Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

Monday, 5.01.2015, 09:26

Ötekileştirme bir ritüeldir

Toplumsal hayatta düzen, ilk insandan kalma bir ritüelmişçesine, ötekileştirmeler üzerinden kuruluyor, kurulan düzen korunmaya devam ediyor. Dil, ırk, cinsiyet ve daha birçok olgu “ötekileştirme”ye alet ediliyor.

İlk “ötekileştirme” cinsiyet üzerinden gerçekleştirilmiştir. Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratılan Havva, Adem’in bir parçası olarak Adem’den sonra, Adem’in kudreti altında yaratıldığı için ötekileştirilmiş oluyor aslında. Topraktan yaratılan Adem’in kaburgasından can bulan Havva, Adem’den daha güçsüz olarak resmediliyor. Hatta varlığı, Adem’in varlığına bağlanmış oluyor. Şeytan’ın oyununa gelerek yasak elmanın tadına bakmasıyla cennetten çıkarılmalarına neden olan, varoluşta Adem’den sonra gelen Havva, nefsine yenik düşmesi nedeniyle de daha fazla kusurlu olarak betimleniyor. Aslında bir bakıma Havva, Adem gibi olmaması ile ötekileştiriliyor.

Böylece ataerkil toplumun temelleri, zihinlerde atılmış oluyor. Erkeğin gücünün yanında kadının güçsüzlüğü, kusurluluğu, varlığının erkeğe bağlı olması anlayışının tohumları, dini öğretilerle pekiştiriliyor.

İnsanlar üredikçe, yani Adem ile Havva’dan oluşan 2 kişilik topluluk çoğaldıkça; çoğalıp farklılaştıkça, insanlar birlikte yaşamanın sınırlarını genişletiyor. Boylar klanlara, klanlar kabilelere devşiriliyor. İnsanlar çeşitli nedenlerin arkasına saklanarak kendilerinden olmayan boyları, klanları, kabileleri ötekileştiriyor.

Paranın toplumsal hayatın içine girmesiyle ötekileştirmenin ekonomi yüzü belirginlik kazanıyor. Zengin-fakir ayrımı ortaya çıkınca, zengin olan parasızı “fakir” diye, fakir olan paraya sahip olanı “zengin” diye ötekileştiriyor.

Milletler, devletlerin sınırlarıyla ayrıştırılıyor. Sembolizmden ibaret olan siyasetin ardında devletler ve milletler ötekileştiriliyor. Dünya’nın yuvarlak olmasına aldırış edilmeden, yeryüzü sanki bir düzlemmişçesine devletler, coğrafi terimlerle “Doğu-Batı” diye konumlandırılıyor. Bu coğrafi terimler ile konumlandırmada aslında, coğrafik anlamın çoktan yitmiş olduğu aşikâr. “Doğu-Batı” artık gelişmişliği-geriliği, medeniyeti-gelenekselliği, hatta “iyiliği-kötülüğü” ifade ediyor. Birinin bir diğerini ötekileştirmesi sonucunda kelimeler ve olgular yeni anlamlara bürünüyor. Haberlerde, makalelerde “Doğu-Batı”nın baş harflerinin büyük yazılması bunun örtülü bir kanıtı değil midir?

Zaman geçiyor… Devirler değişiyor… Coğrafyaların sınırları yeniden çiziliyor. Ötekileştirme, varlığını korumaya devam ediyor. Zamanın ve mekânın en önemli tüketim nesnesine ya da bu nesnelerinin belirlenimlerine göre; ötekileştirmeler yeniden resmediliyor.

Ötekileştirmenin temelinde dil yatıyor. Dil vasıtasıyla ötekileştirmelerin çerçevesi yeniden ve yeniden çiziliyor. Dil sayesinde çerçevesi çizilen bu ötekileştirmeler, yine dil aracılığıyla insanların bilinçaltına yerleştiriliyor. Toplumsal hayatın içindeki toplumsal rollerin ve eylemlerin içine yazılıyor.

Ötekileştirmelerin özünde etnosantrizm okunuyor. Benmerkezcilikten beslenen ötekileştirme, toplumsal hayatın her düzleminde yaşamaya ve kendini geliştirmeye devam ediyor. Ötekileştirmenin atası cinsiyet ötekileştirmesi olmasına rağmen, bugün en büyük ötekileştirmeler (her ne kadar baş etken ekonomi olsa da) siyasi temelli oluyor. Modern dünyanın temel ayrımcılığı, “devlet” ve “millet” kavramları etrafında çiziliyor. “İçleyerek dışlama” kavramının rahatlıkla okunabileceği modern devletler belki de stratejik varlıklarını bu ötekileştirme politikaları ölçeğinde gerçekleştiriyor.

Türkiye gerçeğine de bir bakılacak olursa; toplumsal ve siyasi uzamda birçok alanda bu ötekileştirmelerin yazgısını okumak mümkün. Tahmin edileceği gibi, Türk-Kürt ayrımı akıllara gelen ilk örneklerden… Belki sosyolojik açıdan “Kürt sorununun” derinine inilirse, bu meselenin “sorunlaştırılmasının” bu “ötekileştirme” ölçeğinde perçinleştirilmiş olduğu görülecektir. Kim bilir? Araştırmak gerekir.

Irksal ötekileştirmenin yanında, bugün dinsel/mezhepsel ötekileştirme de toplumsal olanın içinde konumlandırılmış durumda. Türbanlı/türbansız ayrımı, aynı toplumsal düzlemde olduğu kabul edilmesi gereken insanları farklılaştırma politikasıdır sadece. Belki de siyasi çıkarlar sonucunda planlanmış bir sorunlaştırma mekanizmasıdır. Düşünmek gerekir!

Ya da daha basit bir çerçevede düşünmek gerekirse, siyasi çerçevede ötekileştirme, AKP’liler-CHP’liler-HDP’liler vs. diye de konumlandırılmıştır.

Toplumsal düzlemde var olan ötekileştirmeler daha da ileri boyutlara varabilmektedir. Örneğin bölgelere göre yapılan değer atıfları buna güzel bir örnektir. Trakyalılar sıcakkanlı insanlardır ya da çingenedirler; Karadenizliler inattırlar, Laz damarları vardır. Doğulular Kürt ve teröristtirler gibi.

Küresel dünyada aslolan sembollerin tüketimidir. Toplumsal düzlemin her tür uzamı sembollere yazılıdır. Bu yüzden her ötekileştirme bir anlam içermektedir. Bu anlamlar var olan ya da belirlenmiş çıkarlar nezdinde var olması istenilen toplumsal düzene hizmet etmektedir, hizmet ettirilmektedir.

Her ötekileştirme, aslında bir ayrımcılığı temsil etmektedir. Toplumdaki her ayrımcılık da toplumsal bölünmüşlüğe tekabül etmektedir. İnsan haklarının, dolayısıyla insan olmanın “vatandaş” olmaktan geçtiği küresel düzende farkındalık yaratılması için ortaya atılan her ide, her eylem önerisi dahi “birileri” için risk unsuru olma özelliği göstermektedir. Bu yüzden sosyalleşme ile potansiyel “bireyler” pasifize edilmektedir. Bugünün toplumsal normları, “normal” olarak kabul edildiği ve sosyalleşmenin içinde normal olarak kabul ettirildiği için birey aslında birey olma özelliğini zamanla yitirmiştir. Bireyliğin tanımı silikleşmiştir. Geriye sadece sahte bir birey sanrısı kalmıştır. Bireyliğimiz aslında toplumsal düzlemde var olan iktidarların izin verdiği ölçüde bireyliktir.

Kısıtlanmış olduğunun farkında olan pasifize edilmiş bireyler, aslında var olan pasifliğin içindeki aktif bireylerdir. Aktifliğe atılan ilk adım ise farkındalık oluşturulmasıdır. Bu noktada aslında hepimizin birer Mesih olduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzden toplumsal değişim ve dönüşüm için ilk önce kendimizi dinlemeliyiz. Normalleştirilmeye çalışılan o kadar çok olağanüstü hal var ki…!


Duygu Çavdar

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "' Cansın" (8.07.2015, 14:05)


  • "MUSTAFA ÇİLEK" bir erkek

Mesajlar: 11,783

Kayıt tarihi: Mar 5th 2011

Konum: TOKAT

  • Özel mesaj gönder

2

Thursday, 30.04.2015, 19:57

Güzel paylaşım adına teşekkür ederim emeginize yüregine saglık

Benzer konular