Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Oqus Pokus

Moderatör

  • "Oqus Pokus" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Oqus Pokus"

Mesajlar: 4,572

Kayıt tarihi: Jul 16th 2007

Konum: C:\Windows

  • Özel mesaj gönder

1

Wednesday, 2.01.2013, 01:45

Batuhan Dedde - Ölüm Orkestrası





Yaşamak; üçüncü sınıf pavyon şairlerinin sınıfı belirsiz kadınlara yazdığı şiirler gibi iğreti duruyor üzerimde. 6 numaralı kapıdan çıkıp, koridorun üzerinde günbatımına doğru yönelen bir tren yolu gibi döşenmiş kırmızı çizgiyi takip ediyorum. Sanki bütün kabileler bu rayların üzerinde idam edilmiş gibi. Islak ve sıcak. Ve kırmızı. Tanrı buraya uğramış gibi bırakılan devasa ayak izleri. Koridorun sonundan yayılan cızırtılı bir ses bütün odaları dolduruyor; "Don't Cry." Kafamın üzerinde dönen ama hiç de esinti yaratmayan pervaneye bakıp şarkıya eşlik ederken, Ayrılık ne renk? Diye düşünüyorum sessizce. Kırmızı çizgiye çarpan turuncu huzme, koyuluğu biraz daha saydamlaştırırken can çekişen alyuvarları görüyor gibiydim, çığlıklarını duyuyor gibiydim. Biraz da deli gibiydim...

Telefon çalıyor...
Telefon çalıyor, eskitme mobilyalarımı deler gibi bir çınlama ile. Sigaramdan bir nefes daha alıp, kahkaha atarken çıkartıyorum dumanı. İçeri sızan ışıkla birleştiğinde bu duman ve kahkaha da olduğunda bir an için korku filminden bir kareyi andırıyor bana. Telefon çalıyor. Bir parça kan damlıyor annemin en sevdiği halısına kesik bileklerimden. Utanıyorum. Telefon çalıyor. Ellerimdeki demir kokulu sıvıyı aceleyle üzerime silip ahizeyi kaldırıyorum; -Neden geç açtın? --Duş alıyordum anne, kan ile... Telefon kapanıyor. Annem her zaman yaptığım ölüm şakalarından biri zannedip küfür gibi kapatıyor telefonu. Acıyla gülümsüyorum çünkü kırıldım. Annemin intihar dâhil benim hiçbir işi beceremeyeceğimi düşünmesi, beni üzüyor. Beni üzdü. Beni şair yaptı. Beni yalnız bir adam yaptı. Ah, anne! Cehennemine odun olacağım sanırım. Ben istemedim bunu, tanrı öyle diyor gibi.

Kapı çalıyor... Birileri kapıyı öfkeyle yumrukluyor. Kafamı masanın üzerine usulca koyup, geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. En çok özleyeceğim şey masmavi bir çift göz olması, hayatımı yeterince iyi yaşayamadığımı gösterir gibi duruyor fakat ben bundan rahatsız değilim. Gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. Dudaklarımdan kendimin bile duyamadığı bir fısıltı, hafif bir tebessümle karışıp orkestraya karışıyor. Müzik daha bir derin geliyor. Daha anlamlı. Koridora vuran güneş daha bir koyulaştı gibi. Ben hala geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. Güzel günlerimiz olabilirdi eğer insanlık jileti yaratmasaydı. Gözlerim biraz daha kısılıyor, biraz daha donuk bakmaya başlıyorum. Haftalardır tezgâhta duran bir orkinos gibi ölü bakıyorum. Yüzüm iyice kireçleşiyor. Biri kapıyı daha da öfkeyle yumrukluyor. Sanki savaş davulları çalıyor gibi. Gözlerimin önünden minik bir kan nehri geçip burnuma değiyor. Biraz demir biraz alkol kokuyor. O nehirlerde avlanan korsanlar görmek güzel olurdu diye düşünüyorum. Konçerto, alkol, sigara, müzik, tebessüm. Mükemmel ölüyorum. Tek eksik var içimde, tutamadığım bir sıcak el. En çok özleyeceğim bir çift mavi göz.

Kapı daha bir şiddetle vuruluyor. Ve kırıldı...
İçeri birkaç adam giriyor tanımadığım ya da gözlerim fazla flu gördüğü için tanıyamadığım. Üzerime doğru koşarlarken artık veda vaktinin geldiğini anlayıp hafif bir tebessüm ile gözlerimi kapatıyorum. Sanki beni kovalıyorlardı da ben kapıyı yüzlerine çarptım gibi. Gözlerimi kapatırken en çok bir çift mavi gözü özleyeceğim aklıma geliyor. Gözlerim kapanıyor.

Gerisi?
Anlatılamayacak kadar karanlık...