Giriş yapmadınız.

gece yolcusu

Orta Düzey

  • Konuyu başlatan "gece yolcusu"

Mesajlar: 240

Kayıt tarihi: Sep 7th 2006

  • Özel mesaj gönder

1

Monday, 30.10.2006, 12:50

Arkadaşım mısın sevgilim?

İnsanoğlunun kendini hayata verme çabası; aslında sonu olmayan bir yoldur. Daha dünyaya neden geldiğini; elinde olanların tanrı tarafından neden verildiğini ve verilmeyenlerin henüz neden elinde olmadığını anlamamış bireylerin oluşturduğu bir kolonide yaşıyoruz. Maalesef...

Birileri önüne koyacak yemek bulamazken; diğerleri de hayatlarını maddi şeylerle zaman harcayarak ve ne yazık ki birbirleriyle yarışarak geçiriyorlar. İçgüdüsel midir bilemem. Ama elinde olanın kıymetini bilmeyip, her daim aç gözlü olmak insanoğlunun ya kendi seçimi, ya da hakikaten kör kütük cahilliğidir. Bilemiyorum. Ama şu bir gerçek; sonu olmayan bir yolculuk bu...

Şimdi şöyle bir bakıyorum; değerlendiriyorum. İnsan doğuyor. Ailesini kendi seçmemiş, çevresini kendi seçmemiş, maddi durumunu seçmemiş. Bodozlama gelmiş gibi dünyaya. -Daha doğrusu böyle biliniyor-. Hayatla tanışan bu yeni bireyin önünde ne gibi işler var yapması gereken? Büyüyecek, ailesine layık bir şekilde eğitimini tamamlayacak, saygın bir işi olacak ki ailesi ve çevresi onunla gurur duysun, iyi eğitimli bir insanla birliktelik kurup yeni çocuklar dünyaya getirsin ki bu kör döngü aynen devam etsin... Çok kısa ve acımasızca anlattığımın farkındayım evet. Bu kadar basit değil öyle değil mi? Keşke katılsaydım size bu eleştirinizde. Ama maalesef katılamıyorum. Evet; bu kadar BASİT!

Şimdi bir de bu çocuğun gözüyle bakalım bu döngüye. Çünkü diğer bakış; ailenin ve toplumun bir bireyden -kabul etsin veya etmesin- beklentileridir. Peki çocuk ne yapar doğduktan sonra buna bakalım.

Yeni bir dünyaya gelmişsin. Herşey yeni ve doğarken geçmişinle ilgili hafızan yok edilmiş. Gözlerini açıyorsun; üzerine sevgiyle çöreklenmiş mutlu insanlarla dolu dünya. El bebek gül bebek. Ağlıyosun, ne istersen veriyorlar. Sıcacık bir ev, sevgi dolu bir aile. Altını başkaları temizliyor. Değişik ama rahat bir ortam olduğunun farkına varıyorsun ve ağlama silahınla herşeyi yaptırabileceğinin farkındasın. (bu araya babam gibi yetimhanelerde kafasını yorganının içine gömüp, geceleri karanlıktan korka korka, aile sevigisinden yoksun bir şekilde yetişmeye MAHKUM olan çocukları sevgiyle andığımı yazmak istedim. Tanrım benden alıp sevgisini onlara versin...)

Yaşın giderek artar, konuşmaya şirinlik yapmaya başlarsın. Ailenin beklentileri oluşmaya başlar artık. “Anne de bakiyim yavrum”, “baba de bakiyim yavrum” vs... Al işte dakika bir gol bir. Anlayamazsın tabi o yaşta hayatın nasıl birşey olduğunu. Toz pembe, sesini çıkarmazsın ve bir gün gelir “ann – nee” diye iki hece söylersin; dünya onların olur. O mutluluk tablosuna baktığında aslında ağlaman gereken bir tablo olduğunu anlarsın. Çünkü onları sevindiren aslında onların bilinçaltı duygularıdır. O başarı senin değil onlarındır. Onların sevgi ve ilgisi olmasa, annen karnını düzenli doyurmasa sen bunu söyleyemezdin çünkü. O zaman düşünürsün; evde beslediğin köpek attığın frizbiyi geri getirdiği zaman mı daha mutlu bu insanlar yoksa ben anne dediğimde mi? Soru saçmadır tabii ki. Senin “anne baba” demen tabii ki onların hayatının dönüm noktalarıdır. Onlardan mutlusu yoktur o anda. “Ne zaman konuşacak?”, “ne zaman yürüyecek?” soruları sen doğmadan başlamıştır zaten. Ama maalesef bu beklentiler senin daha bebekken bile ne istediğini sormaz. Karnını doyurup iki pofpoflamak sevmekle sen mutlusundur çünkü. Daha ne isteyecek ki küçücük bebek. Canın saolsun anne; canın saolsun baba. Ben sizi seviyorum.

Okul başlar. Heyecanlısın. Yepyeni bir çevre. Oyun dönemi bitti. Çanta alınır, suluklar, beslenme çantaları (gerçi benim okul dönemimde yoktu böyle şeylerde, Tokat’ta daha kaloriferi olmayan bir okulda başladım öğrenim hayatıma 88 yılında ve o sınıfa odun kömür taşımaktan her zaman gurur duydum). Kitaplar defterler. Allah Allah; ne oluyor ya? Bu ne ilgi, masraftır. Sen bi şeyleri düşünüp heyecan duyarken; aslında farkediyorsun ki bir beklentinin daha sırası gelmişti. Sana soran yoktu “istiyor musun?” diye. Yanıt elbette ki “evet” olacaktı. Ama soru falan soran yoktu... Ona da “eyvallah” deyip devam ettin herkes gibi. Derslere gir çık gir çık hayat aynı tempoda devam ederken; yıllar ilerledikçe şunu farkedersin: maalesef ailen kendi çevrelerinde prestij için seni kullanıyordu. Evet; sadece kendi prestijleri için kurban seçilmiştin. Ama sıkma canını; bugüne kadar karnını doyurdular, aç mı kaldın da nankörlük ediyorsun onlara? Onlar seni aç bırakmadılar, sen de çevrelerindeki ailelerin çocuklarına üstünlük kurarak onları göklere çıkaracaksın. Yeni görevin hayırlı uğurlu olsun. Bunu anlaman hayatının en kötü ve seni belki de ilk defa gerçekten kızdıran noktası olacak. Ama gerçeği ne kadar uğraşsan da değiştiremeyeceksin. Ailene isyan edeceksin; onlar her zaman inkar edecek ama sen bunu bileceksin ve ağırlığını her zaman üzerinde hissedeceksin.

Yaş olmuş onbeş – onaltı; artık üniversite sınavı yaklaşıyor. Ailende bir garip telaş. Biri diyor “mühendis olacak”, öbürü “hayır doktor olacak benim yavrum”. Sense sadece etrafına şaşkınca bakıyorsun. Zaten o ortamda karar versen de sağlıklı olmayacak, anlıyorsun bunu. Bu dönemin en “acımasız” yönü ise; senin diğer akranlarınla kıyaslanma olayının had safhaya ulaşması. Artık kendini resmen “yarış atı” gibi hissediyorsun biliyorum. Dersaneler, özel hocalar, ev etüdleri... Tek amaç bi soru daha fazla yapıp “bi kaç bin kişinin daha önüne geçebilmen”. Hatta sen bu arada komşunun çocuğunu da puan ve sıralama olarak geçersen değme keyiflerine ailenin. Burada en şanssız çocuklar ise çevresinde herkesin “süper zeka” olarak çağırdığı, benim kitabıma göreyse “hayattan kendini soyutlamış süper inek” olan bir komşuya sahip olanlar. Bu insanlar ne yapsalar başarılı değildirler; çünkü ailesini o kişinin ailesine karşı üstün kılamamışlardır.

Hikayenin devamını anlatmayacağım size. Eğitim konusunda bu kadar eleştiri yeterli. Bu kadarı fazlasıyla kafanızı kurcalamıştır ve bundan sonra bu yaşa gelmiş bir çocuğunuz varsa artık ona ne konularda karışmamanız gerektiğini anlamışsınızdır sanıyorum ve daha önemlisi umuyorum. Eğer hala anlayamamışsanız vaktinizi aldığım için suçlu benim. Gidin dövün ki akıllansın o üniversiteyi kazanamamış çocuğunuz. Sizi rezil etti.

Şimdi dönelim diğer tarafa. Eğitim bitti, hayattan beklentiler farklılaştı. Yaşın oldu belki yirmi bu arada. Sanırım çok konuşuyorum. Ailenin hatalarının arkasına sığınmaktan çıkarırsan kendini ve onların beklentilerinden; sana soruyorum: nedir hayattan beklentin? Okul bitti, o bitti, şu bitti. Evet güzel, şimdi ne yapacaksın?

İlk önce bir iş bulunacak. Ailen seninle gurur duymaya devam edecek. “Eli artık ekmek de tutuyor yavrumun” diye. Sen gidip gelmeye başlayacaksın işe. Ama hayat boyu yarıştırıldığın insanlarla arkadaşlık kurman artık bilinçaltında hasarlı kalmış olacak.

Arkadaş dediğin şeyi; her an seni satabilecek insan olarak tanıttılar sana. Kime baksan seni her an satabilecek potansiyele sahip görüyorsun. Haksız da değilsin. Çünkü onlar da senin için aynısını düşünüyor ve bu hayatın en acımasız ve iğrenç döngüsü. Kimsenin birbirine güvenememesi...

İlişkilerden beklentin şu: hemcinslerinle sosyal faaliyetler yapacaksın ama her zaman kendi gelir gurubundan. Çok zenginlerle takılma paran yetmez. Parasız adam da gereksiz adam, kazandığın parayı millete mi yedireceksin? Sen o kadar okudun çalıştın çabaladın. Onlar da yapsaydı... Bilmem anlatabildim mi dünyada gelir uçurumunun aslında insanların kendi kendilerine oluşturdukları bir son olduğunu...

Bir de karşı cins var tabii ki. Ben kendi ülkemden bahsetmek istiyorum. Diğerleri farklı dünya. İlk önce ailenin bakış açısı. Şöyle ki: eğer erkek evladıysan ailenin; ne kadar kız varsa kandırabildiğin kandır. Gez toz. Fazla para yedirme ama yine de. Seninle parasız yatacak kızlar bul. Ailen seninle gurur duyar her zaman. “Benim oğlumun peşinde bi sürü kız var” edasıyla süzülen erkek çocuk ana-babası her zaman varolmuş bir tavırdır. Farklı bir aileye bakmadan aynı ailenin kız çocuğu için konuşmak istiyorum. Kelimeler bunlar: “Hayatını yaşa kızım tabii ki. Biz modern bi aileyiz. Sana karışamayız. Ama biriyle birliktelik kurmak istiyorsan, bizle tanıştıracaksın. Gidip çulsuz birini bulmak da yok; zira aşk karın doyurmaz. En azından hayatını kurtarmaya bak. Bulunca da kesinlikle evlenmek amacında olacaksın ve bu amacı güdmeyen insanlarla bu konuda muhatab olmayacaksın.” Bu kelimeleri genellikle kız annesinden aynen duyarsınız. Duymamışsanız da bilinç altındaki beklenti budur ve kolay kolay da değişiklik göstermez. Aynı aile; oğlunun kandırdığı kızların muhasebesini yapmaktan gurur duyarken kız çocuklarından bu yaşta da beklenti duymaya devam eder.

Gelelim günümüzdeki ikili ilişkilerde tarafların bakış açılarına. Yine erkekten başlayayım ki toplumumuzda kimin önde geldiği anlaşılsın. Erkek hele de kafası hala büyümemişse; tek amacı kaba tabirle “hatun götürmek” tir. Ailenin ve toplumun verdiği “psikolojik”, hatta “baba ben hatunla buluşucam” dediğinde babasının cebinden cömertçe çıkan “maddi” destekle kadın – erkek işilkilerinde her türlü şeyi yapmayı kendinde hak görür. Arkadaşlık yoktur. Çünkü amaç bi kadının iç dünyasına girip kandırabilmek ve zincirlerini her anlamda kırabildiği kadar kırabilmektir. Karşıdakini deyimi yerindeyse tavlayabilmek için elinden gelen herşeyi yapacaktır; ve en acısı bunun için asla ve asla kendisi olamayacaktır. Zaten beklentisini aldıktan sonra da gerçek kişiliği neyse çıkacaktır ortaya. Sonucu konuşmaya gerek yok. Elde var biiiiiiirr!!! Uç diğer maceraya. Ha diyeceksiniz sence anormal mi bu durum? Hayır değil. Çünkü hergün olan bişey. Benim kavgam burada insanların birbirlerine gösterdikleri sahte yüzler. Çocuğuna herşeyi ver, eyvallah; ama yalancı ve sahte olmamayı öğret ve daha önemlisi karşısındakinin de bir insan olduğunu ve onun da bir ailesi olduğunu öğret ki insanlıktan çıkmayıp düzgün bir insan gibi yaklaşsın karşısındakine. Bu tamamen ailenin görevidir.

Gelelim kadınların bakışına. Kadın daha küçücükken hayallerle donatılır aile tarafından. Bembeyaz bir gelinlik, uzun boylu yakışıklı bir “prens”, mutlu ve pembe ambiyanslı bir ev vs,vs... Daha çocuk yaşta büyüdüğünde bunlar vaadedilen birey büyüyünce ne kadar kendi düşüncelerine ve isteklerine sahip olsa da; bi yerde aslında asla kendisi olamaz. Daha acısı da bu yüksek beklentiler yüzünden “asla gerçekten mutlu olamaz”... Bunu söylerken bi garip oldum. Bi insan gurubunun sırf ailenin verdiği saçma hedefler yüzünden mutsuz olduğunu görmek içimi acıtıyor açıkçası. Etrafımdaki yaşıtlarıma bakıyorum, belki bi kaç yaş fazlası ve azına. Hakikaten mutluyum diyen insanlar sadece bu bilinçaltı beklentisinden “gerçekten” kurtulanlardır. Ama bunların sayısı o kadar azdır ki...

Burada kadınların insanlarla olan genel ilişkisine değinmek istiyorum. Benim için tanım olarak; karşı cinsle kurulacak üç farklı ilişki vardır. Arkadaşlık, dostluk ve sevgililik. Bu kavramların üçünden de nefret ettiğimi belirtmek istiyorum, ama aynı dilden konuşmak istediğimden dolayı kavramları kafanıza oturmak amacıyla ben de aynı kelimeleri aynen sizlerin kullandığı şekilde kullanacağım.

Arkadaşlıktan başlarsak. En basit ilişki türüdür. Çocukluktan beri “hadi yavrum oynayın arkaşınızla” diyerek bize öğretilen bu kavram, büyüyünce de değişmez. İşin olduğu zaman birlikte bişeyler yaptığımız, lazım olduğu zaman arayıp sorduğumuz, kökenini çıkar olarak kurduğumuz ilişki türü. Aslında böyle değil elbette ki. Ama bizim kullandığımız şekliyle açıklaması bu. Gerçekte ben şöyle tanımlıyorum; “gerçekten” benim için arkadaşlığın ne demek olduğunu: Hayatında belli dönemlerde de olsa; hayatının en içten duygularıyla bişeyler paylaştığın, beraber paylaştığın bir parça simiti, yıllar geçse de hatırlayan, okul yıllarında parasız kaldığın zamanlarda aynı çayı defalarca ısıtıp ekmek banarak karnını doyurduğun insanlardır arkadaş... O seni bi daha aramasa da, ömür boyu bir daha göremeyeceğini bilsen bile olsa, cebindeki parayı beklentinin uzağında paylaştığın insandır. Bu benim içindir tabii. Sizin arkadaşlık kavramınızı tanımıyorum da kabullenemiyorum da... Kusuruma bakmayın.

Gelelim “dostluk” kavramınıza. Sizce dostluk; hayatının belirli bir döneminde hayatının artık geri kalanında beraber olacağın arkadaşınla kurduğun gönül bağıdır. Hep böyle başlar. Belki yıllar sürer ama sonucunda işin içine çıkar ilişkileri girer ve bazı şeyler uzaklaşmaya başlar. Sonra başka dostlar bulunur ayrı ayrı ve hayat devam eder böylece. Sadece anı olarak kalır dostluk. Ne kadar basit anlattım öyle değil mi. Hatta o kadar basit anlattım ki içimden benim için dostluk ne anlama geliyor onu bile anlatmak gelmiyor.

Nihayetinde geldik şu benim en çok kavga ettiğim “sevgililik” kavramına. İnsan macera arayan bir yaratıktır. Her daim heyecan ister. Birşeyler arar hayatında yeni ve bir kıpırtı kalbinin derinliklerinde. Kimse olmadığı zaman hayatında herkes ağız birliği etmiş gibidir: “şu anda birini istemiyorum hayatımda”... Bu masala artık karnım doyalı o kadar uzun zaman oldu ki... Belki kırgınlıklar olmuş olabilir son ilişki de, belki de üstüste kırgınlılar. Hayatında artık bu konuyu duymak istemediğin zamanlar da gelecektir. Ama insan hiç bir zaman ümidini tam olarak yitirmez. Yitirirse yaşayamaz zaten. Sadece kızgındır ve psikolojisini bu tür ilişkilere kapatmış olabilir. Ama bilinç altındaki mutlu bir ilişki ve yuva kurma dürtüsünü asla yitirmez. Belki ümitleri azalır ama asla yok olmaz.

Ha diyeceksiniz; o zaman sorun ne bu kadar ilişkileri yürütmeyecek kadar büyük olan? Anlatayım hemen. Aslında o kadar basit ki. Ama bir o kadar da işimize gelmeyen...

Daha arkadaşlarıyla ne paylaşacağını bilmeyen, dostluklarını kuramayan ve kursa da sağlıklı zeminlere oturtamamış bir insan, kafasında kurduğu “hayatının insanı” nı bulduğu zaman kendi olmaktan vazgeçip bambaşka bir dünyada yaşmaya başlıyor. Bunu her iki taraf için de söylüyorum. Ve ortaya “yaratılmış” sahte bir vizyon çıkıyor. İlk başlarda birbirlerinde; ilk defa uyuşturucu almış bir bedenin duyduğu “havalarda uçma ve başka hiçbişey düşünmeme” etkisini yaşayan bu iki insan, ne kadar samimi de olsalar içlerindeki kıpırtının etkisiyle asla samimi olamazlar. Hayaller kurmaya başlayan iki kişi hayatlarının geri kalanını birlikte geçirdikleri takdirde her zaman bu hissin onlarla birlikte olacağını düşünürler ya da düşünmek isterler. Ortadaki sorunsa şudur: yaşanması gereken safhaların yaşanmamış olması. Daha birbiriyle hayatlarının belirli noktalarını paylaşamamış insanlar, sevgili oldukları kavramını kafalarına öyle yerleştirirler ki; hayatının en mahrem yönlerini paylaşırlar birbirleriyle. Amaç elbette ki saf ve samimidir. Ama bir binanın ne kadar yüksek ve sağlam olmasını istiyorsanız o kadar temeline kafa yormanız gereklidir. Aşamalar hatasız ve eksizsiz olmazsa, hiç anlamadığınız, düşünemediğiniz bir anda herşey yıkılıverir.

Sizi etkileyen biri karşınıza geçtiğinde, tanıdığınız bir insana duyduğunuz samimiyeti asla ona veremezsiniz. Hemen bir sahte görüntü atmaya çalışırsınız ki ortaya; “diğerlerinden farklıyım ben” imajıyla ilgisini çekebilesiniz. Kadınların kaçta kaçı böyledir yorum yapmayacağım ama erkeklerin yüzde 99 u olduğuna size ben garanti veririm.

Sorun da burdan kaynaklanıyor. Direk söylersem tabiri: sevgilinizle sadece sevgili oluyorsunuz, hem de hiç de samimi olmayan bir sevgili! Ve bazen bu durum yıllar sürebiliyor. Ki evliliklerin mutsuzluğunun nedeni de budur. Daha başta anlattığım şekilde istemdışı olarak birbirine sahte yaklaşan insanlar evlenip birbirlerine “doyduktan” sonra, kendi sevdikleri şeyleri onunla değil başkalarıyla yapmaya başlarlar. En basit örneği; erkek maça asla eşiyle gitmez. “O ne anlar, otursun oturduğu yerde. Ben arkadaşlarımla gideceğim”. Kadın da alışverişe: “sen ver bana kredi kartını ben alırım, zaten sözleştik biz arkadaşlarla gidicem, senle alış-veriş mi? Allah korusun!”

Bakın başlangıçta düşünülmeyen bir ayrıntı daha evliliğin başında nasıl problemler çıkardı. Şimdiye kadar anlattıklarımı iyi anlayan bir insan; o çocuğa doğduğu andan itibaren verilen “karşılık bekleyen” sevgiye kadar götürebilir bu durumun kaynağını. Bu durumun ilerleyen yıllarını da düşünün. Ya da hiç düşünmeyin, etrafınıdaki evliliklere bu gözle bakın anlayacaksınız zaten.

Sevgilisiyle “arkadaş” olamamış insanların sonu budur maalesef. Gerçi “insanların arkadaşlığıyla” kendi “arkadaş kavramımı kıyaslamak bile istemiyorum. İnsanların arkadaşlığıyla sevgili de olsan bu sahteliği kaldıramazsın. Karşılıklı beklentilerle büyümüş insanların birbirlerine de tavizler vermemesi benim için süpriz değil.

Beni kızdıran noktalardan bir de; kadınların, bahsettiğim kafalarındaki hayale ulaşma sürecinde etrafında olan biten hiçbişeyi görmemeleri. Gerçi aynı şey erkeklerde de var ama oranlarsak kadınlara göre az kalır. Çünkü kadınlar hayallerine daha sadıktır. Bu durumu şöyle anlatacağım. Kadınlar, hayallerindeki “prens” in bir anda karşılarına çıkacağına ve tozpembe bir dünyaya ulaşacaklarına inanırlar. Bu onların suçu değil, toplumun yetiştirme tarzından kaynaklanan bir durumdur. Bu düşünceye sahip oldukları için (daha doprusu bilinçaltına); etrafına değil, maalesef bazen abartıp “at gözlükleriyle” sadece ileri bakarlar.

Bundan oluşacak hata şudur. Demin de bahsettiğim; bir anda ya da belli bir dönemde oluşan (ki bu dönem insanlar birbirlerine gerçek yüzlerini göstermedikçe yıllar boyu da sürebilir) vizyonla birbirlerinin sevgilisi olmaktan ileri gidememe durumunu ortaya çıkaracaktır. Bir şeyleri beraber yapma sevincini cinsellikten öteye götürememe durumu ortaya çıkar ki bu durumda şu sonucu çıkarabiliriz: cinsel açıdan eksik ve aç iki insan birbirini bulmuş ve paylaşmayı sadece bundan ibaret görüyorlar. Ne kadar acı bir evlilik öyle değil mi? Ama şu anda mevcut evliliklerin en az yüzde otuzu sadece cinsel kökenlidir.

Şimdi diyeceksiniz bu kadar tespit yaptın, sen ne yaptın bu konuda? İnsan yaşamadan bilemiyor birşeyleri. Söylediklerimin tamamına yakınını ya yaşadım ya da etrafımda gözlemledim de söylüyorum. Ama söyleyecek fazla bişey yok. Birşeyleri anlayacak olan buraya kadar söylediklerimden de anlar zaten. Sadece şunu söyleyeceğim: sevgilizle gerçekten arkadaş ve dost olmanız imkansız değil ama milyonda bir bile denilmeyecek kadar zor bir ihtimal. Siz olsanız olmak isteseniz de karşınızdaki yine sahte olacaktır. Yapılacak şu. İlk önce kendiniz, karşıdakinden beklediğiniz samimiyeti vermeye hazır olacaksınız. Hem de karşılıksız. Ve beklemek yerine doğru yere bakacaksınız. Mutlaka tanrı sizin için dünyaya birşeyler göndermiştir. Elinde olanın kıymetini bilmezsen sonradan gelenin de kıymeti olmaz. Bunlar benim tecrübelerim sadece. O kadar.

Hayat herkesin kendi hayatı. Kimse kimseye ne yapacağını söyleyemez. Sadece gerekçesini anlatıp seçenek sunar, o kadar. Sevgiliniz ve hayat arkadaşınız olacak insanla arkadaş olmadan ya da olamadan diyelim; mutlu olacağınızı zannetmeyin. Eğer sevgilimle arkadaş olamıyorsam; arkadaşımla (ama gerçekten benim tarif ettiğim şekilde bir arkadaşlık çerçevesi içerisinde) sevgili olmayı tercih ederim. Ki bu şekilde başlayan bir sevginin ne kadar sağlıklı bir temeli olacağı da bence malumdur. Yaş geçip geç kalmadan düşünmek gerekiyor birşeyleri... Ama maceralar zevk veriyorsa; ki bu anlattığım tespitlerin illa ki sizi kızdıran yönleri de vardır- o zaman yaşayıp kendiniz görün. O da zevkli bir yöntem kıymetini bilene. Risk alıp kaybetmek!!!


Yazi sonuna cok uzun,Eline saglik,yada benzeri seyler yazanlar tarafimdan kinanacaktir.gercekten okuyup yorum yazacaksaniz yorum yapin.simdiden sagolun

*-*Trinity*-*

Profesyonel

Mesajlar: 648

Kayıt tarihi: Sep 7th 2006

Konum: *Matrix*

  • Özel mesaj gönder

2

Friday, 3.11.2006, 10:08

Eveeeeet sonuna kadar okudum.

Ve malesefki bi çok yorumuna katılıyorum
Basılmış daha önceden hazırlanmış bi kalıbın içinde yaşıyoruz.
Haaa daha önceden bu böyle degildi kızıyoruz ama aslında türk örf ve adetlerinide benimsiyoruz bu sebepler ve sonuçları görünce benimsememek elde degil bence her dönemi tamamladıgımızda algılayıp güç bela kabul ettigimiz örf ve adetlerimiz zamanını doldurunca adına modern denen başka bi kalıbın içine sokuluyor. Ve sende bu kalıbın içine itiliyorsun istemeden
sonra kabullenmedegin döngüyü sen başlatıyorsun belki farkında belki farkında olmadan buranın hesabını tutarken gidecegimiz diger tarafın hesabını unutuyoruz. Dogru olan nedir??? bunu bulmaya çalışırken farkında olmadan kendini kaybediyorsun ortalık yerdee
Bi bakmışsın dün düşündügün bu gün düşündügüne birden ters düşmüş
Orta yolu bulmak istiyorsun.
Dogru tektir dogruyu açan anahtarda tektir ama elinde o kadar çoooooooook anahtar varki sürekli arıyorsun dogru olan anahtarı
Senin için tasarlanmış bi hayat var zaten bunuda biliyosun ama sana seçim yap denmiş dogru yada yanlış seçiminin cezası yada ödülü ne zaman ve nerede seni bulacak??
Dogruyu açarken elindeki bir çook anahtar vardı yaa açmak için denedigin
bu dünya ve sınavıda bu bence dene yanıl dene dogruyu bul
Deneyeceksin yaşayacaksın bunu yapmazsan bulamazsın

stella

Profesyonel

Mesajlar: 564

Kayıt tarihi: Sep 24th 2006

Konum: :))))

  • Özel mesaj gönder

3

Thursday, 11.01.2007, 19:12

[marq=left]cok uzun ya....ama yinede paylasimin icin tskler :D :D [/marq]

~~Sunny~~

Orta Düzey

Mesajlar: 433

Kayıt tarihi: Sep 20th 2006

Konum: Königreich der Himmel

  • Özel mesaj gönder

4

Thursday, 11.01.2007, 19:39

[marq=right]Hatasiz kul olmaz....hatamla sev beni...... :D[/marq]

~~Sunny~~

Orta Düzey

Mesajlar: 433

Kayıt tarihi: Sep 20th 2006

Konum: Königreich der Himmel

  • Özel mesaj gönder

5

Thursday, 11.01.2007, 19:40

Bu kayan yaziyi hic yapmamistim :D bir deneyeyim dedim. :D

stella

Profesyonel

Mesajlar: 564

Kayıt tarihi: Sep 24th 2006

Konum: :))))

  • Özel mesaj gönder

6

Thursday, 11.01.2007, 19:53

[marq=up]güzel oluyomus demi sunny :D :D [/marq]

~~Sunny~~

Orta Düzey

Mesajlar: 433

Kayıt tarihi: Sep 20th 2006

Konum: Königreich der Himmel

  • Özel mesaj gönder

7

Thursday, 11.01.2007, 22:42

[marq=down]Valla harikaaaaa :D :D :D :D[/marq]