Sie sind nicht angemeldet.

Lieber Besucher, herzlich willkommen bei: AllaTurkaa. Falls dies Ihr erster Besuch auf dieser Seite ist, lesen Sie sich bitte die Hilfe durch. Dort wird Ihnen die Bedienung dieser Seite näher erläutert. Darüber hinaus sollten Sie sich registrieren, um alle Funktionen dieser Seite nutzen zu können. Benutzen Sie das Registrierungsformular, um sich zu registrieren oder informieren Sie sich ausführlich über den Registrierungsvorgang. Falls Sie sich bereits zu einem früheren Zeitpunkt registriert haben, können Sie sich hier anmelden.

1

Donnerstag, 27. November 2014, 12:28

Yalan Dünya



YALAN DÜNYA
Bir adam , Afrika'da yürürken arkasından bir aslanın koştuğunu görür.
Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu görür ve hızla kuyuya iner.
İpe sarılıp kuyuya inerken..
Alt tarafta büyük bir yılan görür.
Yılan hızla buna doğru yükselirken
Ne yapacağım der.
Üstte aslan altta yılan.
O sırada iki tane fare biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar..
Her yerden başı belada iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder..
Bir arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken UYANIR..
OH BE RÜYA İMİŞ der..
Ruyadan çok etkilenir ve bir seyyide anlatır. Rüyamın yorumu ne diye?
Anlamadın mı? der gülerek..
Peşinden koşan aslan ölüm meleğidir..
İçinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır.
Sarıldığın ip senin hayatındır.
Beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür ömrünü kemirirler.
Peki ya o bal nedir dersen..?
Dünyanın geçici lezzetidir,
Ölümün arkasında bir hesap olduğunu
Sana unutturur..!!





2

Donnerstag, 27. November 2014, 12:30




Bir şehirde namuslu bir aile varmış. Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış. Bir gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış. Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş. Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, "Söyle bugün ne yaptın ki benim başıma şöyle bir iş geldi?" diyerek olanı anlatmış. Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş: ''Hanım özür dilerim, bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım. Bilezik almak isteyen bir kadın, 'takamıyorum bana yardım et' deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın. İşte senin başına gelenin sebebi budur.'' demiş.

3

Donnerstag, 27. November 2014, 12:51



KABİRDE KONUŞAN GENÇ


Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel. Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel. Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk. Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede.

Hz. Ömer'in (R.A.) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı. Hz. Ömer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (A.S) sevgisiyle doluydu. Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü.

Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu.

Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü:

Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler.' (A'raf/201)

Hemen ardından da bayılarak düştü. Kadın hizmetçisini çağırdı. Genci tutarak evinin önüne getirip koydular. Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler. Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu. Komşulardan bir kaçı genci tutup eve taşıdılar. Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası:

- Evladım neyin var ne oldu? diye sordu.
Oğlu:

- Bir şeyim yok. dedi.
Babası:

- Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı. Babası:

- Hangi ayeti okumuştun? diye sordu. Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti. Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş. Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp göz yaşlarıyla defnettiler. Sabah olunca olay Hz. Ömer'e bildirildi. Hz. Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:

- Bana niye haber vermedin? diye sordu.
Gencin babası:

- Ey Mü'minlerin Emiri, vakit geceydi. dedi. Hz. Ömer:

- Bizi onun kabrine götürün. dedi. Hz. Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler.
Hz. Ömer (R.A):

- Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var. (Rahman/46) dedi. Kabirdeki genç konuşup:

- Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi. diye cevap verdi

6

Freitag, 5. Dezember 2014, 17:59

Münafigin Gözü Olmasaydi



MÜNAFIGIN GÖZÜ OLMASAYDI
Bir gün öğle namâzından sonra, CEBRAiL aleyhisselâm yetmiş bin melek ile gelerek, EN'AM sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âişe r.a hazretlerinin evinde topladı. Kandil yakıp, Sûre-i En'âmı okudular. Kandil ışıksız oldu.
Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki,
Yâ Ebâ Bekr, kandili ışıklandır.
Bir sâat sonra yine karardı.
Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu.
Yâ Ebâ Bekr, kandilin ışığını çoğalt.
Hazret-i Ebû Bekr, kandili ışığını çoğaltmak için kalkdı.
Bakdı ki kandilin yağı tükenmiş.
Dedi ki,
Yâ RESULALLAH! Kandilde yağ kalmamış. Bu gece yağ almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım.
Hazret-i Resûlullah buyurdular ki,
Bir mikdâr kendi ağzının tükrüğünden kandile damlat.
Âişe-i Sıddika hazretleri buyurur ki,
Babam bir mikdâr ağzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i şerîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ışığı çoğaldı.
ALLAHÜ TEBAREKE VE TEALA hazretlerinin emr ve fermânı ile şiddetli bir ışık oldu ki, Eshâb-ı kirâmın gözlerini kamaşdırdı.
Server-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdu ki:
Bu kandili söndürmeyiniz!
Kırk gün kırk gece o kandil, Âişe-i Sıddîka hazretlerinin evinde yandı.
Bir münâfık hazret-i Âişenin evine geldi. O kandili gördü.
Ne acâib kandil, kırkgün kırk gecedir sönmez, dedi.
O sâatde o kandil söndü. CEBRAiL aleyhisselâm geldi ve dedi:
Yâ MUHAMMED! ALLAHÜ TEBAREKE VE TEALA hazretleri buyurur:
"Ben çeşm-i bed [fenâ bakışlı] kullar da yaratdım. Eğer o münâfıkın gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil, Ebû Bekrin 'radıyallahü teâlâ anh' ağzının suyunun bereketi ile sönmez idi."

7

Freitag, 5. Dezember 2014, 18:44

MUSA (a.s.) VE DOGAN



MUSA (a.s.) VE DOGAN
MUSA Peygamber Yûsa Ibnî Nûn ile birlikte çiktigi gezilerden birinde yolda giderlerken ansizin karsilarinda bembeyaz bir kus görürler. Kus Hz. MUSA'nin omuzlarina konduktan sonra kendisen söyle seslenir:

"Ey ALLAH elçisi MUSA !... Beni dogan kusu öldürecek.
Ne olur beni koru!"

MUSA Peygamber de kusu elbisesinin altina saklar.

Ardindan az sonra dogan kusu gelerek, "Ey ALLAH'in elçisi MUSA!... Benim yiyecegime, avima engel oluyorsun?" diye sorar.

Hz. MUSA (a.s.) Dogan'a "Sana sürümden istedigin koyunu keseyim. Birak bu kusa dokunma, ne olur?" diye cevap verir.

"Ama koyun etini ben ne yapayim ondan hoslanmiyorum ki?" diyen Dogan'a da MUSA Peygamber su cevabi verir :

"Öyleyse sana kendi kabalarimdan bir miktar et keseyim de ye."

Tam bu sirada MUSA Peygamber'in elbisesinin altinda sakladigi kus havaya firlayarak uçar gider.

Pesinden de Dogan kanat çirparak havalanir.

Hz. MUSA (a.s.) arkalarindan seyre dalar. O, ne hikmettir?
diye düsüncelere dalmistir.

Bu iki küçük yaratigin bile hayat-memat derdine düserek birbirlerini yemege kalkismalari karsisinda içi sizlayarak, aralarini bulmak için Dogan'a kendi bacaklarinin kaba etlerini vermeye razi olmustur.

O, bütün varliklarin birbirine düsmeden kardesçe bir düzen içinde yasamalarini arzu etmektedir. Zaten kutsal davasi da insan yiginlarini aydinlik ALLAH yoluna davet ederek onlarin bu yolda insanca yasamalarini saglamaktir.

MUSA Peygamber kafasinda bu düsünceleri geçirirken kuslar tekrar yanina sokularak onlardan biri, "Ben CEBRAiL'im" digeri "Ben de MiKAiL'im" diye hüviyetlerini ortaya koyduktan sonra sözlerini söyle noktaladilar:

"Ey MUSA!... Biz seni buraya denemek için geldik. Açikçasi yüce ALLAH (C.C.) bizi, RABBinin kullari karsisinda takindigin sefkat ve merhamet duygularinin ölçüsünü tartmak için gönderdi. Bizde bu görevimizi yerine getirdik. Imtihani basariyla kazindiginizi müjdeleriz."

Yüce ALLAH (C.C.) cümlemizi, sefkat ve merhamet duygulariyla donatsin, amin...



8

Sonntag, 7. Dezember 2014, 16:23




NEYiN VAR A KiSi
KURTUBİ Tefsirinde nakledildiğine göre, sahabîlerden biri Nebiler Sultanının mübarek huzurlarında hep kederli görünürlerdi.. Yüzünde ızdırap çizgilerinin izleri vardı.. Bir gün ALLAH'ın Peygamberi o sahabîye dediler ki:
Seni hep üzüntü ve keder içinde görüyorum. Neyin var? Seni bu derece üzen şey ne ola?
Gerçekten o sahabî pek kederliydi. Can kuşu ten kafesinde çırpınıp durmaktaydı.. Birden gözleri buğulandı, dudakları acı ile büzüldü. Dili düğüm düğüm oldu da tek kelime söyleyecek takati kendinde bulamadı. Ne var ki, şefkat ve merhametin ve en güzel huyun sahibi CENAB-I Peygamber (Sallallahû Aleyhi ve Sellem), onun yanık yüreğine bir damla inayet suyu serpti:
Ey ALLAH'ın kulu, dedi, bana açamadığın derdini başka hiç kimseye açmak imkanın olmaz... Benim indimde ayıplanıp kusurlu görülmezsin. Seni bu hale sokan derdini bana anlat ki, deva olayım!..
O iki Cihanın Saadet Güneşi, o herkesin imdadına yetişen Rahmet Peygamber demirin gönlündeki pası bile giderirdi. Kaldı ki bir insanın derdine deva olmasın...
Biraz cesaret bulan sahabînin dilindeki düğüm birden açıldı.
Ah ve enin ederek anlatmaya başladı:
Ey ALLAH'ın Rasulü, ey kokusu hoş Nebi!. Allah beni sana feda kılsın... Benim öyle bir günahım vardır ki, bunu hatırladıkça üzüntüye gark oluyorum. Öyle zannediyorum ki, RABBi Kerîmimin huzurunda bu günahın hesabını veremeyeceğim!..
Kainatın Efendisi, ümit dalları kurumuş gibi görünen bu sahabîye teselli etti ve dedi ki:
Sen günahının ne olduğunu anlat!.. O sahabî, iki gözleri iki çeşme halinde şöyle anlattı:
Ey ALLAH'ın Rasulü, İslam'dan önceki cehalet devrinde ben de kızlarını öldüren bedbahtlardan biriydim. O korkunç günler bir kabus gibi beni de sarıvermişti. En son olarak tek kızım kalmıştı. Annesi:
Ey efendi, diyordu, bu işve fidanıma kıyma!.. Böyle bir gülü dalından koparmak reva mıdır?..
Onun yalvarışları karşısında ben de tek kızımı öldürmekten vazgeçmiştim..
Ne var ki, kızım da günden güne büyüyor, gittikçe güzelleşiyordu. Öyle bir yüzü vardı ki, sanki nar çiçeğine benzemedeydi. ALLAH'ın Kudret eli ona canlar yakan bir güzellik vermişti. Beni bir namus gayretidir aldı. Cehalet damarım alev seli halinde köpürdü, akıl ve idrak aynası çatladı:
Onu diyordum, bir başkasının evine bir başka adama nasıl verebilirim?
BÜYÜYÜP serpilen, servi gibi nazla salınan kızımın evde beklemesini istemediğim gibi, kocaya verip de bir başkasına terk etmeyi de hazmedemiyordum. Hasılı, kanlı cehalet beni zehir pençesinde nefes nefes sıkıyordu. Adem evlatlarının ezeli düşmanı şeytan da sahnedeydi, meydanlarda zıpzıp oynuyor, beni durmadan dürtüyordu.
Vah sana!.. Sen nasıl bir adamsın. Sende hiç namus gayreti yok mu?
Nihayet lanetli İblîs galebe çaldı. Aileme:
Ey iyi hatun, dedim, şu köydeki akrabamı ziyarete gideceğim, kızımızı da giydirip süsle, onu da beraber götürmek istiyorum!..
Zavallı kadın ne bilsin... Kurdun eline kuzuyu teslim ediyordu. Pek sevindi ve nar çiçekleri gibi taze kızını giydirip süsledi. Bende kızın elinden tutup yola çıktım... Yolları elime dolayıp gidiyordum...
O nur yumağı masum çocuk ardımca kuşlar gibi sekerek geliyordu. Ölüme gittiği nereden bilecekti.
Nihayet yolumuz ıpıssız bir vadiye uğradı. Orada tasarladığım bir kuyu vardı. Bu kuyu oldukça derin ve korkunçtu. İçine düşenin çıkmasına imkan yoktu. Nice can Yusuf'unu yutacak derinlikteydi. Adeta ağzını açmış bir canavara benziyordu.
Gökte güneş fokurduyor, yerde kumlar kavuruyordu. Çölün öldürücü sıcağı beynimizi kaynatmak üzereydi. Küt küt adımlarla yürüyerek kuyunun başına geldik. Kızım benim ürkek halimden şüphe etmişti. Yaralı keklikler misali titriyor, iri iri gözlerle yüzüme bakıyordu...
Ölüm kuyusu ağzına kadar su ile doluydu. Artık muradım hasıl olacak, ben bu kızdan ebedî olarak kurtulacaktım. Bu sırada kızımın elinden tutup suya bakması için kuyu ağzına kadar getirdim. Masum yavru, ak güvercinler gibi titreyerek çığlığı bastı:
Vah başıma gelen!.. Demek babam beni boğmak istiyor, demek yine şeytan yol kesiyor?.. Demek ben de sırf kız olarak dünyaya geldiğim için ölüme mahkum ediliyorum?..
Bir an vicdanım harekete geçti, cehalet sisleri aralandı, akıl yayı oku attı. Onu bıraktım. Başımı iki ellerim arasına alıp düşünceye daldım...
İçimde bir acayip tufan, bir ateş seli... Bu kötü işten vazgeçmeyi murad ediyordum, fakat cehalet timsahı vicdan kuşunu yutuveriyordu. Lanetli İblîs de kulağımın dibinde tezgahını kurmuştu:
Sen, diyordu, ne beceriksiz adamsın!.. Bu kızı kuyuya atıp helak etmezsen, bir başkasının eline verecek, namusunu çiğneteceksin. O zaman daha mı iyi olacak? Kendine gel, onu buracıkta öldür, yüzünün akı ile evine dön!..
Şeytanın fitne davulu beyin zarımı çatlatmış olacak ki, bir canavar gibi kızımın üstüne atıldım. Onu sürükleye sürükleye kuyunun başına getirdim. Kız son bir gayretle çırpınıyor ve:
Ey babam, diyordu, kıyma bana!.. Benim günahım ne ki, ölüme layık görülüyorum!..
Artık ne akıl, ne idrak, ne vicdan çalışmıyordu. Kızımın çığlıkları çöllerde yankılar yapmaktaydı... Nihayet onu tepesi üzerine kuyunun içine atıverdim. Her şeye hayat kaynağı olan su, kızıma ölüm kıskacı oluvermişti. Karanlık su, çığlığıyla beraber kızı da yutuvermişti... Kuyunun dalgaları bir ip gibi kıvrım kıvrım kıvrılarak çocuğu dibe çekti...
Gözleri bulut gibi yaşlar döken sahabî, bir nefes durup yaşlı gözlerini ALLAH Rasûlünün mübarek yüzüne dikti ve şöyle devam etti.
Ey ALLAH'ın Rasûlü, ey eşi bulunmaz inci!.. Daha sonra ALLAH bize acıdı, bize kendi içimizden bir Peygamber gönderdi... Bizi Nübüvvetle şereflendirdi... Siz de bizi İslam ile, îman ile tezyin ettiniz. Ve evvelce işlediğimiz şeylerin ne kadar cahilce olduğunu anladık... Öyle de, vicdanım sızlayıp durmadadır... Yüreği yaralı bir baba, nasıl kederden kurtulur, hüzünden azade olur?..
Ey Nebiyyi Ahirzaman!.. İşte beni devamlı gam seline sürükleyen derdim budur!..
NİHAYETSİZ olan Mülkün Seyyidi ve Kevser Havuzunun Sahibi, bu yürek parçalayan sahneleri yeniden yaşıyormuş gibi titredi ve mübarek gözleri yaşlarla doldu.. Mecliste bulunan diğer sahabîler de hıçkırıklarını tutamıyorlardı...
ALLAH'ın Şerefli Nebisi, ona derin derin baktı "Senin günahın affolmaz" demedi.. Şöyle buyurdu:
Eğer cehalet devri günahları bağışlanmasaydı seni de aynı şekilde cezalandırmaktan geri kalmazdım!..
O karanlıktan bu aydınlığa eriş, işte Nebiler Sultanının sayesinde oldu. Taş kalbli insanları gözü yaşlı ceylanlar haline getirmek devleti O'na bahşedildi. O'nun muhabbetiyle gönüllerini yakanların sayısı gökteki yıldızların sayısını geçmiştir. İnsanlık alemi Peygamberler Peygamberini tanıdığı ve O'na bağlandığı gün kurtulacaktır...
MUHAMMED HAK Elçisi...
Nur, rahmet, sonsuz güzel,
Ey can, O' nu sev!..
Olmaz, hiçbir şey O'nsuz güzel!..

Mustafa Necati Bursalı
Altınoluk Dergisi
1987 - Subat, Sayı: 012, Sayfa: 035

9

Sonntag, 7. Dezember 2014, 16:26

NiCiN AGIZLARI KAPALI



NiCiN AGIZLARI KAPALI
Şeyh Necmüddin Ali (k.s.) hazretleri anlatıyor:
Zaman zaman ziyaretime gelen bir kadın vardı. Basîreti (kalp gözü) açık bir hâtundu. Yine bir gün ziyâretime gelmişti. O sıralar elim biraz dardı ve o da bu hâlimi biliyordu. Evimde bir-iki göz ambar vardı. Eğer ALLAHÜ TEALA , hubûbattan arpa-buğday gibi bir şey verirse o ambarlara koyardım. Şimdi ise onlar boştu. Kullanılacakları zamana kadar temizce dursunlar diye ağızlarını kapatmıştım. O kadın içlerinde bir şey var zannetti ve bana dedi ki:
Mâdem ki elin dar, niçin şu ambarların içindekilerden azık edinmiyorsun?
Boş onlar, dedim.
O halde, dedi, niçin ağızlarını kapalı tutuyorsun?
Temiz dursun diye...
Kalktı, onların kapaklarını açtı ve şöyle dedi:
Bunlar, ağızları kapalı oldukları için boştur. Eğer ağızları açılsa, onlar da aç ve açık olan ağız gibi olurlar. HAK TEALA aç ve açık olan ağızın rızkını gönderir. İhtiyaç vakti gelince, her şeyin rızkını yine kendisine münâsip bir şeyden eriştirir.
O kadın bu işi yapınca, çok geçmeden ALLAH (C.C.) o ambarlara o kadar buğday gönderdi ki, bölmelerin hepsi doldu taştı.

Alıntı: Abdurrahman Câmi k.s., Nefehâtü'l-Üns, Terc. Lâmiî Çelebi, v. 1532 Fazilet Takvimi, 2001

10

Montag, 8. Dezember 2014, 23:50

20 Kuruş



20 KURUŞ

Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyordu.
Birgün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla verdi. İmam efendi yanlışlığı, yerine oturup, parasını sayınca fark etti. Kendi kendine düşünmeye başladı;

"20 kuruşu geri versem mi vermesem mi acaba şoföre?"

Ama içinden bir ses diyordu ki; "Bu çok küçük bir para. Şoförün zaten umurunda da değil. Otobüs şirketi için 20 kuruş ne fark eder? Bu parayı Allah'tan gelen bir hediye gibi... düşünebilirim"

İneceği durağa gelince, imam kalktı yerinden ve şoförün yanına yaklaştı. Fikrini değiştirmişti.İnmeden önce şoförün yanına sokuldu.

"Sizden bilet alırken, bana 20 kuruş fazla vermişsiniz. Oturunca fark ettim" dedi ve ekledi "Buyurun paranızın süstü olan 20 kuruşu."

Şoför gülümseyerek baktı imam efendiye ve "Siz camiinin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum. İslam'ı öğrenmek için. Size, bilerek fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim."

Şoförün sözleri üzerine imam şoka girmişti adeta. İnerken nerdeyse bacaklarını hissetmiyordu. Yere yığılacakmışcasına bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışıyordu. Bu arada, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne baktı ve dedi ki:

"Allah'ım az daha İslam'ı 20 kuruşa satıyordum!"

11

Dienstag, 9. Dezember 2014, 00:04

Her Yanlişin Bir Bedeli Vardir !




HER YANLIŞIN BİR BEDELİ VARDIR !

"Üniversitemin son yılında akşam okul dönüşü, indirimli öğrenci bileti vererek belediye otobüsüne bindim. Şoför öğrenci kartımı sordu. Yıllardır sorulmadığı halde asla cüzdanımdan ayırmadığım kartımı o an gösteremedim. Israrım üzerine tart.. ıştık, şoför ve yolcular tarafından aşağılandım: “Utanmıyor musun? Öğrenci değilsin, at bir bilet daha da geç yerine!” dediler. Kahroldum. Son durakta şoförle kavga etmeye sözleştik. Kıpkırmızı bir yüzle gidip en arkaya oturdum. Bir süre, kaderden başıma gelen bu tokadın hikmetini aradım ve ansızın buldum. Köyden bir misafirimi sabahleyin öğrenci biletiyle uğurlayarak kul hakkına girmiştim. Yüce ALLAH da bir önceki akşam, öğrenci kartımı cüzdanımdan bana bilinçsizce çıkarttırıp, masanın üzerine attırmış olmalıydı. Ürperdim, tövbe ettim ve ilk durakta sessizce inip kaybolarak, daha ağır bir utanç yaşamaktan kurtuldum. Kalbi ezilen her yetişkin önce şu ayeti düşünsün: ‘Başınıza gelen musibetler, kendi ellerinizle ettikleriniz yüzündendir. ALLAH yine de hatalarınızın çoğunu affeder.’ (KUR’AN; ŞURA; 30) Sonra da Mevlana Rumi’yi dinlesin: ‘ALLAH hiç bir suçsuz kulunu incitmez. Öyleyse bil ki çektiğin zahmet, işlediğin bir suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir şehvetten ötürüdür. Ders almaz ve suçunu bilmezsen bile bari hemen ağlayıp sızlan da bağışlanma dile. Secde et, yüzlerce kez, ‘YA RABBİ, bu gam suçumun karşılığıdır. Sen zulümden temizsin, sen hiç suçsuz bir insana dert ve gam verir misin?’ diyerek yalvar.’ “

12

Montag, 15. Dezember 2014, 20:09

Âhû'nun bu yalvarışına uyanan ârâbî bir anda korktu ve ayağa kalktı. Hz. Rasûlüllah (S.A.V.):



Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri bir gün sahraya çıkıp dolaşırlarken mübarek kulaklarına «Ya Muhammed!» diye bir nida geldi. Etrafa baktıkları zaman gördüler ki, bir âhû, ârâbî tarafından tuzak ile tutulmuş. Ârâbî ise orada yatmaktadır. Hz. Rasûlü Ekrem Efendimiz, onların yanına yaklaşınca âhû, feryad ederek:

— Ya Rasûlallah! Ben ve evladlarım üç gündür açız. Bu ârâbî beni av etti. Bana şefaat edip, bu tuzaktan kurtar, diyetazarrûda bulundu.

Âhû'nun bu yalvarışına uyanan ârâbî bir anda korktu ve ayağa kalktı. Hz. Rasûlüllah (S.A.V.):

— Ey Ârâbî, korkma kalbini hoş tut ve bu âhû'yu âzad eyle, buyurdu. Ârâbî:

— Niçin âzad edeyim? Ava çıkalı üç gün oldu, bu âhû'dan başka bir şey elde edemedim, dedi.

Bu arada âhû, ağlamasını fazlalaştırarak, Ya Rasûlallah, yavrularım çok küçüktür, gidip emzireyim yine gelirim, dedi. Cenabı Peygamber (S.A.V.):

— Ey Âhû, korkarım gelmezsin, deyince âhû: «Ya Rasûlallah! Eğer gelmezsem faiz yiyenlerin, akşam namazını kılmadan yatanların ve senin mübarek ism-i şerifin zikrolunduğu zaman, salavat okumayanların en şerlisi olayım, dedi. Bunun üzerine Hz. Rasûlü Ekrem, âhû'ya kefil olup, yine gelmek üzere salıverdiler. Âhû gittikten sonra, ârâbî tekrar yatıp uyudu. Hz. Resûlüllah ise orada bekledi. Bir saat geçtikten sonra âhû geldi. Fakat zayıflığından ayakları üzere durmaya mecali kalmamıştı. Hz. Rasûlü Ekrem (S.A.V.):

— Ey Âhû, niçin geldin?

— Ya Rasûlallah! Eğer gelmeseydim, kıyamet günü hem mahcub hem de senin şefaatinden mahrum olurdum.

— Niçin geç geldin?

— Ya Rasûlallah! Üç gündür bu ârâbî'nin tuzağında tutulmuş olarak kaldığım için, yavrularım açlıktan çok halsiz düşmüşlerdi. Onları emzirdim, hem de ayrılık günü olduğu için ağlaştık. Bunun için biraz bekledim. Kusurumu afvedin, diye massret beyan etti. Bu arada Arâbî uyandı ve âhû'yu Rasûlü Ekrem'in önünde ağlar vaziyette görünce, hemen kalkıp:

— Ya Rasûlallah! Bana İslâm-i arzeyle, zira bir kimse ki âhû ile görüşüyor ve âhû boğazlanmaktan korkmayıp kıyamet azabından korktuğu için sözünü yerine getiriyor, artık hiç şüphem kalmadı, sen hak Peygambersin, diyerek İslâm'a dahil oluyor. 



13

Montag, 15. Dezember 2014, 21:36

(Bismillahirrahmanirrahim)


Euzübillahimineşşeytanirracim

(Bismillahirrahmanirrahim)

Bir gün gelecek dükkânlarınız, evleriniz kapalı kalacak.
Köşklerinizde saraylarınızda başkaları oturacak.
Bunu bilin, unutmayın ve ahirete hazırlık yapın.
Kalbinizdeki küfrü, nifakı, fıskı atın.
Kalbinizdeki putu kırın.
Nefis putunu kırın.
O nefsin sözüne bakmayın.
Nefis insanın düşmanıdır.
Şeytan insanın düşmanıdır.
İnsanı kötülüğe götürür ve sonunda cehenneme sürükler.
Allah neslimizi, evlatlarımızı amel-i salihlerden eylesin!
Onlara ibadet ve taat nasip eylesin!
Gönüllerine aşkını feyzini muhabbetini ihsan eylesin!
Eğer bir babanın evladı namaz kılmıyorsa babadan sorulacak.
Bir annenin kızı namaz kılmıyorsa anadan sorulacak.
Bir ana-baba kızını bir dinsize verdiyse, namaz kılmayanla evlendirdiyse,
Allah-peygamber tanımayana verdiyse Cenâb-ı Hakk o ana-babayı cennete koymayacak.
İsterse o ananın babanın ibadet ve taatleri yeri ve göğü doldursun.
Eğer bir ana-baba evladına dinini öğretmediyse,
namazı öğretmediyse o ana-babanın cennete girmesi çok zordur.
Allah İslâm dinini, insanlar ona uysun diye yeryüzüne göndermiş,
yoksa insanlar onu kendilerine uydursun diye değil.
İman ettim diyen kul, dine uyacak, Allah’ın emirlerine uyacak, dinin emirlerine uyacak,
Allah’ın şeriatine uyacak. Cenâb-ı Hakk, dinine uymayı, emirlerine boyun bükmeyi bu camaate nasip etmiş.
İbadet ve taati, zikrullahı, şeraitı yaşamayı, tarikatı yaşamayı bizlere nasip eylemiş.
Gece ve gündüz başlarımızı secdeden kaldırmadan
Cenâb-ı Hakk’a hamd etsek, yine de tam anlamıyla şükrümüzü yerine getiremeyiz.
Oğluna, kızına beş yaşına gelince dinini öğretmeye başlat. Yedi yaşına gelince namazı öğret,
on iki yaşında namazı emret.
Çocuğuna namazı öğretmeyen, namaz kılma yaşına gelince örtünmeyi
emretmeyen ana-baba cennetin kokusunu bile alamayacak.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
“Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür; ebedi kalacak iyi işler ise,
Rabbinin katında sevapça da hayırlıdır, ümitçe de hayırlıdır.
Allah (Azimüşşan) soracak; “-Sana dünyada verdiğim malları nasıl kazandın, nereye harcadın?
Sana bahşettiğim evlatları İslâm üzere yetiştirdin mi?
Onlara namazı, tesettürü emrettin mi?
Ezan-ı Muhammedî okundu.
Allah hepinizden razı olsun, ölmüşlerinize gani gani rahmet eylesin!
Cenâb-ı Hakk bizleri ahirete hazırlık yapan kullarından eylesin!
Cenâb-ı Hakk gönüllerimizi zatından ayırmasın!
Bizlere hakiki namazı kılmayı nasıl eylesin.
Namazın hakikatini göstersin.
Bizi bize bırakmasın, ona sığınıyor, ondan istiyoruz.
Bütün eksiklerden Noksanlıktan Tenzih Tezbih ederim ..
Allahümme salli ala (seyyidina Muhammed)



14

Dienstag, 16. Dezember 2014, 19:00

İbretlik Kıssalar



Bayezid-i Bistami k.s.......İBRETLİ KISSALAR.......
Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bayezid-i Bistami hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar uykuya dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihayet annesi uyandı ve su, su! diye mırıldandı.Bâyezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi;
Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun? dedi.
Bayezid-i Bistami;
Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum, dedi.
Bunun üzerine annesi;
Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol! diye cân-u gönülden duâ etti.
Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allah’ü Teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti.

15

Dienstag, 16. Dezember 2014, 19:16

Kelebek Etkisi



Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğura bilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz'in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi ile ilgilidir. Daha sonralarda hava durumuyla ile ilgili verdiği şu örnek ile ünlenmiştir. Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, Dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir. Bunun sağlamasını buyurun Efendimizden dinleyelim.Hz.Peygamber (s.a.v) Efendimiz Şöyle Buyurmuştur. Dünyanın her hangi bir yerinde bir iyilik yapıldığında dünyanın başka bir yerinde bir kötülük engellenmiş olur. Ve yine dünyanın herhangi bir yerinde bir kötülük işlendiğinde yine dünyanın başka bir yerinde bir iyiliğin yapılmasını engellemiş olur...

16

Dienstag, 16. Dezember 2014, 19:26






İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. Akşam olunca geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan kayan bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında: "Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâla uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını beklliyordum. Derken şafak söktü:
"Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!"
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
"Ey Allah’ım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüzyirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah'ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allah’ım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi bir farak pirinçten ibaret olan ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken yıllar sonra çıkageldi ve:
"Ey Abdullah! bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:
"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam:
"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:
"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.
"Ey Allah’ım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
Buhari, Enbiya 50, Büyü' 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Dâvud, Büyû' 29, (3387).

17

Mittwoch, 17. Dezember 2014, 20:21

Mağaradaki Kuşun Sirri




Resûlullah (s.a.v) ile Ebû Bekr (r.a) Mekke-i mükerremeden hicret ederken bir mağarada üç gün üç gece kaldılar. Ebû Bekr (r.a) o mağaranın tavanında bir kuş gördü ki, yerinden hareket etmeyip, birşey yimez ve su içmez.

Ebû Bekr (r.a) dedi ki,

"Yâ Resûlallah! Bu kuşa ben hayrânım. Zîrâ, biz bu mağaraya geleliden beri, bu kuş yerinden hareket etmedi. Bir nesne yimedi. Allahü teâlâ, kelâm-ı kadîminde,

(Allahü teâlânın rızk vermediği, yeryüzünde bir mahlûk yokdur.) buyurmuşdur.

Ebû Bekr-i Sıddîk, böyle düşünürken, o hâlde hazret-i Cebrâîl (a.s) nâzil olup, havâda muallak durup, dedi ki,

"Yâ Muhammed! Hak sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Ve buyurur ki, "Ebû Bekrin hâtırına geleni bilirim. O kuşa emr eyledim ki, Ebû Bekr ile konuşsun. Ebû Bekre söyle ki, o kuş ile söyleşsin"; dedi.

Resûl i ekrem hazretleri, Ebû Bekre, hazret-i Cebrâîlin sözünü açıkladıkda, Ebû Bekr (r.a) sevinip, ileri vardı. Dedi ki,

"Ey mubârek kuş! Allahü teâlâ hazretlerinin izni şerîfiyle, bana söyle ki, yiyeceğin ve içeceğin nedir.

O kuş ağlayıp, bir zemân kendinden geçip, yere düşdü. Sonra ayılıp, kalkdı. Tebessüm ederek dedi ki,

"Yâ Ebâ Bekr! Bana bundan süâl etme! Bu bir sırdır. Hak sübhânehü ve teâlâ ile benim aramda olan sırrımı kimsenin bilmesini istemem.

Ebû Bekr (r.a) dedi:

"Ey mubârek kuş! Eğer bana söylemeğe me'mûr oldun ise, söyle.

Kuş dedi.

"Ma'lûmun olsun ki, hazret-i Âdem (a.s) yaratılmazdan iki bin yıl evvel, Hak sübhânehü ve teâlâ beni yaratdı. Yiyeceğimi ve içeceğimi iki kelime eyledi. Aç olduğum zemân birisini söylerim; tok olurum. Susuz olduğum zemân birini söylerim; kanarım.

Ebû Bekr (r.a) dedi ki:
"O kelime nedir. Kuş dedi, o kelimenin biri budur ki, aç olduğum zemân sana buğz edene la'net ederim; tok olurum. Susuz olduğum zemân, sana muhabbet edene, istigfâr ederim, kanarım.

Hazret-i Resûl-i ekrem (s.a.v), bunu işitip, ağladı. Ümmetinden ba'zıları şakâvet edip, hazret-i Ebû Bekre buğz edeceklerine mahzûn oldu.

18

Mittwoch, 17. Dezember 2014, 21:40




Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şerefli sahabesi ile sohbet ederlerken bir fukara geldi ve meclisin bir kenarına ilişerek Resulullah'ı (a.s.m.) dinlemeye başladı.

Meğer yanına oturduğu adam eşraftan zengin bir tüccardı.Zengin adam elbisesini topladı ve ondan biraz uzaklaştı.

Fakat bu hareket,Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) mübarek gözünden kaçmamıştı.

Resulullah (a.s.m.) adama sordu:

'' Onun fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun?''

Adam:

'' Hayır ya Resulullah'' dedi.

'' Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun?''

'' Hayır ya Resulullah.''

''Elbiselerin kirlenir diye mi korktun?''

''Hayır ya Resulullah.''

''O halde niçin onun yanından uzaklaştın?''

Adam üzüntü ve mahcubiyet içinde:

''Hatamı anladım ya Resulullah!.Hatamın telafisi ve günahımın kefareti olarak servetimin yarısını bu Müslüman kardeşime vermeye hazırım'' dedi.

Bu defa fakir kıyafetli adam:

''Fakat ben bunu kabul etmeye hazır değilim.'' dedi.

Orada bulunanlar:

''Niçin?'' dediler.

Adam:

Çünkü bir gün beni de bir gururun sarmasından korkarım.'' dedi.

19

Freitag, 19. Dezember 2014, 00:19

Taptiginiz Ayagimin Altinda



Muhiddini Arabî Hz. bir dağa çıkıp :
Sizin taptıklarınız benîm ayağımın altındadır; diye bağırmaya başladı. Bu söz üzerine zamanın uleması Muhiddin Arabi'nin
(ALLAH benim ayağımın altındadır) dediğine hükmederek küfrüne; kail oldular ve idamına hükmettiler. Kabrini bile belli bir yere değil bir dağa yaptılar. Fakat Muhiddin Arabî Hazretleri bir sözünde :
İza dehaleşşini ilâşşın, zahara kabr-i Muhiddin
(Sin sına girdiği zaman Muhiddin'in kabri ve muradı anlaşılır) demişti.
Aradan asırlar geçti. Yavuz Sultan Selim Han Şam'ı fethetti. Orada bu hadiseyi duyup Muhiddin Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu sordu. Kimse Muhiddin-i Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu bilmiyordu
Dağda koyun otlatmakta olan çobanlara kadar Muhiddin Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu soruyor fakat kimseden mutmain bir cevap alamıyordu. Sadece çobanın bir tanesi :
Efendim dedi, ben kabrin nerede olduğunu bilmiyorum. Fakat şurada bir yer var ki, oradan ne koyunların birisi bir ot yer ne de oraya bir hayvan basar. Oranın otları kendi halinde büyür ve zamanı gelince de kurur gider, dedi. Bunun üzerine Sultan Selim, oranın Muhiddin Arabi'nin kabri olduğuna karar verip kazdırdı. Baktılar ki, cesedleri olduğu gibi duruyor. Oraya muhteşem bir türbe yaptırdı. Sonra O'nun niçin İdam edildiğini sordu.
Oradakiler:
Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır, dediği için
idam edildiğini söylediler.
Bu defa, Sultan Selim Han, bu sözü nerede söylediğini araştırıp orayı da buldu. Orayı kazmalarını emretti. Kazdıklarında oradan bir küp altının çıktığını gördüler. Yavuz Sultan Selim şöyle söyledi:
Hazreti Peygamberimiz, «Dininiz paranız, kıbleniz kadınlarınız» buyurmadı mı? İşte Muhiddin-i Arabî de buna dayanarak, taptığınız ayağımın altında demekle, benim ayağımın altında altın var demek istemiş ama, o zaman bunu kimse anlayamamış ve Muhiddin'i haksız yere idam etmişler, buyurdu. Böylece Muhiddin-i Arabi'nin iki kerameti birden zuhur etmiş oluyordu; biri paranın yerini bildirmesi, biri de Yavuz'un gelip hadiseyi aydınlığa kavuşturması...
Muhiddini Arabî H. 638 (M. 1240)'da vefat etmiş ve Şam'ın Kasyon dağına defnedilmiştir.

20

Freitag, 19. Dezember 2014, 00:30



Vaktiyle bir müminle kafir beraberce balık avına çıkarlar. Deniz kenarında avlanmaya dalarak akşama kadar olta sallarlar. Kafir oltasını her denize saldığnda tapındığı putun adını anar. Müminde her olta atışında Allahın adını dilinden düşürmez. Fakat akşama kadar süren avcılık sonunda kafir torbasını balıkla doldurmasına karşılık mümin hiçbir şey tutamamıştır. Güneş battığı sıralarda birbalık tutu ise de onuda neşe içinde elinden kaçırıverdi. Böylece de kafir eli dolu olarak müminin de eli boş olarak üzüntü içinde evlerine dönerler. Bunun üzerine koruyucu melek mümin avcı hesabına üzüntüye düşer. Göğe çıktığında Allah (c.c.) kendisine müminin Cennetteki yerine kafirinde Cehennemdeki yerini gösterir.
Bu durumu gören melek şöyle der; "Allaha and olsunki Cennetle kazandıktan sonra müminin dünyada uğradığı zararların hiçbir değeri yok. Cehennemlik olan kafirinde dünyada eriştiği zenginliklerin bir değeri yok. O Yüzden müminin öbür dünyadaçektiği çile ve sıkıntılar hiç kalır. Buna karşılık kafirin de bu dünyada eriştiği nimet ve zenginlikler öbür dünyada uğrayacağı çetin azabı bir nebzecik olsun hafifletmez.
______________
◕ Yüce Allah cümlemizi Cennetlik olan kullarından eylesin Amin.
İnşaAllah.

Ähnliche Themen