Açık, net, sevgi dolu insanların patikalarda tökezlemesi, yağmurlarda ıslanması, dostane tavırları ve temiz yürekleriyle üzüntülere yolculukları doğal gelir bana hep. Diğerleri gibi hinlik yoktur onlarda, içten pazarlıklı değillerdir, planları yoktur menfaat güden, dostlarına karşı savunmasızdırlar. Kendileri gibi bilir öyle davranırlar sevdiklerine, inanıp güvendiklerine.
Ne yazık ki; en acımasız darbe de bu dostlardan gelir, hazırlıksız yakalanırlar onlara ve onların umursamaz tavırlarına. Unutmam Cesur Yürek filmindeki sahneyi; Mel Gibson bir sahnede savaş alanında yüzünden maskesini düşürdüğü rakibinin en dost bildiği ve güvendiği kişi olduğunu gördüğünde gözleri büyür yerinden çıkacakmış gibi, kaşları düşer, düğüm düğüm yutkunur, ağzından tek kelime dahi çıkmaz, çıkamaz.
Ne yapacaksınız hayat bazen böyle yakalar duyarlı insanları, bazen bir sevi peşinde koşarken düşer dizlerinin üstüne yaralanır, bazen kalkmasına yardım edeceğini zannetiği kişinin eline uzanır itilir, bazen rüyada sesinin duyulmasını ister, çığlık atar duyan olmaz, ağlar birisinin mendil uzatacağını bekleyerek gören olmaz, hastalanır bir sıcak çorbadır beklediği kapıyı çalan olmaz.
Oysa ’’o’’ tüm beklediği şeylerin hepsini yapacağı birini arar yaşam boyu, canını vereceği, teslim olacağı, herşeyi olacağı birini bekler, arar, inanır, tam bulduğunu sandığı ve kendini ona bıraktığı anda bir el kayıp gidiverir saçlarından su damlaları gibi. Bir öğrenebilse, kimsenin kendisi gibi sadık, gerçek, dost, dürüst sevgili olamayacağını, bir anlayabilse.
Sonra, sonra... kapanır midye gibi, sandık gibi kilitli, hatanın kendisinde olduğunu düşünerek, gidene methiyeler düzer haketmediği halde, büyütür gözünde. Aslında tüm derdi ’’kendisinin bu kadar sevdiği, değer verdiği kişi kadar sevgiyi bulabileceği birisiyle karşılaşabileceğine inanmaktır’’ Niçin diğerleri kendisi gibi sevmez? Sorun böylesi bir sevgiye layık değilmiyime kadar gider.
Yaradanın yaradılanı olmak kolay değil, öyle ya büyük bir vakar ile ’’vardır bir sebebi’’ demek nice zordur, etten kemikteniz ya, acır bazen etimiz, incinir kemiklerimiz. İnsan olmak ülfet ama insan gibi yaşamak külfet değil midir onurluca. Bir filozofun ’’Bana insanoğlunun erdeminden söz etmeyin, çünkü bir süre sonra acıkıyor’’ sözü çok hoşuma gider. İnsanoğluna erdemli, ayıplı, kusurlu, nedametli, inançlı olması emredilmiş olsa da, insan olmanın zaafiyeti ağır gelir bazılarına.
Onları insanoğlunun kendi naçiz beyin ve algılamalarıyla oluşturdukları adalete teslim etmek doğru olmaz. Yüce bir adalet kavramına bırakmak daha doğru olur, yani sadece bırakmak, unutmak, yaşamın akışına, o sonsuz kendini birşey zannetme ukalalıklarına bırakmak daha doğru olur. Taa ki, birşey olmadıklarını anlayacakları ana kadar, bu hangi zaman, hangi mekanda olacaksa olsun, en güzeli ve doğrusu haketikleri gibi davranmak; ’’yokmuş gibi’’. Bu çocukların ’’bak sen vurdun ama acımadı’’ tavrı gibi değildir, bir daha vurulamayacak kadar uzak mesafede kalarak, ona gereken, hakettiği payeyi vererek yaşamda.
Ayrıca ’’sen terkettin, beni değersiz kıldın ama, ben dik duruyorum, ayaktayım ne zannettin’’ tavrı da değildir. Yalın ve sade olarak ’’evet yaşamımın bir döneminde vardın, seni çok sevdim, sana çok değer verdim, yaşamımı seninle sürdürmek istedim, sen istemedin, peki, tamam sana küskün değilim, (eğer aldatmadıysa, yalan söylemediyse) seni benim gibi sevenin olmayacağı bir dünyaya bırakıyorum’’ diyerek durumu kabullenmek daha doğru geliyor bana.
Aksi halde insanın kendine eziyeti haz verir hale geliyor zamanla ki, bu sıkıntılı bir durum. Haketmediği methiyelere gerek yok, abartmaya gerek yok, sevgiyi küçümsemek, inanmayı hafif tutmak, güveni sarsmak yok. Karşında ’’Sen’’ diye hitap ettiğin o yüce sevgili yok, artık ’’O’’ olarak var, bir süre sonra da sıfatsız, zamirsiz anılır hale gelecek. ’’Biri’’ olacak ne kadar koyu ve ağdalı olsa da.
Farkında olun ya da olmayın, fiziki yapı, karakter, ruh hali, yaşam tarzı olarak mutlaka siz de birisinin ’’sen’’ isiniz.
1990 yılında vefat eden babamın anneme bir kere bile ’’seni seviyorum’’ dediğini duymadım, hiç dememiş. Ama öyle sevmiş ve değer vermiş ki ’’hanııım’’ diye hitap ettiğinde anneme (annem sağ-75 yaşında) ’’buyur bey’’ demeyi özlüyormuş annem. Ne emretme ne de biat etme var. Fast food yaşam tarzı yordu insanları, kendilerine sunulana yetişemez oldular, yetişmeyi bir maddah zannederek. Eskiye özlem, nostalji döngüsüne atıf yapmak değil amacım. Görünür olmayan nice hitabet tarzları, nice sevgi yakınlıkları, nice dostluk bağları var.
Aslolan hayat, ödülümüzü ceza haline getirmeyelim, ister gırgır anlaşılsın ister basit; börtü böcek, hava güneş, su deniz, iyi kötü, siyah beyaz var bu hayatta. Herkese eşit sunulan tek bir şey var yaşam sürecinde adaletsiz birçok şey varken; ’’sevme yetisi’’ şükür ki ’’unutma kabiliyeti’’ de var izleri kalsa da...
ALINTI