahu şu gömleğini bir yıkasana.” Cevap vermiş “yıkıyorum yine kirleniyor.” Öteki “yine yıka” demiş. O zat da “yine kirlenecek” demiş. Öteki “yine yıka” deyince, “e birader biz bu âleme boyuna gömlek yıkamaya gelmedik ya yapacak başka işlerimiz de var” demiş.

Hakikaten bu aleme boyuna gezmeye gelmedik, yiyip içmeye, yatıp kalkmaya gelmedik. Bu âlem de bir de huzur ve aşk neşesi var onu tatmadıktan, ona devam edip sevmeyi, sevilmeyi öğrenmedikten sonra dünyanın ne kıymeti var değil mi?

Hz. Mevlana’ya bir talebesi “aşk nedir?” diye soruyor. O da ayağa kalkıyor., sağ avucunu semaya sol avucunu yere baktıracak şekilde uzatıyor, boynunu sola büküp sağa bakıyor ve dönmeye başlıyor. Kendisi mihverde dönerken talebeleri de hem kendi etraflarında, hem de Hz. Mevlana’nın etrafında dönüyorlar. Güneş manzumesini tanzir ediyorlar. Ve o kişiye cevâben aşkın tarifinde “Ben ol da gör” buyuruyor. Yani aşk, ancak yaşanılarak anlaşılabilen bir mefhum. Aşk öyle ağır, öyle ağır kurşundan bir yüktür ki, dağlara yüklesen dağlar kaldıramaz.

Aşk tarif edilmez. Ancak âşık olmakla onun hakikati anlaşılır. Harfler ve kelimeler onu tarifte acizdir. Malum ya sözleri tanzim eden akıldır. O aciz kalınca sözün zuhuruna meydan kalır mı? Yine Mevlana aşk aleminde “Akl-ı maaş yani yemek içmek gibi maddi şeyleri düşünen akıl, çamura batmış eşeğe benzer” diyorlar. Diğer taraftan Fahr-i âlem Efendimiz: “Akıl, ubudiyyeti eda içindir. Rububiyyeti idrâk edemez.” buyuruyor.

Osman Kemâlî Efendi aşk hakkında neler söylüyor:
Aşksız âlemde âdem olmanın imkânı yok
Dert devâdır âşıka bîdertlerin dermânı yok
Aşktır her müşkülün miftâhı, fethi fâtihi
Aşk sergerdânının bil müşkülü, âsânı yok
Nârı unsur nûr-ı aşk ile olur gülzar-ı tâm
Server-i hûbân-ı aşkın nûru var nirânı yok
Sen seni bilmek dilersen aşka terk et sen seni
Anda mahvol kim Kemâlî şanü âdı, sânı yok.

Zorlu bir maceradır; sarp kayalar, derin uçurumlar, acı, gözyaşı demektir bir bakıma. Çünkü aşıklar, ateşe koşan pervanelerdir. Çünkü, aşıkların ülkesi çöllerdir. Çünkü, ikiyi bir kılar aşk.
Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni
Her dem düşünmek, her dem hayal etmek seni
Ne güzel! Visâlinle gülmek, firâkinle ağlamak
Yanmaktan usanmamak, yanarken susamak seni

2

Saturday, 6.04.2013, 19:57

Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni
Her dem düşünmek, her dem hayal etmek seni
Ne güzel! Visâlinle gülmek, firâkinle ağlamak
Yanmaktan usanmamak, yanarken susamak seni...



Mest oldum....
paylastigin icin TEsekkürler canim.

  • "€fsunn" bir kadın

Mesajlar: 13,374

Kayıt tarihi: Mar 30th 2007

  • Özel mesaj gönder

3

Saturday, 6.04.2013, 21:43

cok guzel bir paylasım tskler SERKAN :1alkis: