Giriş yapmadınız.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

81

Thursday, 4.02.2016, 12:58


Pargalı İbrahim Paşa'nın, Sebald Beham tarafından çizilen bir gravürü (1530'lu yıllar)
Kanuni Sultan Süleyman’ın ikinci sadrazamı olan İbrahim Paşa Yunanistan’da Parga kasabasında doğmuştu. Altı yaşlarında iken korsanlar tarafından kaçırılarak Manisa’da zengin bir dul kadına evlatlık olarak satılmıştı. Pargalı bu dul kadın tarafından sanattan,edebiyata iyi bir eğitim almıştı. Kabiliyetleri ile kısa sürede kendini yetiştiren Pargalı İbrahim o dönem Manisa’da sancakbeyi olan Kanuni ile tanışmış ve Kanuni bu yetenekli genci kendi maiyetine almıştı.
Manisa’da bulunduğu sürede Kanuniye kendini ispat eden Pargalı İbrahim, Kanuninin çok güvendiği bir kişi haline gelmişti. Yavuz Sultan Selimin ölümü üzerine İstanbul’a gelerek tahta geçen Kanuni Pargalı İbrahim’i de yanında getirmiş ve Pargalı İbrahim’e Has Odabaşılığı görevini vermişti. Kanuni Sultan Süleyman ile kurduğu yakın dostluğun da etkisiyle Pargalı İbrahim daha sonra benzeri görülmemiş bir şekilde devlet temayüllerine aykırı olarak bir anda veziriazamlığa getirildi. Kanuninin bu derece güvenini kazanan bu mevkileri elde eden İbrahim Paşaya bundan sonra Makbul İbrahim Paşa denmeye başladı.
1521 yılında Belgrat’ın fethinde görev alan İbrahim Paşa 1522 yılında Rodos seferine katıldı. Mısırda çıkan isyanı bastıran İbrahim Paşa, Mohaç Meydan savaşının kazanılmasında da önemli rol oynadı. Daha sonra Anadolu’daki isyanları bastıran İbrahim Paşa, I.Viyana kuşatmasında katıldı ve Avusturya İmparatorunu Osmanlı sadrazamına eşit sayan 1533 tarihli İstanbul Antlaşmasını imzaladı. Safeviler üzerine karşı düzenlenen Irakeyn seferine katıldı ve Bağdat’ın fethinde görev aldı. Kanuni Sultan Süleyman, bu yetenekli, başarılı ve çok güvendiği paşadan öylesine memnundu ki onu ailesine aldı. Kız kardeşi Hatice Sultan ile evlendirdi.
Osmanlı Devletinin en parlak devrini yaşadığı bu tarihlerde ülke yönetiminde büyük rol oynadı. Devlet işlerinde gösterdiği üstün başarılar ile Kanuninin büyük güvenini kazanan İbrahim Paşanın gücü ve otoritesi gitgide arttı.İbrahim Paşanın İstanbul antlaşması imzalanırken Avusturya İmparatoru Ferdinand’a söylediği şu sözler de onun nasıl bir güce ulaştığını göstermekteydi. ” Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir: Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzî ederim; verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük pâdişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmiyecek olursam gayr-i vâki gibi kılınır; çünkü her şey harb, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.” Avusturya ile imzalanan İstanbul Antlaşmasına bir de bu gözle bakmak gerekir. Avusturya İmparatorunun Osmanlı sadrazamına denk sayıldığı bu antlaşmada Kanuni nasıl ki protokol olarak Avusturya İmparatorunun üstündeyse İbrahim Paşa da Avusturya imparatoruna protokolde denkti.
Ancak İbrahim Paşanın bu iktidar gücü,bu güçle beraber artan hırsı ve bu sebeple yaptığı yanlışlar onun Maktul ( katledilen ) İbrahim Paşa haline gelmesinde önemli bir rol oynadı. İbrahim Paşa ile Kanuni arasındaki ilişkilerin soğuması Irakeyn seferi sırasında başlar. Defterdar İskender Çelebiyi idam ettirmesi ve Kanuninin bu idamı onaylamaktan pişmanlık duyması aralarındaki güven duygusunu sarsmıştır. Bağdat’taki görevi sırasında ‘Serasker Sultan’ ünvanı kullanarak ferman yayınlaması onun elde ettiği gücün sarhoşluğuna kendini ne kadar kaptırdığını bir padişah gibi hareket etmeye başladığını göstermekteydi.
Sarayda kendisi ile ilgili, hediye olarak gönderilen Kur’anları kabul etmediği, gizliden gizliye Hristiyanlık inancını devam ettirdiği, Hatice Sultan ile ilgilenmediği gibi söylentiler çıktı. Bu söylentilerin ne kadarı doğru bilinmez ama İbrahim Paşanın Şehzade Mustafa’ya olan yakınlığının bu söylentilerin çıkmasında etkili olduğu ifade edilir. Sarayda günden güne artan söylentiler zaman içerisinde Kanuni üzerinde de etkili oldu.
Tüm bu nedenlerin sonucunda Kanuni Sultan Süleyman çok sevdiği Manisa’daki görevinden itibaren yanından ayırmadığı bu genç ve başarılı veziriazamını bir Ramazan günü saraya iftara çağırdı. İftar sofrasında yenildi içildi. Daha sonra dinlenmek için kendine hazırlanmış odaya geçen İbrahim Paşa odasına giren birkaç cellat tarafından boğularak öldürüldü. İbrahim Paşanın ölümü de ayrıcalıklı oldu. Adet olduğu şekilde başı vurularak değil hanedan ailesine mensup kişilere uygulandığı şekilde kanı akıtılmadan boğdurularak öldürüldü.

Kaynaklar :
Hester Donaldson Jenkis, Pargalı İbrahim Paşa
İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Osmanlı Tarihi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

82

Sunday, 21.02.2016, 23:29



Doğum: 30 Mart 1432

Ölüm: Mayıs 1481
Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu'nun icraatları ve askeri dehası açısından en önemli padişahlarından biridir. Sultan II. Murad'ın ve Hümâ Hatun'un oğlu olarak 29 Mart'ı 30 Mart'a bağlayan gece, 1432'de Edirne'de doğar. Çocukluğundan itibaren hem Batı hem de Doğu kültürü eğitimi alır, devrin önemli bilginleriyle çalışır ve bu konuda kendini geliştirir.

Çocukluk dönemi bir müddet Edirne'deki sarayda geçtikten sonra Bursa'da 10 yaşlarına kadar kalır. Şehzadenin bir gelenek olarak devlet yönetimini öğrenmesi ve deneyim kazanması için görevlendirilmesi adına Manisa sancakbeyliğine atanmasıyla Manisa'ya gider. Eğitimi için ise Molla Gürani görevlendirilir.

Şehzade Mehmed, Osmanlı'da şehzadelere meslek edindirme geleneğinden dolayı meslek olarak top döküm işini seçmiştir. Bu seçim, İstanbul'un fethine yaklaştıran adımlardan ve mucitliğinin temellerinden biridir. 13 yaşındayken babası Sultan II. Murad tarafından tahta geçirilir. Erken yaştaki bir padişahın Osmanlı saltanatı üzerinde yetkilendirilmesini fırsat gören Macarlardan oluşan Haçlı Birliği, Osmanlı topraklarına girerek Varna'ya saldırıya geçer. Bu durum karşısında genç padişah, vezirlerin de iknasıyla birlikte tahtı tekrar babası II. Murad'a bırakır ve Manisa'ya vali olarak döner. II. Murad ise tahta döndükten sonra 9 Kasım 1444'te Varna zaferini kazanır.
ehzade Mehmed, babası II. Murad'ın vefatından sora tahta tekrar çıkar. Tahta çıktığı dönemlerde iç meselerle uğraşmak adına Karamanoğlu İbrahim Bey Venediklilerle anlaşarak isyan etmiş, Karaman Devleti'ni kurmayı hedeflemiştir. II. Mehmed, Karaman topraklarına girerek İbrahim Bey'in af dilemesiyle affını kabul eder.

Hz. Muhammed'in "Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır; ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur!" şeklindeki sözü Sultan II. Mehmed'in İstanbul'u fethetme arzusunun çıkış noktalarındandır. Peygamberin müjdesini gerçekleştirmek isteyen II. Mehmed, bu yolda zaferine ulaşır ve zorlu bir kuşatma sonrasında İstanbul'u fetheder.

Bu zaferden sonra da Karaman, İsfendiyaroğulları ve Trabzon Rum beyliğiyle yapılan savaşlar sonunda İmparatorluğun sınırları Fırat boylarına kadar genişler. Batıda ise Sırbistan, Eflak, Boğdan, Mora, Bosna-Hersek ve Arnavut Beyleri Osmanlı'nın egemenliğini tanır.

Fatih Sultan Mehmed, askeri alanda bu başarılarının yanısıra idari alanda da başarılar göstermiştir. Devlet idaresini çağının koşullarına göre düzenleyerek bilim, teknik, mimari,güzel sanatlar ve mühendislik alanlarında Osmanlı-Türk kültürünün ilk gelişmelerini yaratacak çalışmalara zemin hazırlamıştır.

Fatih'in devlet örgüt anlayışındaki ileri görüşlerini gösteren önemli girişimlerinden biri de Kanunnamesi'dir. Oldukça sade bir dille ele alınan bu kanunnamede sadrazam ve şeyhülislamden başlayarak devlet memurlarının görevleri belirlenmiştir.Bu kanunnamede taht ve devletin geleceği için kardeş katlinini meşrulaştırılmış olması tarihçiler tarafından en çok eleştirilen hususlardan biridir. Büyük kumandan ve dehasıyla adını tarihe altın harflerle yazdıran Padişah Fatih Sultan Mehmet 1481 yılında Gebze yöresinde Hünkarçayırı'nda vefat eder. Naaşı, İstanbul'da bulunan Fatih Camii avlusundaki türbede gömülüdür.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

83

Saturday, 27.02.2016, 20:22


Hızır Bey, İstanbul kadısı ve belediye başkanı iken, bir Hıristiyan mîmâr geldi. Fâtih Sultan Mehmet Hân’dan şikâyetçi olduğunu söyledi. Hızır Bey, mîmârı dinledi. Fâtih, bugünkü Ayasofya Câmii’nden daha yüksek kubbeye ve daha üstün mîmârî husûsiyetlere sâhip bir câmi yaptırmak istemiş ve o mîmâr da bu işe tâlip olmuştu.

Ama Müslümanların, Ayasofya’dan daha üstün bir esere sâhip olmalarına gönlü râzı olmamıştı. Mısır’dan bin bir zahmetle getirilmiş olan sütûnların yüksekliklerini kısa tutmuş ve kubbenin yüksekliği de Ayasofya’dan alçak olmuştu. Sultan, sütûnların kasıtlı olarak küçültüldüğünü anlayıp çok hiddetlendi. Muhâkeme edilmeden mîmârın eli kesildi.

Hızır Bey, konuyu araştırdı. Şâhitlerle berâber Pâdişahı da mahkemeye çağırdı. Fâtih, mahkeme salonuna girince, başköşeye oturmak istedi. Kadı, hiç çekinmeden, “Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzûrunda ayakta dur!” dedi. Sultan derhâl söylenen yere geçti. Mahkemenin Pâdişahı Hızır Bey’di. Onun şahsında, İslâmiyet’in âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı.

Kadı: “Sen bu zimmînin elini kestirdin mi?” deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; “Sen, Murat oğlu Mehmet! Mahkeme edilmeden bu zimmînin elini kestirdiğin için kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek. Eğer Hıristiyan mîmârı râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve âilesinin geçimini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!” dedi. Herkesle birlikte Pâdişah da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmâr, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Pâdişahın ellerine kapandı. Mîmâr, âilesiyle birlikte Müslüman olmakla şereflendi.

Mahkeme yeri boşaldıktan sonra Kadı Hızır bey ve Sultan Fatih yalnız kalınca Sultan;”Eğer padişahlığımdan korkup haksız bir karar verseydin billahi kılıcımla kelleni kesecektim” der. Hızır bey de kürsünün altında sakladığı topuzu çıkarır;”Hünkarım sizde padişahlığınızdan gururlanıp şeriat mahkemesinin kararını dinlemeseydiniz billahi bu topuzla başınızı ezerdim” der

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

84

Friday, 18.03.2016, 17:15


İSTANBUL ÜZERİNE HAREKET

İlk Gelen Kuvvet ve Şehir Haricindeki Kalelerin İşgali

Daha muhasara başlamadan evvel Boğazkesen hisarının yapılmasından sonra Sultan Mehmed, İstanbul'u karadan askerî bir kordon altına aldırmış, şehirden dışarıya ve dışarıdan şehre kimseyi bırakmamaları hakkında kat'i emir vermişti; zaten imparator da dışarıdaki halkı şehre aldıktan sonra kapıları kapatmıştı; fakat denizle muvasala kesilmemişti. Rumlar bu deniz yoluyla sahildeki Türk köylerini basarak bir kısmını esir ve bir kısmını öldürüyorlardı. 1453 senesi Şubat ayında Sultan Mehmed dökülen topun İstanbul Önüne götürülmesini emretti. Top altmış manda ile çekiliyordu; topun kaymaması için iki tarafına ikişer yüz asker konmuştu; yolun bozuk kısmında ve köprü yapılacak yerlerde yolu düzletmek ve tahta köprü yapmak için önceden elli inşaat ustası ve iki yüz amele gönderilmişti. Nihayet top İstanbul'dan beş mil uzakta bir yere getirildi(1).

Topun naklinden evvel on bin kişilik bir kuvvetle Karaca Paşa gönderilerek Misivri, Ahyolu ve Vize ve sair kaleleri aldı. Silivri taraflarındaki diğer bir kale harben alındı ve Silivri kalesi ise müdafaada sebat etti; Bigados teslim oldu. Sur önüne getirilen top Karaca Paşa'ya teslim edildi(2).

Mart başından itibaren Sultan Mehmed eyalet ve sancaklara hükümler göndererek İstanbul aleyhine hareket edileceğini bildirip orduya iltihaklarını emretti. Muvazzaf ve gönüllü olarak gelen kuvvet orduya iltihak ediyordu.

Mora’ya Akın

Pâdişâh İstanbul muhasarası esnasında Mora'da imparatorun kardeşleri olan Mora despotları Tomas ile Dimitriyos taraflarından İstanbul'a yardım yapılması ihtimalini gözönüne alarak buraya Turahan ile oğulları Ahmed ve Ömer Beyleri memur ederek akınlar yaptırarak onlara göz açtırmadı,

Sultan Mehmed’in İstanbul Üzerine Hareketi

Padişah bütün hazırlığını tamamladıktan sonra 12 Rebiulevvel 857/23 Mart 1453'de Edirne'den üzerine hareketi hareket etti(3). Keşan mevkiinde durarak Çanakkale boğazından geçecek olan Anadolu kuvvetlerini bekledi ve bu kuvvetleri de aldıktan sonra yürüyüşe devam ederek 1453 Nisanının beşinde İstanbul surları önüne geldi ve ertesi gün yani 6 Nisan / 26 Rebiulevvel cuma günü şehri muhasara etti(4). Haliç'teki Ayvansaray mevkiinden Hrisi Pili (Yaldızlı kapı)'ye kadar karadan bütün suru kuşattı. Bu muhasaranın evvelkilerinden farkı oldukça inkişaf eden Osmanlı donanmasının da muhasaraya iştirak etmesi idi.

İstanbul’un Surları (5)

Topkapı sarayı'nın bulunduğu mevkideki Lygos şehri milâttan evvel IX. yüzyılda tesis edilmiş ve yine milâttan evvel 660 senesinde burayı zabt eden Meğaralı Bizas şehre kendi adını vermiş ve Sarayburnu'ndaki ilk tesis olan Akropl’u ve şehri, sur ile çevirmiştir. Bu ilk sur, Ahırkapı feneri kuzeyinden başlayarak Ayasofya'nın bulunduğu mevkii içeride bıraktıktan sonra Yerebatan sarayının bulunduğu yerden. Demirkapı^ya ve sonra oradan da Sirkeci limanına (Pros phorion mevkiine) inmekte idi. Ligos şehri yedi burçlu olan bu surun içinde bulunuyordu; sahil de surlarla çevrilmişti.

Daha sonra Roma imparatoru Septim Sever (193-211) burasını genişleterek ikinci bir sur yaptırdı; bu sur, Portaperema yani Balıkpazarı'ndan başlayarak Nur-i Osmaniye camii mevkii doğuda kalıp Hamzapaşa mescidi yerinden ve Sokullu Mehmed Paşa camii doğusundan geçerek doğuya dönüp Ayasofya'nın güneyinden geçer ve Bizans surlariyle birleşir.

Bu ikinci surdan birbuçuk asır sonra Büyük Kostantin (306-333) Roma'yı sevmediğinden payitahtını Bizans'a, naklettirmek için faaliyete geçti (8 Kasım 324); ilk Ayasofya'yı ve diğer mâbedleri ve bazı binaları yaptırdı ve devlet merkezi olması sebebiyle şehir surların dışına taşmıştı; bunun için Kostantin kendi ismine mensup surları yaptırdı; bu yeni sur evvelkilere nazaran çok geniş sahayı içine aldı. Yeni sur Haliç'teki Ayakapısı’ndan başlayarak evvelâ batıya giderek Sultan Selim Sarnıcı'nın (Bonos sarnıcı) kuzeyinden geçerek, sonra güneye doğru dönüp Bayrampaşa deresi, Altımermer, Çukurbostan, Davudpaşa, Hekimoğlu camii'nin yanından geçerek Samatya kapısı yakınından Marmara'ya, iniyordu. Kostantin, evvelce yapılmış olan sahil surlarını da tamir ettirdikten başka bu surları kendi yaptırdığı surlara kadar da uzattı.

Bizans'ın nüfusu sonraları daha ziyade arttığından beşinci yüzyıl başlarında halk mecburen surlar dışında meskenler yapmışlardı, bu arada imparatora mahsus Vilahama varoşu - ki ondördüncü mıntaka addediliyordu - yapılarak surlarla çevrildi; bunun üzerine II. Teodosiüs (408-450) surları diye meşhur olan şimdiki surlar yapıldı. Bu surlar Marmara sahilinde Tabakhane kapısından başlayarak Tekirsarayı mıntakasında mevcut yukarıda adı geçen ondördüncü mıntaka surlariyle birleştirildi ve aynı zamanda on dördüncü mıntakanın kuzey batı tarafından temdid edilen sur Haliç'e kadar indirilerek Marmara ile Haliç arası tamamlanmış oldu. Bir zelzele neticesinde harap olan Teodosiüs surları tamir edilerek aynı zamanda kara surları önüne araları onbeşle yirmi metre açıklıkta ikinci bir sur daha yapılmış ve onun önüne de altı, yedi metre derinliğinde bir hendek açılmıştı, öndeki surun yüksekliği sekiz buçuk, genişliği yani kalınlığı iki metre ve gerideki ikinci surun yüksekliği ise on iki, genişliği de takriben beş metre idi.

Muhasara Esnasında Surların Hali

Sultan Mehmed'in muhasarası esnasında en son yapılan İstanbul surları kara tarafından iyice tamir görüp müstahkem bir durumda bulunduğu halde Marmara tarafındaki surlar hariç olarak Haliç kısmındaki surlar yalın kat olup zayıftı; fakat Haliç'in Sirkeci'den Galata'ya kadar zincirle kapalı olması sebebiyle Osmanlı donanması buraya yani Haliç'e giremediği için bu surlar emniyet altında bulunuyordu; kara surları çift duvarlı (yani içice iki sur) ve çift müdafaa hatlı idiler; birinci sur alınsa bile şehri ikinci sur müdafaa edebilirdi. En Öndeki surun duvarları alçak olmakla beraber kuvvetli olup bunun önünde de iki yüz kadem yani yedi metreye yakın yontma taşlarla örülmüş bir hendek vardı, iç taraftaki ikinci sur ise pek metin ve evvelkinden yüksekti.

O derecede ki imparator ile meclis azaları bu çift surdan hangisini müdafaa hattı yapacaklarında tereddüd etmişlerdi; nihayet II. Murad'ın İstanbul'u muhasara ettiği zaman yaptıkları gibi surlardan ikisini de kullanmağa karar verdiler(6).

İstanbul’a Yardımcı Kuvvet Gelmesi

İmparator, surların tamir ve tahkimi ve müdafaa tertibatiyle meşguldü, şehrin kara tarafındaki kapılarını ördürmüş olup vaziyete intizar ediyordu. 26 Ocak 1453'de İstanbul muhasarasına iştirak etmek üzere iki kadırga ve yedi yüz cenkçi ile Cenevizli Jüstinyani geldi. Bu faal zat, kale tamiri ve müdafaa hazırlıklarında imparatora yardım etti; bu iyi bir kumandan olduğundan imparator bunu başkumandan tâyin ile evvelâ Vilaharna sarayına yakın olan surların muhafazasına memur etti; eğer İstanbul muhasaradan kurtulacak olursa kendisine Limnos adasını verecekti(7). Fakat sonradan muhasaranın sıklet merkezi hafif olan surlar tarafına yani, Topkapı ile Edirnekapı arasındaki kısma intikal edince Jüstinyani emrindeki dört yüz zırhlı nefer ve üçyüz denizci efratla bu tarafın müdafaasına geldi(8).

Bundan başka Papa muhasara esnasında üç büyük kadırga ile ikiyüz asker ve mühimmat ve erzak göndermiş ve otuz geminin daha hazırlanmakta olduğunu da bildirmişti(9). Bundan başka Sakız Cenevizlileri iki gemi ile yedi yüz ve Ceneviz'den de bir gemi ile üçyüz ve ispanya ile adalardan da kuvvetler gelmişti (10).

Galata'da bulunan Cenevizliler de imparatorla beraber çalışıyorlar ve İstanbul elden çıkarsa bunun zararının kendilerine de dokunacağını biliyorlardı; bunun için durumu Cenova'ya bildirip kuvvet istemişler ve beşyüz cenkçi ile bir geminin Galata'nın yardımına gelmekte olduğu cevabını almışlardı. Bununla beraber bu bezirganlar her ihtimali gözönüne alarak İstanbul muhasarası başladıktan sonra Osmanlıları da gücendirmek istemiyerek bazı vaidler mukabilinde gizlice onlara da yardım etmeği ihmal etmemişlerdi; daha pâdişâh Edirne'de iken bunlar bir heyet gönderip dostluk muahedelerini tazelediler. Sultan Mehmed, İstanbul'a yardım etmemek şartiyle Galata Cenevizlilerinin dostluğunun devamını esas koymuştu (11).

Ticaret maksadiyle Karadeniz ve Azak denizi taraflarına gidip geri dönerek İstanbul'a uğrayan ve Venedik'e gitmek isteyen Venedik gemileri gerek imparatorun ve gerek İstanbul'da oturan Venediklilerin ısrariyle İstanbul'da alıkonulmuşlardı (12).

İstanbul’un Kuşatılma Vaziyeti

Surların dövülmesi için büyük toplar Vlaharna (Tekfur sarayı) ile Edirnekapısı ve Topkapısı karşılarına yerleştirilmişlerdi Bunlardan en büyük top Kaligarya (Eğrikapı) karşısına konmuştu (13). Fakat bu taraf surlarının pek kuvvetli olmasından dolayı bir netice alınamıyacağı düşünülerek buradan kaldırılıp Topkapı'nın kuzey tarafına alınmıştı (14). Topçular on dört gruba ayrılmış olup bunların üç grubu Vlaharna sarayı kısmında, ikişer grupta Eğrikapı ve Edirnekapi'sı ve dört grurup Topkapı (Ayaromanos) ve üç gurup ise Silivrikapısı mıntakasına yerleştirilmişlerdi (15). Barbaro'nun kaydından anlaşıldığına göre büyük top dörttü (16). Kale önünde de top dökülmüş ve top tamir edilmiştir (17).

Pâdişâh karagâhı Topkapısı'nın karşısına tesadüf eden sahanın gerisinde yani Maltepe tarafında idi (18).

Kara surlarının sol cenahı Ayvansaray'dan (Sinegion) Edirnekapı'ya kadar olan kısmı Rumeli beylerbeğisi Dayı Karaca Paşa kumandasında idi Edirnekapı ile Topkapı arası padişahın bulunduğu merkez kolunu teşkil ediyordu. Topkapı'dan Yedikuleye kadar olan kısım ise Anadolu beylerbeğisi İshak Paşa ile Mahmud Paşa kumandanları altında bulunuyordu (19).

Osmanlılar’ın Muhasara Kuvvetleri

İstanbul'un muhasarasına iştirak etmiş olan Osmanlı ordusu mevcudu muhtelif rivayetlere göre yüz elli bin ile iki yüz bin arasında tahmin ediliyorsa da (20) bunun ne kadarının hakikî ordu mevcudu ve ne kadarının gönüllü ve gayrı muharib olduğu bilinmemekle beraber kara ordusu mevcudunun (Kapıkulu ocakları, Rumeli ve Anadolu topraklı yani timarlı sipahileri; azaplar ve gönüllü olarak yüz bin ile yüz yirmi bin arasında olması ihtimal dahilinde görülmektedir; bu kuvvetin bir kısmı Zağanos Paşa kumandasında olarak Cenevizlilere ait Galata surlarının dışındaki Beyoğlu tarafında bulunmakta idi (21).

Osmanlı Donanması

Nakliye gemileriyle beraber büyük, küçük yüzelli parçadan ziyade olduğu söylenen (22) Osmanlı donanmasını bazı Rum tarihleri dört yüz yirmiye kadar çıkarırlar (23). Bu donanma Baltaoğlu Süleyman bey kumandasında olup Haliç tarafındaki surlar hariç olmak üzere deniz tarafından İstanbul surlarını kuşatmıştı. Kritovulosa göre, Baltaoğlu İstanbul fethinden bir buçuk ay evvel 13 Nisan'da Büyükada (Prinkipos) kalesini (24) ve Pâdişâh da boğazdaki Tarabya kalesini zabt ederek (25) onu müteakip aynı günde Studyo yani Burgaz adasındaki kaleyi de elde etmek suretiyle (26) o taraflarda bir istihbarat ve emniyet tertibatı alınmıştı.

Bizans’ın Kara ve Deniz Kuvvetleri

İstanbul'u müdafaa edenlerin mevcudu da belli değildir; bu hususta müteaddid kaynaklar tetkik edilerek bir fikir elde edilmiştir. Sıhhate en yakın olarak muhasara esnasında imparatorluğun hazerî ordusu mevcudu beş bin, muhasaradan az evvel imparatorun şehirde eli silâh tutan halktan topladığı kuvvet (nefir-i âm) ise 4973'dü. Bu kuvvetlerden başka Venedik, Ceneviz ile Girit, Sakız adalarından İspanya, Provanş'dan gelen yardımcı kuvvet mevcudu üç bin olup buna gerek ecnebi ve gerek Rum donanmasından surlarda hizmet gören iki bin gemi mürettebatı ve Şehzade Orhan'ın maiyyetinde bulunan altı yüz Türkün de ilâvesiyle (27) Bizans'ın müdafaa kuvveti de en aşağı on beş bin kadardı (28). Maamafih bu miktarın muhasaranın devamı esnasında zayiatı telâfi etmek suretiyle artmış olduğuna şüphe yoktur. Surlar üzerinde müdafaa bölgesi yirmi yedi kısma ayrılarak her biri bir kumandana verilmişti. Ayos Romanos yani Topkapı mıntakası İmparator, Jüstinyani ve Kantakuzen taraflarından müdafaa ediliyordu.

Bizans'ın gerek kendisinin ve gerek yardımcı olarak gelmiş olan donanma mevcudu da muhtelif ebadda olarak sekiz Ceneviz, on beş Venedik, altı adet İtalya Cumhuriyetlerine aid gemi ile yedi Bizans kadirgası ve diğer muhtelif yerlere âid gemilerden mürekkep olarak mecmuu 39 gemi idi (29). Bu gemiler, iki nisanda imparatorun emriyle Yalıköşkü ile Galata'da Kurşunlu mahzen arasına gerilmiş olan zincirin gerisinde Haliç'te bulunuyorlardı (30). Bunlardan on adedi gerilmiş olan zinciri kırmak için yapılacak taarruzu önlemek için müdafaa hattının önünde yer almışlardı.

İstanbul’un Teslimi Teklifi ve Red Cevabı

Nisanın altısında başlayan muhasara tertibatı altı gün sürmüş ve ayın on birinde ikmal edilmiştir. Bu suretle hazırlık tamamlanıp Zağanos Paşa da Beyoğlu cihetinde tertibat aldıktan sonra Sultan Mehmed islâmî ananeye uygun olarak Mahmud Paşa'yı İmparatora göndererek kan dökülmeden şehrin teslimini teklif ettiyse de Kostantin şehri müdafaa edeceğine yemin etmiş olduğunu ve ancak muahede mucibince vergi vereceğini beyan ederek teslim teklifini red etti; bunun üzerine nisanın on ikisinden (2 Rebîulâhır 857) itibaren büyük topların işlemesiyle asıl muhasara başlamıştı; gerçi beş gün evveldenberi ufak tefek çarpışmalar ve bir defa Rumların çıkış hareketleri olmuşsa da o kadar ehemmiyetli değildi. Yine on iki nisanda donanma da İstanbul limanı önüne gelmişti.
http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=157

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

85

Saturday, 23.04.2016, 19:55


İstanbul'un fethi'nin nedenleri nedir?
1. Bizans'ın, Osmanlı Devleti'nin Rumeli'deki ilerlemesine ve büyümesine engel olması.
2. Bizans'ın Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtarak Anadolu'daki Türk birliğini bozmaya çalışması.
3. Bizans'ın Osmanlı şehzadelerini kışkırtarak Osmanlı Devleti'nde taht kavgalarına neden olması.
4. Bizans'ın, Avrupa-Hristiyan dünyasını kışkırtıp Haçlı Seferleri'ne zemin hazırlaması.
5. Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki bağlantının sağlanabilmesi için İstanbul'un alınmasının gerekmesi.
6. İpek Yolu'nun Avrupa'ya açılan koluna hakim olmak.
7. Kara ve deniz ticareti bakımından İstanbul'un önemli bir konuma sahip olması.
8. Boğazlar yolu ile ekonomik canlılığın mevcudiyeti.
9. Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişin kolaylaştırılmak istenmesi.
10. II. Mehmed'in, Hz. Muhammed'in; "İstanbul elbet fetholunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve ne güzeldir o askerler" hadisine layık olabilme düşüncesi.
İstanbul'un Fethi'nin Türk Tarihi Açısından Sonuçları
1. Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Dönemi bitti, Yükseliş Dönemi başladı.
2. İstanbul'un Fethi ile Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki Bizans'ın yarattığı tehlike ortadan kalktı.
3. İstanbul'un Fethi ile Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan ticaret yolları ele geçirildi.
4. İpek Yolu'nun Avrupa'ya giden kolu ele geçirildi.
5. İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti yapıldı ve II. Mehmed ülke alan, ülke açan anlamına gelen 'Fatih' ünvanını aldı.
6. Osmanlı Devleti'nin İslam Dünyası'ndaki saygınlığı arttı.
7. Fener rum Patrikhanesi Osmanlı himayesine girdi.
8.Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'un fethinden sonra tüm putları toplatıp askeri eğitim yerlerine gönderip orda üzerlerine atış talimleri yapılmasını istemiştir.
İstanbul'un Fethi'nin Dünya Tarihi Açısından Sonuçları
1. İstanbul'un Fethi ile Orta çağ kapanıp, Yeni Çağ açıldı.
2. İstanbul'un Fethi sırasında kullanılan büyük topların, en güçlü surları bile yıkabileceği görüldü. Bu denli güçlü topların yapılması, Avrupa'daki 'derebeylik'lerin yıkılmasına ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesine neden oldu.
3. İstanbul'un Fethi ile İpek Yolu'nun Orta Asya'dan Avrupa'ya giden kolunun Osmanlı Devleti'nin eline geçmesi, Avrupalılar'ı yeni ticaret yolları arayışına yöneltti. Bu olay 'Coğrafi Keşifler'in nedenlerinden birini oluşturdu.
4. İstanbul'un Fethinden sonra İtalya'ya giden bilim adamları, orada eski Yunan ve Roma eserlerini inceleyerek, 'Rönesans'ın başlamasına katkıda bulundular.

Kimi iddialara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethinden sonra Truva'ya giderek Truvalı kahramanların anısına kurban kesmiştir ve "Truvalıların öcünü aldım" demiştir.