Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

281

Wednesday, 23.03.2016, 15:38


Sappho: Tarihin ilk kadın edebiyatçısı, Afrodit'in rahibelerinden biriydi. Yazdığı coşkulu ve cesur lirik şiirler nesiller boyunca yaşadı ve günümüze kadar geldi.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

282

Wednesday, 23.03.2016, 15:44


Büyük Katerina: Rusya'yı 18'inci yüzyılının en büyük gücü haline getiren büyük çariçe zamanında yüzbinlerce kilometrekarelik alan fethedildi. Rus İmparatorluğunun sağlam temelleri onun zamanında ve onun katkılarıyla atıldı.
II. Katerina zamanında Rusya Osmanlı Devletine çok büyük kayıplar verdirdi. II. Katerina'nın çariçeliği sırasında 3 değişik Osmanlı padişahı hüküm sürdü: III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III. Selim. Bu dönemde Rusya Osmanlı Devleti'yle iki büyük savaş yaptı. Bunlardan birincisi III. Mustafa döneminde yapılan 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'ydı. Bu savaşta büyük kayıplara uğrayan Osmanlılar I. Abdülhamit tahta geçtiğinde Ruslarla Küçük Kaynarca Antlaşması'nı imzalayarak Kırım'ın bağımsız olmasını kabul ettiler. Ama II. Katerina ünlü generali Potemkin'le birlikte Kırım'ı Rusya'nın bir parçası olarak görmek istiyordu. Antlaşmanın imzasından 9 yıl sonra 1783 yılında Rusya Kırım'ı resmen topraklarına kattı. I. Abdülhamit'in saltanatı sırasında gerçekleşen bu durumu kabul edemeyen Osmanlılar Kırım'ı geri almak için Rusya'yla tekrar 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşına girdiler. Ancak tekrar yenilen Osmanlılar III. Selim tahta geçtikten sonra Yaş Antlaşması'nı imzalayarak Kırım'ı Ruslara bırakmaya razı olmak zorunda kaldılar. Kırım'ın kaybı Osmanlılar için büyük bir hezimet olmuştu. Çünkü ilk defa Müslüman bir Osmanlı toprağı Hıristiyanlara kaybediliyordu. Rusya ise Karadeniz kıyısındaki bu toprakları ele geçirerek büyük bir stratejik başarıya sahip olmuş, Karadeniz'de donanma kurma imkânını elde etmişti. Bu gelişmeler 19. yüzyıl boyunca Boğazlar sorununu gündeme getirecekti.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

283

Wednesday, 23.03.2016, 15:46


Jeanne d'Arc
Yüzyıl Savaşları boyunca İngiltere'ye karşı ülkesi Fransa'ya memleketi Lorraine'deki cephelerden başlayarak manevi anlamda büyük destek olan ve sonradan ünü Fransa'nın dört bir yanına yayılmış bir Fransız Katolik azizesidir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

284

Wednesday, 23.03.2016, 15:48


Eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, 20. yüzyılın en etkin siyasi figürlerinden biriydi.
İngiltere’nin resmi başbakanlık konutu olan Downing Sokağı 10 Numara’da geçirdiği 11 yıla radikal politikaları ve uzlaşmaz yaklaşımı damgasını vurdu.Demir Leydi' lakaplı İngiltere´nin ilk kadın başbakanıdır. Thatcher, soğuk savaş boyunca ülkesinin gelişmesinde çok önemli rol oynadı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

285

Wednesday, 23.03.2016, 15:51


Büyük İskender; (M. Ö. 356-323)

Makedonya kralı ve tarihin en ünlü komutanlarından biridir. İlk defa dünyayı fethetmeye çalışan hükümdar olarak da tarihte ad bırakmış, aldığı geniş ülkelerden dolayı «Büyük» lakabıyla tanınmıştır.

İskender’in babası Makedonya Kralı Phillip de iyi bir komutandı. Yalnız genç prens birçok konularda babasından çok daha ihtiras sahibi olduğunu küçük yaşta belli etmişti. Kral Philip ordusu ile geniş bir istila hareketine giriştiği zaman İskender: «Babam bu gidişle, bana fethedilecek ülke bırakmayacak» diye sızlanmıştı. İskender’in annesi de oğluna büyük kahraman Akhilleus’un sülalesinden geldiğini söylemiş, oğlunu çeşitli kahramanlık hikayeleriyle büyütmüştü.

İskender, 14 yaşındayken, ünlü Yunan filozofu Aristoteles’ten ders almaya başlamıştı. Edebiyata olan merakının yanı sıra spora da önem veriyordu. Aristoteles aynı zamanda İskender’e yabancı ülkelere gidip, başka milletlerin kültürünü, medeniyetini öğrenme fikrini de aşılamıştı.

İskender, 20 yaşındayken, Makedonya kiralı oldu. O sırada, devletin idaresi altındaki eyaletlerde huzursuzluk başlamıştı. İskender kuzeyde Barbar kabilelerle savaşırken, genç hükümdarın öldüğüne dair bir haber yayıldı. Thebes şehri halkı hemen Makedonya’ ya karşı ayaklandı, Atinalılar’dan yardım istedi. İskender durumu haber alır almaz ordusu ile birlikte Thebes’e yürüdü. Şehri yerle bir etti, şair Pindar’ın eviyle tapınakların dışında, bütün binaları yaktı yıktı. Şehrin 30.000’i bulan ahalisini de köle olarak esir pazarlarına sattı. İskender’in bu hareketi öteki Yunan eyaletlerini susturmaya yetmişti. Atina hükümeti de İskender’in egemenliğini kabul etmek zorunda kaldı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

286

Wednesday, 23.03.2016, 15:53


Yaşamının son dört buçuk yılında Roma İmparatorluğu’nu ömür boyu olmak koşuluyla diktatör olarak pençesine almış olan ve halk tarafından “Mağlup Edilmez Sezar” diye anılan Jül Sezar’ın (Gaius Julius Caesar) hayatı, baş döndüren maceralarla doludur.

Milattan önce 100 yılında Roma’da dünyaya gelmişti. Doktorlar normal doğumu gerçekleştirmeyi başaramamış, onu ancak annesinin karnını keserek dışarı çıkartabilmişlerdi. O yüzden adı “kesilip alınan” anlamında Ceasar konulmuştu. Yani Sezar, günümüzdeki sezaryenin isim babasıydı.

Asil bir ailenin çocuğuydu. Babası Asya eyaleti valiliği yapmış ünlü bir politikacı, annesi ise birkaç konsül çıkarmış etkili bir ailenin üyesiydi. Çok küçük bir yaştan itibaren, sağlam bir eğitim ile beraber bir silâhşor olarak yetiştirildi. Edebiyata ve güzel sanatlara çılgın denilecek kadar düşkündü. Çocukluğunda ve gençliğinde güzelliği o kadar meşhur idi ki kendisini Adonis’e, Ganimed’e, Paris’e benzetenler olmuştu. Harikulade bir hatip, yaman bir binici, kadınları baştan çıkarmada adeta bir sihirbazdı. Gençliğinde tüm dedikodulara kulaklarını tıkamış, Roma’da, genelevlerin bulunduğu sokakta bir oda tutarak, yıllarca gırtlağına kadar fuhuş ve sefahate gömülerek yaşamaya devam etmişti.

En büyük şansızlıklarından birisi amcası Marius ile onun rakibi olan Sulla arasındaki korkunç rekabetti. Roma siyasetine o yıllarda iki farklı siyasi görüş egemendi. Birincisi, senatoda yalnızca aristokratların doğrudan yer almasını savunan optimates’ler; ikincisi senatoya seçimle girilmesini savunan populares’ler. Amcası populares hizbinden, Sulla ise optimates hizbindendi. Şans ilk başta amcası Marius’tan yanaydı ama bir süre sonra Sulla MÖ 82 yılında yapılan Colline Geçidi Savaşı’nı kazanarak Roma’yı ele geçirip Roma’nın yeni diktatörü olmuştu. Sulla’nın ilk icraatı bütün siyasi rakiplerini ortadan kaldırmaktı. Yüzlerce muhalif acımasızca öldürüldü, boğazlandı. Sezar’ın amcası Marius’un cesedi bile mezarından çıkarılıp Tiber nehrine atıldı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

287

Wednesday, 23.03.2016, 16:08


Napolyon
Politika ve savaşa doymak bilmeyen bir lider olan Napolyon, Fransız Devrimi ardından Fransa’nın İmparatoru olmuştu. Osmanlı’yı müttefik yapmak için uzun süre uğraşan Napolyon’un, III. Selim’e yazdığı mektup ünlüdür. Devrimin ardından tek öğün yemekle geçinmeye çalışan Fransa’da birçok reform yapan Napolyon, merkezi yönetim ve vergi, eğitim sistemi gibi birçok alanda gelişim sağlamasının yanında; ülkenin yol ve kanalizasyon sistemleri gibi altyapı çalışmalarını da başlattı. Kamu alanında Napolyon yasaları, askeri alanda ise Napolyon taktikleri ile ülkesini yönlendiren Napolyon, 1812’de Rusya işgali ile gücünü yitirmeye başlamış, son şansı Waterloo’da aldığı yenilgi ile Avrupa sahnesinden çekilmişti.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

288

Wednesday, 23.03.2016, 16:16


Abraham Lincoln
ABD’nin 16’ıncı başkanı olan Abraham Lincoln, ülkesinin en zor döneminde, İç Savaş esnasında başkanlık yapmıştı. Ülkesinin en bunalımlı döneminde tek parça halinde kalabilmesi için büyük uğraş veren Lincoln, köleliği kaldırması ile dünyanın kaderini değiştiren insanlardan biri oldu. Amerika’nın ilk vergi gelirini düzenleyen ve ulusal bankacılık sistemini oluşturan Lincoln, Şükran Günü’nü ilk uygulayan insan olarak Amerika’nın ekonomik ve sosyal hayatına önemli etkide bulunmuştu. Yedi yüz binden fazla insanın öldüğü iç savaşın ardından ekonomi başta olmak üzere ülkesinin yaralarını sarmaya başlayan Lincoln, reformlarına fazla vakit bulamadan, Konfederasyon fanatiği tiyatrocu John Wilkes Booth tarafından öldürüldü.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

289

Wednesday, 23.03.2016, 16:18



Vladimir Lenin
Demokratik eğitim için mücadele veren bir fizik öğretmeninin oğlu olarak dünyaya gelen Vladimir Ilyich Ulyanov, babasını beyin kanamasından kaybetti, erkek kardeşi Çar Üçüncü Aleksandr’ın suikastına karıştığı gerekçesiyle idam edildi, kız kardeşi sürgüne gönderildi. Parçalanmış aile yapısı hayatını çok etkileyen Lenin, 1892’de St. Petersburg üniversitesinde hukuktan mezun oldu. Üniversite sonrası yıllarda Marksist hareketlere katılan Ilyich Ulyanov, yazdığı makale ve kitaplarda Lenin adını kullanmaya başladı. Rusya Sosyal Demokrat Partisine katılan Lenin, 1902 senesinde yayınlanan “Ne Yapmalı?” adlı eseriyle Çarlık Rusya’sında bir anda tanınan ve dinlenen bir kişi olmayı başardı.

Üç sene sonra Sosyal Demokrat Partinin başına geçen Lenin, Avrupa’daki faaliyetlerine başladı. Birinci Dünya Savaşı'ndaki barış hareketleri ile Almanya ile olan savaşın sona ermesini sağlayan Lenin, 1917 yılındaki Şubat Devrimi ardından Halk Komiserleri Konsey Başkanı seçilen Lenin, derhal eğitim, sağlık ve ekonomi alanlarındaki reform çalışmalarına başladı. Ülkesindeki iç savaşı 1920’de sonlandıran Lenin, 1922’deki suikast girişiminden sonra felç geçirdi. Lenin'in 1924 yılındaki ölüm nedeninin aynı neden olduğu ileri sürülse de, bu konuda kesin bir bilgi yok.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

290

Wednesday, 23.03.2016, 16:19


Churchill

İngiltere’de köklü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Churchill, gençliğinde asker üniforması altında Küba, Hindistan ve Afrika’da görevlerde bulundu ve önemli askeri tecrübe edindi. İngiltere’ye dönüşünde ise parlamentoya girdi. Churchill başarılı bir politikacı olmasına rağmen alkol sorunu ön plana çıkıyordu. Baskın karakteri ile ön planda kalmayı başaran Churchill, kendi planı olan ve sorumluluğu üzerine kalan Çanakkale felaketi ile kendi kendini bitirdi. İkinci Dünya Savaşı olmasaydı, belki de adı hatırlanmayacaktı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

291

Saturday, 26.03.2016, 15:48


Avrupalı papazlar, 1163 tarihinde “Papazlar Meclisi”nde aldıkları bir kararla, tıpla ilgili bütün okulları kapattırmışlardır. Doktorlar birer sihirbaz ve yalancıydı. Doktorluk suçtu.

Ortaçağ Avrupâsında doktorluk yasaklanırken, Avrupâ nın İslâm dünyası aynı çağda dev adımlar atıyor, büyük doktorlar yetiştiriyordu. Bu doktorlardan biri de Ebu’l-Kasım Zehravi idi. Zamanında ilim ve kültür seviyesi en yüksek olan Kurtuba Üniversitesi’nde öğrenim gördü.

Zehravi, önce Endülüs Emevi halifelerinden Üçüncü Abdurrahman ile, sonra yerine geçen İkinci Hakem devrinde saray doktoru olarak çalıştı ve hükümdarların özel doktoruMüslüman cerrahların babası olarak kabul edilen Zehravi, daha çok cerrahi sahasında başarılı ve meşhurdur.

Ebu’l Kasım Halef İbn el-Abbas el-Zehravi (batıda Albucasis olarak bilinir) MS. 936′da Kutuba (Cordoba)’nın yakınlarındaki Zehra’da doğmuştur. İslam çağının en tanınmış cerrahlarından biri olmuştur ve İspaya Kralı El-Hakem’e hekimlik yapmıştır. Zengin anlamlı özgün katkıları ile dolu uzun bir tıbbi kariyerden sonra, 1013′te öldü.

Cerrahiye ilk önem veren alim, meşhur Razi idi. Ali bin

Abbas onun yolunu takip etmiş, sonra da İbn-i Sina yetişmiştir. Ameliyatlarda kullandığı aletleri kendisine has bir metodla mikroplar-dan temizledikten sonra kullanıyordu. Bu işte, bilinen ve madde’üs-safradenilen bir maddeden faydalandı. Günümüzde yapılan araştırmalar, bu maddenin bakterileri imha edici özelliğe sahip olduğunu ispatlamıştır.

Böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ilk defa o tesbit etti. Bu ameliyatı ilk defa o gerçekleştirdi. Yaptığı ameliyat, çağımızın en ileri gelen opera-törlerinin yaptıkları ameliyatla aynı idi.

Bulduğu ameliyat yöntemleri ve 200 civarında alet hâlâ kullanılmakta.

Tıp bilimini farklı yönlerini kapsayan otuz ciltten oluşan El-Tasrif isimli onun ünlü Tıbbi Ansiklopedisi için olduğu gibi cerrahideki ilk ve özgün büyük buluşları sebebiyle de iyi tanınmaktadır. Bu serinin daha önemli bölümü, dağlama, mesaneden taş atılması, hayvanların incelenmesi, ebelik, kan durdurucu maddeler ve göz, kulak ve boğaz cerrahisi dahil onun tarafından gerçekleştirilen operasyonları esas alarak cerrahi tedavilerin çeşitli yönlerini tanımlayan, cerrahi üzerine üç kitaptan oluşmaktadır. Ölü ceninin atılması ve ampütasyon dahil, birkaç hassas operasyonu mükemmelleştirmiştir.

El-Tasrif, ilk olarak Orta Çağda Cremonalı Gherard tarafından Latince’ye tercüme edilmiştir. Bu, Avrupa’daki birkaç editör tarafından takip edilmiştir. Kitap, kullanımdaki ya da onun tarafından geliştirilmiş, cerrahi aletlerin sayısız diyagramlarını ve resimlerini içermekteydi ve birkaç yüzyıl kadar Avrupa ülkelerindeki tıp müfredatlarının bir parçasını oluşturmuştur. Müslümanların cerrahiden çekindikleri görüşünün aksine, El-Zehravi’nin El-Tasrif’i bu uygulamalı bilim dalı için muazzam bir koleksiyon tedarik etmiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

292

Wednesday, 13.04.2016, 21:22


HiCAZ DEMİRYOLU
II. Abdülhamid ara ından 1900 -1908 yıllarında Şam ile Medine arasında inşa ettirilen demiryolu. Hicaz bölgesine demiryolu yapılmasına dair ilk fikirler XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya atıldı. Alman asıllı Amerikalı mühendis Zimpel 1864'te. Kızıldeniz ile Şam ı birleştirecek bir demiryolu hattı inşası için Osmanlı Devleti'ne tekiifte bulundu. Önceleri cevapsı z bırakılan teklif daha sonra incelemeye değer bulunarak uzmanlara havale edildi; ancakyap lan araş­tırma ve tetkikler sonunda. bölgede yaşayan kabilelerio tepkilerine yol açabileceği ve denizyolu taşımacılığının demiryolu inşaatına göre daha ucuz olduğu gerekçeleriyle reddedildi. 187 4'te benzer bir öneri de ordudaki bazı subaylardan geldi;öneride, Medine ile Mekke arasına döşenecek bir demiryolu hattının Hicaz bölgesindeki Osmanlı hakimiyetini kuwetlendireceği ileri sürülmekteydi. 1891 'de Hicaz kumandanı Osman Nuri Paşa da istanbul'a gönderdiği bir raporda, CiddeMekke arasına döşenecek bir mendifer hattının bölge için gerekliliği ve önemi üzerinde duruyordu. Osman Nuri Paşa·nın bu raporu bir süre sonra üç kişilik bir komisyonda ele alındı ve makul bulunarak Ci d de- Mekke arasında yapılacak bir demiryolunun özellikle hacıların yol boyunca çektikleri sıkıntıları ortadan kaldı­racağı ifade edildi. Aynı günlerde Hindistanlı gazeteci Muhammed inşaallah da Mekke ve Medine'den geçip Yemen'de sona erecek bir demiryolunun propagandasını yapmaktaydı. Hicaz bölgesine demiryolu inşasına dair en kapsamlı teklif 1891 'de Ahmed izzet Efendi'den geldi. O sırada Cidde evkaf müdürü olan izzet Efendi sunduğu raporda, Şam dan başlayarak Medine'ye kadar getirilecek bir demiryolunun Hicaz'a yönelecek dış saldırı­ lar la bölgede çıkabilecek isyanlara karşı önemli bir savunma vasıtası oluşturaca­ğını. aynı zamanda hac yolculuklarını da büyük ölçüde kolaylaştıracağını yazmaktaydı. ll. Abdülhamid , ilgisini çeken bu teklifi incelemek ve görüşünü bildirmek üzere Erkan-ı Harbiyye Periki Mehmed Şakir Paşa'ya havale etti. Mehmed ŞakirPaşa . kendisine gönderilen raporu yalnız incelemekle kalmayp demiryolu hattının tahmini maliyetini de hesaplayarak geçeceği güzergah ı gösterir bir harita ile birlikte padişaha sundu. Proje hakkında Derviş ve Gazi Ahmed Muhtar paşaların da fikirlerini alan ll. Abdülhamid kesin kararını vererek 2 Mayıs 1900 tarihinde yayımladığı bir irade ile inşaata başlanmasını emretti ve inşaat 1 Eylül 1900 tarihinde yapılan resmi bir törenden sonra başladı. İlk aşamada Şam'dan Mekke'ye ulaşması planlanan demiryolu hattının ileride Akabe ve Cidde'ye bağlanması hatta Yemen'e kadar uzatılınası düşünülmüştü .Hicaz demiryolunun yapılmasınd i sebeplerio başında askeri, siyasi ve dini amaçlar gelmekteydi. Her şeyden önce demiryolu bölgeye asker sevkini hızlandı­racağından muhtemel ayaklanmalara vedışarıdan vuku bulacak saldırılara karşı savunma rolü üstlenecekti. Şüphesiz Osmanlı Devleti'nin askeri etkinliğinin artması siyasi otoritenin de bölgede güçlenmesine yardım edecekti. Yalnız savaş ve isyan durumlarında değil normal zamanlarda da Hicaz ile Yemen'e asker ve mühimmat sevkiyatı demiryoluyla yapılacak.böylece Süveyş Kanalı na duyulan ihtiyaç ortadan kalkacaktı. Ancak kamuoyuna yapılan açıklamalarda projenin askeri ve siyasi yönünden ziyade dini amacı ön plana çıkarılıyordu. Hicaz hattı, büyük zahmet ve meşakkatlerle yapılabilen hac yolculuğunu olaylaştırarak. büyük bir dini hizmete vesile olacaktı; çünkü Suriye'den Medine'ye yaklaşık kırk , Mekke'ye elli gün süren uzun ve bedevlierin saldı rıl rı sebebiyle tehlikeli olan yolculuk dört beş güne inecekti. Üstelik demiryolu, hacıların gidiş geliş masraflarını öncekiyle kı­yaslanamayacak derecede azaltacak vebu durum yakın gelecekte hacıların sayı­sını da arttıracaktı . Proje aynı zamanda ll. Abdülhamid'in İslam alemindeki itibarve nüfuzunu da kuwetlendirecek, müslümanların ortak bir eser ve amaç etrafında dayanışmasını sağlayacaktı. Bunlarınyanı sıra demiryolunun işletmeye açılmasıyla birlikte ticari faaliyetlerin gelişeceği, ekonomik canlılıkla birlikte şehirleşmeninde hızlanacağı tahmin ediliyordu.
TDV İslâm Ansiklopedisi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

293

Friday, 22.04.2016, 22:24


Osmanlı’nın Yazılmayan Zaferi Kut’ül Amare
Bazı yazarlar geride öyle eserler bırakır ki bunlar tekrar tekrar okunsun diyedir. Cemil Meriç‘te öyle bir yazardır ki Umrandan Uygarlığa adlı eserinde şöyle söyler Türk aydını için; “Zavallı Türk Aydını, Batılı dostları alınmasın diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır!”
Başlıkta da belirttiğim gibi Kut’ül Amare zaferide bizim için işte tam olarak böyledir. Yani batılı dostlarımız alınmasın diye biz hazinelerimizi gizliyoruz!
Birinci Cihan Harbi öyle gelişigüzel vuku bulmuş bir savaş değildir. Esasında okullarda öğrencilere anlatıldığı kadar sıradan bir savaşta değildir. Bu tam olarak yeni dünya düzeni için toprakların taksimi, emperyalist devletlerin giderek artan ihtiyaçları için gerekli olan petrolün karşılanması ve hasta adam olarak nitelendirilen ama hala bir nefesi bile tüm müslüman alemini hareketlendirmeye yeten Osmanlı‘nın topraklarının paylaşımı demekti. Bunun için elbette yıllar öncesinden planlanmış bir çalışma gerekliydi ve batı bunu zaten yapmıştı. 1912 ve 1913 yıllarında gerçekleşen Balkan Savaşları bunun bir tecrübesi yani ufak bir provasıydı. Batı bu prova ile yüzyıllardır Osmanlı hakimiyetinde olan milletleri kışkırtıp hasta adamın üzerine salmıştı bile ve netice olarak istediğini elde etti. Hasta adama ayağını Rumeli’den çektirtti. Osmanlı bu savaşlar sonucunda batının gözünde artık bir Avrupa devleti değildi. Osmanlı, balkanların elden çıkmasıyla birlikte büyük bir nüfusu da elinden kaybetti. Bu sadece kuru bir kalabalık değildi Osmanlı için okumuş ve eğitimli kitleninde elden gitmesi demekti. Üstelik itibar zedelenmiş, büyük kayıplar yaşatılmış, askeri ve maddi olarak hasta adamın beli iyice bükülmüştü.
Uzun yıllar üstünde çalıştıkları bu senaryo tıkır tıkır işlemişti ta ki Osmanlıyı harbin içine çekecekleri güne kadar. İstanbul’a gelen iki Alman zırhlısı İstanbul‘da kömür ikmali yapacakları zaman kaderin nasıl bir cilvesi ki onlara Karadeniz’e açılmaları için kömür verende yine bir İngiliz şirketi.
Cihan harbi işte böyle bir senaryonun ürünüydü ve artık ateşler edildiğinde savaş başlamış ve Osmanlı zoraki de olsa bu savaşın içine girmişti. Osmanlı bu savaşta onlarca cephede savaştı. Anadolu’nun evlatları vatanın her köşesine koştular.
Çanakkale Zaferimiz ise bu savaşın sadece bir cephesiydi ve batıya Dur! diye seslenişimizdi adeta. Sadece burada mıydık elbette hayır. Kafkasya, Filistin, Irak, Hicaz, Galiçya, İran nerede yoktuk ki…
Yazının girişinde bahsettiğim unutulmuş, unutturulmuş ve bu sebeple yazılmayan bir zaferin adıdır Kut’ül Amare zaferi. Bu zaferimizin mimarları ise Halil Kut Paşa, Sakallı Nureddin Paşa, Süleyman Askeri Bey ve Albay Suphi Beylerdir.
Kut’ül Amare ecdadımızın Çanakkale‘den sonra kazandığı ve İngiliz ordusunu aylarca kuşattığı ve esir aldığı bir zaferdir. Bu öyle bir yenilgidir ki onlar için Çanakkale’den sonra ikinci bir büyük tokat yemişlerdir ve bunu ülkelerinde basında bile yalan yanlış bilgiler vererek vatandaşlarından saklayacaktırlar.
Halil Paşa, Enver Paşa‘nın kendisinden bir yaş küçük olan amcasıdır. Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Kut’ül Amare Zaferi nedeniyle “Kut” soyadını almıştır. Ayrıca Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal ile sınıf arkadaşıydı.
Selman-ı Pak Muharebesi‘nin birinci günü General Townshend hatıra defterine: “Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki savunmada Türklerle mukayese edilebilsin. Talihsizliğimin cezasını çekiyorum.” diye not düşmüştür.
Irak Cephesinde bulunan Kut’ül Amare / Kut veya Vasıt denen bölgede İngiliz tümgeneral Townshend komutasındaki ordu İngiliz hükumetinden gelen emirle Fav, Basra, Nasıriye ve Amara‘dan sonra Kut’ül Amare üzerinden ilerleyerek Bağdat‘ı almaya çalışırken 22 ve 23 Kasım 1915‘de Selman-ı Pak Muharebesinde durduruluyor ve geri çekilerek 3 Aralık‘ta Kut’ül Amare‘ya sığınıyorlar. İşte tam bu sırada Kafkasya Cephesi‘nden kolordusuyla beraber Irak Cephesi’ne takviyeye gelen Halil Bey, bu muharebede geri çekilme emrini veren Miralay Nurettin Bey‘in (Sakallı Nureddin Paşa) yerine 9. Kolordu Komutanı olarak atanıyor.
Townshend, 1861 - 1924
Townshend, 1861 – 1924
Kut’ül Ammare, Dicle Nehri kıyısında Şattülarap kanalı ile birleşen Basra Körfezi‘nin 350 km kuzeyinde, Bağdat‘ın 170 km güneyinde bulunan bir kasabadır. 1915 yılı nüfus sayımına göre 6500 kişi bulunmaktaydı. Haritada da göründüğü gibi Kut, nehir kenarında olduğu için ve nehrin kenti çevreleyip sanki bir yarım adaymış gibi olmasından dolayı askeri olarak yerleşildiğinde güzel bir savunma noktası oluşturuyor tabi devamlı olarak gelen bir yardıma sahipseniz ama işler öyle hesapladıkları gibi gitmiyor aylarca süren kuşatmada artık gıdaları tükenen İngilizler yardım talep ediyorlar ve onlara nehir üzerinden yardım getiren gemiye bizim kahraman Türk subaylarımız tıpkı asırlar önce Fatih Sultan Mehmed Han‘ın İstanbul’u fethinde ki gibi nehirde karşıdan karşıya demir zincir çekerek yardımın ulaşmasını engelliyorlar. Artık durum o kadar kötüye gitmeye başlıyor ki İngiliz hava kuvvetleri havadan doğru yardım göndermeye başlıyor tabi ki de Almanya ile olan birlikteliğimizden dolayı elimizde ki hava gücüyle karşılık veriyoruz. Bir süre sonra gıdaları o kadar tükeniyor ki İngiliz general günlük yiyeceği yarıya indiriyor bir süre sonra asker elinde bulunan atları kesmeye ve onları yemeğe başlıyor hatta bir ingilizin hatıralarında bahsettiği gibi bütün yemekleri sabah, öğle, akşam at etinden oluyor bu durumdan en kötü etkilenenler ise İngilizlerin Bombay‘dan getirdikleri Hintli müslüman askerler onlar at eti yemeyi reddettikleri için kötü şekilde etkileniyorlar ve ardı sıra ölümler geliyor.
Kuşatma İngilizleri artık öyle canından bezdirmişti ki Townshend, Halil Paşa’ya, 1.000.000 Sterlin para teklif etti ve buna mukabil bir daha Osmanlı‘ya karşı savaşmamakla beraber kendilerinin Basra‘ya kadar gitmelerine izin verilmesini istedi. Halil Paşa bu teklifi reddeder ve şu cevabı verir: “Bu teklif, herhalde başka şartlar içinde yapılsaydı tek cevap, silahımın namlusundan çıkacak tek bir kurşun olurdu.”
İngiliz inatçılığı bununla da yetinmiyor ve Arabistan’dan gelen meşhur casus Lawrance para teklifini bu sefer 2.000.000. Sterline çıkarıyor ve tabi bu teklifte kabul edilmiyor.
19 Nisan 1916 tarihinde Müşir Colmar von der Goltz Paşa, Bağdat’ta bulunan karargâhında tifüsten ölünce, genç yaşta olmasına rağmen Mirliva Halil Paşa 6. Ordu komutanlığına atanıyor.
Mirliva Halil Paşa 29 Nisan 1916 tarihinde Irak Cephesi’nde Kut’ül Ammare kasabasında General Charles Townshend komutasındaki İngiliz ordularını esir alıyor. Esir alınanlar ise 18 yüksek rütbeli subay, 481 subay ve 13309 er ile birlikte teslim oluyorlar.
Bu büyük zafer sonunda Halil Paşa‘nın askerlerine söyledikleri;
“Arslanlar!..
– Bugün Türkler’e şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında sühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
– Bize ikiyüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.
– İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.
– Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Sühedamız, hayatı ulviyatta, semevatta kızıl kanlarla uçuşurken, gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar.”
Bu büyük zafer gerçekten de her yıl 1950 lere hatta NATO üyesi olduğumuz 1952 yılına kadar Türk ordusu tarafından Kut Bayramı olarak kutlanmaktaydı fakat İngilizler yahut içimizde ki ingilizler bundan rahatsız olmuş olmalı ki bu zafer ve bu zaferin kahramanları bizlere unutturulmaya çalışılıyor.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

294

Saturday, 23.04.2016, 19:40



23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarihtir.

Atatürk, 23 Nisan 1924'te '23 Nisan' gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiştir. Bu tarihten 5 yıl sonra 23 Nisan 1929’da Atatürk bu bayramı çocuklara armağan etmiştir ve 23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır. 1979'da, yine ilk olarak altı ülkenin katılmasıyla uluslararası boyuta taşıdığımız bu millî bayramımıza, ortalama olarak her yıl kırkın üzerinde ülkeden gelen ve Türk çocuklarının misafiri olan yabancı ülke çocukları da katılmaktadır. Dünya’da çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir.

Türk milletinin gönlünde, onun bağımsızlığının sarsılmaz ifadesi olarak en önemli yeri işgâl eden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, her yıl yurdumuzda ve yurtdışındaki temsilciliklerimizde, bütün kurumlarımızda, okullarımızda ve her evde çeşitli etkinliklerle kutlanarak millî birliğimizin kenetlenmiş ifadesini temsil etmektedir.

Büyük önder Atatürk’ün düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Onlara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevginin ifadesi olarak, millî bayramımız olan 23 Nisanlar’ı çocuklara armağan etmiştir. Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni nesillerce öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisanlar, önemli birer vesiledir.

Milletimize ve bütün çocuklara kutlu olsun.

Atatürk diyor ki:

“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

295

Tuesday, 26.04.2016, 14:08


11. yüzyıldan beri bazı dizeleri kayıp olan antik şarkı
İngiltere’de 11. yüzyıla ait, Antik Roma dönemi felsefe kitabı dinletisine eşlik etmek için yazılan Teselli Şarkısı adlı melodinin eksik notaları 1000 yıl sonra tamamlandı. “Teselli Şarkısı” adlı eser, Antik Romalı filozof Boethius’un Felsefenin Tesellisi (The Consolation of Philosophy) adlı kitabına eşlik etmek için yazılmıştı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

296

Friday, 29.04.2016, 00:37



II.Katerina neden Rusya Müftülüğü'nü kurdurdu? (1789)

1762 Tarihinde Rusya tahtına geçen Çariçe II. Katarına, Çar I.Petro'nun siyasetinin takipçisiydi. Önce yönetim alanında Avrupa tarzında bazı değişiklikler yapmak istedi fakat daha sonra bundan vazgeçti. Dış siyasette ise temel hedef sıcak denizlere ulaşmaktı. İlk kez ülkesinde yaşayan Müslüman halka yönelik geleneksel Rus siyasetinin dışına çıkarak bazı düzenlemeler yaptı.
Osmanlı-Rus savaşı sırasında Kazak Türklerinden Yemel'yan Pugaçev Rusya'yı oldukça zor durumda bırakan bir isyan başlattı.(1773) Pugaçev isyanına Rusya'da yaşayan Müslüman halk özellikle de Kazaklar, Kazan Türkleri ve Başkurtlar içinde bulundukları sosyal ve ekonomik şartların kötülüğünden dolayı büyük destek verdiler. İsyan uzun süre bastırılamadı. Osmanlı-Rus savaşının zaferle sonuçlanması ile rahatlayan Rusya kanlı bir şekilde bu isyanı bastırdı. Başta Pugaçev olmak üzere isyana katılanlar şiddetle cezalandırıldı.(1775)
Pugaçev isyanı II.Aterina'ya Rusya içerisinde yaşayan kalabalık Müslüman halkın varlığını fark ettirmiş ve Müslümanları baskı ile uzun süre Rusya idaresi altında tutulamayacağını göstermişti. Rusya'nın uyguladığı genel siyaset İslam'ın etkisini zayıflatmak ve Müslüman halkı Hırıstiyanlaştırmaya çalışmaktı. Bu siyaset gereği misyonerlik çalışmalarına ağırlık veriliyor ayrıca her türlü baskı ve şiddet uygulanıyordu.
Pugaçev isyanı bastırıldıktan sonra II. Katerina Müslüman halka uygulanan şiddet ve baskıları azda olsa yumuşatarak Müslüman halkı kazanmaya çalıştı. Özellikle dini alanda Müslümanlara uygulanan bazı yasakları kaldırdı, mesela cami ve medrese yapımına izin verdi. Ancak daha sonra bu dini özgürlüklerin tek merkezden yönetilmesine ve devletin kontrolünde olmasına karar verildi.
Çariçe II. Katerina İlk olarak bir Rusya müftülüğü kurulması çalışmalarını başlattı.(1789) Merkezi Ufa şehri olan bu müftülük bütün dini işleri idare edecekti. Orenburg Müslüman Ruhani Meclisi adını taşıyan bu müftülüğe Müslüman din adamlarını ve öğretmenlerini tayin etme yetkisi verildi. Böylece ülkedeki dini eğitim ve dini faaliyetler tek merkezden bu kuruluş aracılığı ile kontrol edilecekti. İlk müftü olarak Rus yöneticilerin güvenini kazanmış olan Muhammed-can Hüseyin tayin edildi. Bazı şehirlerde de büyük camilerin yapılmasına izin verildi.
Katerina bu şekilde Müslümanları kazanmaya çalışmış diğer yandan da Müslümanlar üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturmayı hedeflemiştir. Tarihçiler bu uygulamanın bazı olumlu sonuçlar verdiğini belirtmektedirler.
Kaynak
1-Rusya Tarihi (Prof.Dr.Akdes Nimet Kurat, TTK 1987)
2-Sovyetler Birliğindeki Türklüğün ve İslamın Bazı Meseleleri (Dr. Baymirza Hayit, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı 1987)