Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

41

Thursday, 10.09.2015, 23:26


Sultan Süleyman'ın, Fransuva'ya
yazdığı mektubun bir bölümü

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

42

Friday, 11.09.2015, 16:27


İlk Osmanlılar
Bir cihan devleti olarak tarih sahnesinde yer almış olan Osmanlıların Batı Anadolu'nun
kuzey kesiminde küçük bir beylik halinde ortaya çıkışını dönemin çağdaş kaynaklarından
takip etmek mümkün değildir. Bu yüzden, dönem anlatılarında kronolojik tespitleri yapmak
güçleştiği gibi Osmanlı hanedanın kökenlerine dair söz söylemek de güçleşmektedir. İlk
Osmanlı kaynaklarının, kuruluş sürecinden yaklaşık bir asır sonra kaleme alınmış olmaları
kuruluş ve Osmanlıların kökeni mevzularını tartışmaya imkân vermemektedir. Bu mevzuların,
20. yüzyılın başlarından itibaren tartışılır hale gelmiş, özellikle Herbert Gibbons’un spekülatif
çıkarımları, uzun yıllar tarihçileri meşgul etmiştir. Yukarıda belirtildiği üzere yalnızca
Osmanlı kaynakları değil, Bizans kaynakları da bu sürecin aktarımı konusunda yetersiz
kalmaktadırlar. Bütün bu durum Osmanlı tarihinin bu ilk safhasında gerek beyliğin gerekse
hanedanın ortaya çıkışı ve müstakil bir devlet haline geliş süreciyle alakalı olarak bu
konularla uğraşan araştırıcıları vakıaya/olguya yönelik olmaktan çok teorik kurgulamalara
yöneltmiştir.
Bu durum özellikle 1980'li yıllardan itibaren başlayan ancak yeni bir çözüm ortaya
koymaktan çok daha önce üzerinde durulmuş, bir kısmı unutulmuş bilgileri yeniden
canlandıran ve sosyolojik-antropolojik kuramlarla süslenmiş itirazlara yol açmıştır. Bu
itirazlar ve tartışmalar için Söğüt'ten İstanbul'a, Osmanlı Devletinin Kuruluşu Üzerine
Tartışmalar adlı kitaptan detaylı bilgiler edinmek mümkündür.
Yine de Osmanlı tarihinin bu ilk safhası ve ailenin menşei hususunda Osmanlı
kroniklerinin bilgisine başvurmaktan, bunları gerek Bizans gerekse XIII. yüzyıl Selçuklu
kaynaklarıyla karşılaştırmaktan başka bir çare bulunmamaktadır. Ayrıca çoğu geç tarihli
olmakla birlikte erken tarihli kayıtlara atıfta bulunan resmi belgeler, topografik ve maddi
malzemelerin yol göstericiliğinde olguya yönelik bilgilere ulaşılmaya çalışmaktadır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

43

Friday, 11.09.2015, 16:35



Osmanlı Beyliği’nin Ortaya Çıkışı ve Osman Bey

Osmanlı Beyliğinin kurucuları, devlete adını veren
ailenin kökeni ve ilk dönem siyasi hadiseler hakkında kaynaklara dayalı sağlam bilgilere
ulaşmak kolay değildir. Mevcut kaynaklardan elde edilen efsanevi bilgilerden tarihi gerçekleri
tam olarak ortaya koymak oldukça zordur. Bu yüzden birçok tarihçi ilk Osmanlı kroniklerini
yeniden yorumlayarak Osmanlıların kimliği ve beyliğin ortaya çıkışını açıklamaya çalışırlar.
Tarihî şahsiyet olarak çağdaş bir Bizans kaynağında adı geçen Osman Bey'in dışında onun
ataları, bulunduğu yere gelişi, beyliğin teşekkülü konusu, en eskisi Osman Bey'in ortaya
çıkışından yüz yıl sonra kaleme alındığı bilinen ilk Osmanlı kaynağı (Ahmedi’nin Tarihi,
XIV.yüzyıl başı) ve onu takip eden XV. asır ortalarında çoğu Fatih Sultan Mehmed ve II.
Bayezid çağında yazılmış Osmanlı tarihlerine dayalı olarak aktarılmıştır. Bu yüzden bu
kaynakların kullanımı gerekli karşılaştırmaların yapılmaması halinde sorunludur.
Osmanlı tarih geleneğinde Osmanlı Beyliğinin kurucusu Osman Bey'in ataları
1220'lerden itibaren Moğolların ortaya çıkışı sonucu Anadolu'ya akan Türkmen kitlelerine
bağlanır. Bazı Osmanlı kaynaklarında Osmanlıların çıkış noktası Mahan olarak belirtilirken,
diğer bazı kaynaklarda Ahlat ön plana çıkarılır. Celaleddin Harezmşah’ın 1230 yılında,
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Ahlat’ta mağlup edilmesi ve bu
bölgede yoğun bir Türkmen iskanı olduğu bilinen bir gerçektir. Görünen o ki Osmanlıların
ataları Moğolların Anadolu'ya ilerlemeleri üzerine Ahlat’tan Erzurum-Erzincan taraflarına
yönelmişler, bir süre burada kaldıktan sonra eski vatanlarına dönmek niyetiyle Haleb'e kadar
inmişler, sonra yeniden Pasin ovasına gitmek zorunda kalmışlar, burada iken ailenin bir kısmı
ayrılmış, geri kalanlar Ertuğrul Bey liderliğinde Ankara-Karacadağ yoluyla Söğüt'e
gelmişlerdir. Osmanlı kaynaklarında belirtilen bu güzergâh, XIII. yüzyıl Selçuklu tarihçisi
olan İbn Bibi’nin uzun uzadıya naklettiği Harezmli grupların Selçuklulara sığınma hadisesine
ve onlara yerleşmek üzere gösterilen yerlerle büyük benzerlik arz eder. Ancak Harezmli
grupları Osmanlıların atalarıyla irtibatlandırmaya yarayacak başka ipuçları yoktur. Nitekim
Osmanlı kaynaklarının bu macerada ilk zikrettikleri şahıs, Süleyman Şah'tır. Onun aktarılan
hikâyesinin sonradan kroniklere sokulduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı tarihlerinden bazıları
(Âşıkpaşazade Tarihi, Anonim Tevârih-i Âl-i Osmanlar, Oruç Bey Tarihi), Süleyman
Şah hikâyesini ön plana alırlarken, ilk Osmanlı tarihini yazan Ahmedi, Sultan Alaeddin ile
Gündüz Alp’in ilişkilerine temas eder ancak Gündüz Alp’in nereden geldiğini belirtmez. Fatih
Sultan Mehmed döneminde eserlerini yazan bazı tarihçiler (Enveri), hanedanın atalarından
birini Şah Melik olarak anar ve onları Urfa'dan yola çıkarır, Sultanönü'ne (Eskişehir bölgesi)
getirir. Aynı dönem tarihçilerinden bir diğeri (Şükrullah) ise Osmanlıların Selçuklu soyu ile
birlikte Anadolu'ya geldiği iddiasındadır ve onları Karacadağ'a yerleştirir. Bir başka tarihçi ise
Ahlat’ı temel alarak bunların önderleri olan Kayık Alp'den bahseder ve yine Osman Bey’in
atalarının Ankara-Karacadağ'a geldiklerini belirtir (Karamani Mehmed Paşa). Süleyman
Şah'ı bir tarafa bırakırsak kaynakların üzerinde birleştikleri şahsiyetler, Gök Alp, Gündüz Alp,
Ertuğrul, Sungur Tekin, Göndoğdu, Sarıyatı ve Osman Bey’dir. Bunlardan çıkarılabilecek
sonuç ise diğer bazı maddi kaynakların delaletiyle, Gündüz Alp- Ertuğrul ve Osman Bey
silsilesidir. İlk Osmanlılardan tespit edilebilen ve üzerlerinde belirli bir mutabakat oluşan bu
üç sima, aynı zamanda üç nesli işaret eder ve en azında aileyi 1220'li yıllara kadar uzatır.
Bunun dışında kroniklerde yer alan ve bugün bazı Osmanlı tarihlerinden tekrarlanan şecereler
oldukça güvensizdir.
Osmanlı kaynaklarının menkıbevi bilgileri daha çok Osman Bey'in şahsında toplanmış
gözükmektedir. Onun babası Ertuğrul ve kardeşleriyle olan ilişkileri, gazanın lideri vasfını
kazanışı, Şeyh Edebali ile olan bağı epik bir tarzda anlatılır. Bunlar yapılırken araya türlü
efsaneler eklenir, devletin teşekkülü idealize edilir. Ancak Osman Bey'in adını veren dönemin
tek çağdaş tarihi, Pachimeres tarafından yazılmış olup 1260-1307 yılları arasındaki
olayları anlatan bir Bizans kroniğidir. Bu eserde de onun adı dışında ataları hakkında hiç
bir bilgi yer almaz. Bu kaynak, Osman Bey'in tarihi bir şahsiyet olduğunu açık bir şekilde
ortaya koyar. Onun babasının adının Ertuğrul olduğu yolundaki bilgi ise Osman Bey'e ait
olduğu tespit edilen bir sikkeye dayanır. Ancak bu paranın sahte olduğu hakkında ciddi
şüpheler vardır.
Osman Bey'in tarihî bir şahsiyet olarak Kayı Boyu’na mensup olduğunda Osmanlı
kaynakları ittifak etmektedir. Yine bazı araştırıcılar böyle bir irtibatın sonradan uydurulmuş
olduğu görüşündedirler (P. Wittek, F. Köprülü, F. Sümer). Bununla beraber Osmanlı
hanedanının Kayı Boyu’na mensup olduklarına dair gelenek XV. yüzyılda hanedan tarafından
resmî bir kabul görmüştür. Öte yandan XV. ve XVI. asra ait tahrir defterlerine yansıyan
bilgiler, Osmanlıların ortaya çıktığı ana coğrafyada (Bursa-Eskişehir-Bolu hattı) Kayıların
açık izlerini gösterir.
Bütün bu tartışmalar bir tarafa bırakılırsa Osman Bey’in ilk teşkilatının Türkmen boy
sisteminin bir yansıması olduğuna şüphe yoktur. Nitekim parçalara ayrılan boyların bölük
denilen savaşçı guruplar oluşturduğu ve her bölüğün idarecisinin adıyla anılmaya başlandığı
anlaşılmaktadır. Osman Bey’in de bu gibi savaşçı bölüklerden oluşan toplulukta ön plana
çıktığı, Pachimeres’in (ö.1310) onun adını vermesinden anlaşılmaktadır. Bu durum Osman
Bey’in giderek kendi aşireti içinde güçlenmesi, Bizans ile mücadelesi sonucu şöhretinin her
tarafa yayılması ve bir beylik kurma sürecini başlatmasıyla ilgilidir. Onun liderliğinde toplum
yapısında önemli değişiklikler olmuş, zamanla uç bölgesinin biraz dağınık ve karışık yapısına
çeki düzen verilerek bir beylik-devlet haline dönüşecek temel siyasi unsurlar oluşmuş ve
siyasi hâkimiyetin doğuşu gerçekleşmiştir.
Osmanlı Beyliğinin diğer Türkmen beylikleri gibi ortaya çıkışında, XIII. yüzyılın
ikinci yarısında Selçuklu Anadolusu ile Bizans Anadolusundaki siyasi gelişmelerin önemli
rolü olduğu açıktır. Osmanlıların Eskişehir’den Bursa hattına kadar uzanan ve biraz kuzey
yönüne kayan sahada faaliyet göstermeye başlaması, Osmanlı kaynaklarında daha ziyade
Selçuklu Sultanı Alaeddin ile Ertuğrul yahut Osman'ın bu bölgedeki müşterek askerî
harekâtıyla irtibatlandırılır.
Bu kaynaklarda anlatılanları tarihî olarak kıyaslamaya yarayacak dönemin çağdaş
kaynaklarında (İbn Bibi ve Aksarayî’nin Selçuklu Tarihleri) herhangi bir açık ibare
bulunmamaktadır. Ancak Osmanlı kaynakları Osmanlıların faaliyetlerini karıştırmalar ve
kulaktan dolma bilgilerle bu dönemin siyasi ortamına yerleştirmeye itina göstermişlerdir.
Mesela çok ehemmiyet verilen Karacahisar'ın fethi Osmanlı tarihlerinde devletin ortaya
çıkışının ve Selçuklu Sultanı ile olan bağın temeli, dönüm noktası olarak ele alınır. Fakat
dönemin Selçuklu kaynakları bu konuda tamamıyla sessizdir. Bu bakımdan Selçuklu ve
Bizans kaynaklarının XIII. yüzyıl Anadolu’su için anlattıklarına dönmek, söz konusu
kaynaklarda adı geçmese de Osmanlıların da teşekkülüne yol açacak siyasi ortamı ve
çerçeveyi anlamak bakımından önemlidir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

44

Friday, 11.09.2015, 16:38


1243 senesinde Kösedağ Savaşı’nda alınan mağlubiyet, Anadolu Selçuklu Devleti’nin
Moğol vesayeti altına girmesine neden oldu. 1256’da bu kez Baycu Noyan Konya’yı tazyik
ederken, II. İzzeddin Keykavus Moğollar karşısında tutunamayarak İznik İmparatoru’na
sığındı. 1257’de Konya’ya gelse de iktidarını kardeşi IV. Kılıçarslan ile paylaşmak
durumunda kaldı. Keykavus, bir süre sonra kardeşi ile anlaşmazlığa düştü ve kaçarak
İstanbul’a sığınmak zorunda kaldı.
Bu süreçte, Moğollar ise Anadolu üzerindeki baskılarını giderek arttırmaktaydılar.
1284 senesinde Moğollar, Sultan II. Mesud’u Anadolu Selçuklu Devleti tahtına çıkardılar.
Lakin Karamanoğulları ve Eşrefoğulları buna muhalif olduklarından Konya’yı ele geçirip, III.
Keyhusrev’in iki oğlunu tahta geçirdiler. Buna karşın, İlhanlı hükümdarı Argun Han, oğlu
Keyhatu’yu büyük bir kuvvetle Anadolu’ya gönderdi ve II. Mesud’un gücünü sağlamlaştırdı.
Bu arada, Konya da ele geçirildi. Bu gelişmeler üzerine, 1288’de Germiyanlılar da dâhil uç
Türkmenleri, Sultan Mesud’a itaat arz etmek durumunda kaldılar. Sultan Mesud ise
Germiyanlılar ve diğer uç Türkmenlerini dağıttı; böylece bu Türkmen grupları da daha da
Batı’ya doğru hareket ederek bulundukları bölgede kendi egemenliklerini tesise başladılar.
Aydın, Karesi, Saruhan ve Menteşe Beylikleri bu şekilde ortaya çıktı. Kuzeybatı Anadolu’da
ise Kastamonu beyleri ön plana çıkıyordu. 1291-92 senesinde Keyhatu, uç Türkmenleri
üzerine bir askerî harekât düzenleyerek onları kontrol altına almaya çalıştı. 1298’de ise
İlhanlıların yeni hükümdarı Gazan Han, II. Mesud’un yerine Anadolu Selçuklu tahtına III.
Alaeddin Keykubad’ı geçirdi. Bu durum yeni bir takım karışıklıklara yol açtı.
III. Alaeddin Keykubad’ın tahta geçişi, Moğol kumandanlarından Sülemiş’in sert
tepkisine yol açtı. Gazan Han’a karşı 1299 senesinde isyan eden Sülemiş, İlhanlıları oldukça
meşgul ederken, bu ortamda 1299-1301 yıllarında uç Türkmenleri Bizans üzerine tazyiklerini
daha da arttırmaya başladılar. Bu gelişmeler Osmanlı kaynaklarında beyliğin kuruluşu ile
irtibatlandırıldığından tarihçiler beyliğin kuruluş tarihi olarak 1299 tarihini seçme
eğilimindedirler.
Öte yandan, Bizans kaynaklarından da bu süreci takip etme imkânı bulunmaktadır.
Dönemin olaylarına şahit olan Pachimeres, Bizans'ın Anadolu sınırındaki gelişmeleri biraz
karışık da olsa geniş bir şekilde açıklar. Onun bu tasviri ilk Osmanlı coğrafyasını kabaca
zihinlerde canlandırmaya yardımcı olmaktadır: 1250'den itibaren Paflagonya/Kastamonu
dağları Türkmen boylarıyla dolmuştur. İmparator VIII. Mikael 1260'lı yıllardan itibaren takip
ettiği askerî güç oluşturma yolundaki gayretlerinin tepkiyle karşılanması, sınır boylarındaki
savunma zincirini zayıflatır. Savunma hattı çöker, fazla vergi talepleri de Paflagonya
köylülerinin Türklere dönmelerine ve onlara lojistik destek sağlamalarına yol açar. Mikael
1281-1282'de tahkimatı arttırırsa da bir süre sonra bu da bir işe yaramaz. Türkmenlerin yoğun
faaliyetleri üzerine Mikael'in oğlu Andronikos ancak 1290'da Bursa tarafına geçer. Bursa,
İznik, Ulubat gibi kasabaların savunma düzenini gözden geçirirse de bu faaliyet etkisiz kalır,
özellikle Sakarya savunma zinciri çökmektedir. Bu anlatılanlar Osman Bey'in bu yeni oluşan
siyasi ve sosyal ortamdan istifade ettiğini gösterir

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

45

Friday, 11.09.2015, 16:45

Osmanlı Beyliği’nin İlk Siyasi Askerî Faaliyetleri
Osmanlı Beyliğinin ilk yıllarının kronolojisini oluşturmak oldukça zordur. Fakat
yukarıda zikredilen Bizans kroniği Pachimeres ve Âşıkpaşazade'nin tarihinin içinde yer alan
ve ilk dönemlere ait en önemli kaynak olan Yahşi Fakih Menakıbnamesi, Osman Bey'in
bölgedeki faaliyetleri hakkında nispeten ayrıntılı bilgiler verir. Bu sayede bir kronoloji
oluşturma denemesi yapmak mümkündür.
Osman, babasının vefatının ardından kendine bağlı birliklerle hareket etmeye
başlamıştır. Kulacahisar’ın ardından da Karacahisar’ın ele geçirilmesi Osman’ın siyasal bir
aktör olarak belirginleşmesine neden olurken, ardından Sakarya Vadisi üzerinde ilerlemeye
başlamıştır. Yüzyılın sonunda ise Osmanlı anlatılarına, bir düğün etrafında şekillenen
hadiseler etrafında Osmanlıların Bilecik ve Yarhisar’da egemenlikleri başlamıştır.
Türkmen uç beyleri, üzerlerindeki Moğol baskısının azaldığını hissettiklerinde, Bizans
topraklarına yönelik akınlarını sıklaştırıyorlardı. 1298-1301 yılları arası dönemde, yukarıda da
değinildiği üzere Sülemiş İsyanı dolayısıyla oluşan atmosfer, bu Türkmen beylerinin
faaliyetlerini arttırmalarına neden oldu. Osman Bey de bu süreçte, İznik’e yönelik bir yayılma
politikası güttü. Yalova da bu dönemde ele geçirilmiş olmalıdır. Bundan sonraki hedef İznik
olmuş, Osman Bey’e bağlı birlikler İznik’i kuşatmışlardır. Halil İnalcık’a göre kuşatma
yaklaşık iki yıl sürmüştür. Şehrin kıtlık dolayısıyla bunalması neticesinde, İstanbul’dan
yardım istenmek zorunda kalınmıştır.
Bafeus Savaşı’na ilişkin en önemli kaynağımız, Bizans kronik yazarı olan
Pachimeres’tir. Pachimeres’e göre İznik’in imparatordan yardım istemesi üzerine, Mouzalon
idaresinde Bizans kuvvetleri Osman’ın üzerine ilerlemişlerdir. Taraflar arasındaki
çarpışmalarda önceleri Bizans üstünlüğü olsa da Osman Bey dengeyi kendi lehine
değiştirmeyi başarmış ve sonuçta savaşı galip tamamlamıştır. Pachimeres, bu yenilgiyi yerel
milislerin işbirliği yapmaması bağlamaktadır. Mouzalon idaresinde bir miktar Bizans
askerinin yanı sıra Alan paralı askerleri ve yerel milisler de bulunuyordu. Yerel milislere ait
para ve atlar, onlardan alınıp Alanlara verilince onlar da işbirliği yapmaktan kaçınmışlardır.
Bafeus Savaşı ve burada elde edilen zafer sonrası Osmanlı Beyliğinin bir siyasi
teşekkül haline geldiği genel olarak kabul edilmektedir. Hatta bazı tarihçiler bu savaşın
tarihini yani 1302’yi Osmanlı Beyliğinin kuruluş tarihi olarak kabul etme eğilimindedirler.
Bununla beraber Pachimeres’in anlattıkları o tarihe kadar Osman Bey’in aslında tanınmış ve
kendi başına hareket eden bir bey olduğunu göstermektedir.
Osman Bey, Bafeus Savaşı sırasında ve sonrasında civarındaki Bizanslı feodal
beylerle amansız bir mücadeleye girmek yerine onlarla genellikle iyi geçinip bölgedeki
durumunu kuvvetlendirdi. Mesela bunlar arasında tarihlerde en sık adı geçen şahıs
Harmankaya’nın feodal beyi (tekfur) Köse Mihal’dir. Osman Bey’in bu tanınmış silah
arkadaşının torunları sonradan büyük bir akıncı ailesi olarak Rumeli kesiminde askerî
faaliyette bulunacaklardır. Osman Bey'in bölgedeki bu beylerle ilişkisi konusunda Bizans
kaynaklarında herhangi bir bilgi yoktur. Osmanlı kaynakları ise bu konuda epik hikâyelere
bolca yer verir. Bunlardan çıkarılacak sonuç Eskişehir'den Bursa ve İznik'e kadar olan
havalide birçok küçük kalenin Osmanlı idaresi altına alındığıdır.
Bafeus'un hemen ardından Osman Bey’in, Melangeia'yı (Yenişehir) ele geçirdiği ve
hareket üssü yaptı. İznik'i tehdit ederek burayı sürekli abluka içinde tuttu. Bu arada da adları
Osmanlı kaynaklarında zikredilen irili ufaklı kaleleri ele geçirdi. İznik ablukası dışında
Osman Bey'in faaliyetleri ile ilgili olarak Bizans kaynaklarına dayalı bilgiler 1307'ye kadar
yoktur. Bu arada Bizanslılar ağırlığı Batı Anadolu'ya kaydırmışlardı. Bizanslılar parayla
tuttukları Katalanlı askerlerle Türkmenlerin faaliyetini önlemeye çalıştılar. Bunlar başlangıçta
etkili olup Türkmen saldırılarını engelledilerse de daha sonra Bizanslılarla anlaşmazlığa
düşüp bölgeden çekildiler (1304).
Katalan askerlerinin çekilmesinden sonra Osman Bey İznik-Bursa üzerindeki baskıyı
artırdı. Nitekim imparator 1305 baharında İlhanlı Olcayto'ya daha önce Gazan Han'a yaptığı
teklife benzer şekilde, gayri meşru kızını eş olarak verme ve Türklere karşı ittifak kurma
isteğini iletti. İlhanlılardan yeteri kadar asker gönderileceği vaadini aldı ve kız kardeşi
Maria'yı İznik'e gönderip şehir halkının Osman Bey'e karşı direnişlerini desteklemeye,
canlandırmaya çalıştı. Fakat Moğolların geliş haberleri Osman Bey'in faaliyetlerine daha da
hız vermesiyle sonuçlandı. Nitekim 1307'de Trikokkia (Karahisar) kalesini alıp İznik-İzmit
bağlantısını tamamen kesmişti.
1321'de patlak veren iç savaşa kadar Avrupa'da uğraşan Bizanslılar, Osman Bey ile
ilgilenemediler. Ancak 1307'den 1326'da Bursa'nın fethine kadar geçen süre zarfında Osman
Bey'in ve oğlu Orhan'ın faaliyetleri hakkında muasır bir kaynak mevcut değildir. Osmanlı
kaynaklarından anlaşıldığına göre Osman Bey Sakarya'dan Boğaz'a ve kuzeyde Karadeniz
kıyısına kadar çok geniş bir bölgenin kontrolünü ele geçirmişti.
Bu noktada Osmanlı tarihlerinin Osman Bey’in faaliyetleri hakkında çizdikleri tabloya
bakıldığında, dönemin diğer kaynakları olan Bizans ve Selçuklu kaynaklarıyla uyuşmayan
bilgilerle karşı karşıya kalınır. Aşıkpaşazade'nin tarihinin içinde yer alan ve ilk dönemlere ait
en önemli kaynak olan Yahşi Fakih Menakıbnamesi, Osman Bey'in bölgedeki faaliyetleri
hakkında nispeten ayrıntılı bilgiler verir.
Buna göre Osman Bey Yenişehir'i aldıktan sonra İnegöl'e hücum eder. Buradaki küçük
bir hisar olan Kulaca'yı fetheder. Bugün bazı kitaplarda Osmanlıların 1285’te ilk fethettiği
kale olarak Kulaca’nın gösterilmekte olması doğru değildir. Ardından Sakarya'nın doğusunda
Mudurnu'ya akınlar yapar, sonra İzmit'e yakın bölgelere ulaşır. Bilecik ve İnegöl'ü ele geçirir.
Bursa tekfuru, Osman Bey'in akınlarını durdurmak için dört komşu şehrin Atranos, Kestel,
Kite ve Bednos'un tekfurlarıyla ittifak yapar. Bu seferberlik Dinboz bozgunuyla son bulur.
Yahşi Fakih'e göre Osmanlılar bundan sonra Bursa'nın fethine girişirlerse de burayı
alamayınca abluka siyaseti izler. Bu verilen bilgilerin kronolojisini yapmak son derece güçtür.
Bazı tarihçiler bu bilgileri belirli bir sıraya koyarak şu sonuca ulaşmışlardır: Osman Bey
1285’te aşiretiyle Söğüt-Domaniç arasında faaliyet göstermektedir. 1285-1299 arasında
Göynük, Gölpazarı, Bilecik, Yarhisar, Yenişehir, İnegöl’de hâkimiyet kurmuştur.
Pachimeres’e dönülecek olunursa o 1304'te Osmanlı ablukası altındaki Bursa’nın
Türklere yıllık bir haraç verdiğini belirtir. Bu arada Türkler Sakarya boyunda Lefke, Mekece,
Geyve, Karaçepiş, Karatekin gibi hisarları almıştır. 1305’te Sguros adlı bir kumandan Bizans
imparatoru tarafından Osman Bey’i engellemek için gönderilmiştir. Ancak bunlar Katokia
(muhtemelen Karaçepiş kalesi) bölgesinde başarısız olmuşlardır. Bundan sonra da İznik
ablukası başlar. Bu bilgilerin ayrıntıları hakkında başka bir kaynağa dayalı doğrulama
yapılamamakla birlikte Bizans kaynakları bölgedeki Türklerle savaşmak için görevlendirilmiş
olan idarecilerden söz eder.
Bütün bu askerî faaliyetlerin bir sonucu olarak Bursa, İzmit, İznik gibi şehirler adeta
bir ada gibi geride kaldı. Osman Bey'in 1324'te vefatı, oğlu Orhan'ın iki sene sonra Bursa'nın
fethiyle Osmanlı Beyliğinin teşekkül aşaması tamamlanmış oldu. Osmanlı Beyliği bulunduğu
bölgede siyasi istikrarı temin etme yolunda kuvvetli adımlar attı. Orhan Bey dönemi Osman
Bey’in dönemine göre çok daha ayrıntılı olarak bilinmektedir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

46

Friday, 11.09.2015, 16:51

ORHAN GAZİ DÖNEMİ VE İLK RUMELİ FÜTUHATI
Bursa’da Osmanlı İdaresinin Başlaması
1321 senesinde Bizans’ta başlayan ve 7 sene kadar süren iç savaştan istifade etmeye
çalışan Osmanlılar, bu amaçla Bursa ve İznik üzerine askeri operasyonlar başlatmışlardır. I.
Osman döneminde başlayan Bursa kuşatmasına, Orhan Gazi’nin beyliğinde de devam edilmiş
ve nihayet 6 Nisan 1326 senesinde şehir bir antlaşma neticesinde teslim alınmıştır. Orhan
Gazi’nin Bursa tekfuruna verdiği ahidnameye göre Osmanlı askerleri yağmada
bulunmayacaklar, kimseyi esir almayacaklar, gitmek isteyenler serbestçe şehri terk
edebilecekler, teslimde Orhan Bey’e 30.000 altın tazminat ödenecektir. Sonraki gelişmelere
de bakıldığında Bursa’nın fethi aslında Osmanlı Beyliğinin kuruluşunun gerçek manada
tamamlandığının resmidir. Orhan Bey’in fetih sonrası para bastırmış olması bir istiklal
alameti olduğu gibi onun artık bağımsız ve güçlü bir lider olduğunun da ispatı niteliğindedir.
Bursa’nın düşüşünün ardından, ertesi sene Ulubat şehri de bölgede yaşanan bir
depremde surlarının hasar görmesi neticesinde kolaylıkla Osmanlıların eline geçmiştir.
Bitinya bölgesinde sadece şehirlerle sınırlı olan Bizans hâkimiyeti, bu gelişmelerin de
gösterdiği üzere sarsılmaktadır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

47

Friday, 11.09.2015, 16:54

ORHAN GAZİ DÖNEMİ VE İLK RUMELİ FÜTUHATI


Pelekanon Savaşı
Bursa’nın düşüşünün ardından, ertesi sene Ulubat şehri de bölgede yaşanan bir
depremde surlarının hasar görmesi neticesinde kolaylıkla Osmanlıların eline geçmiştir.
Bitinya bölgesinde sadece şehirlerle sınırlı olan Bizans hâkimiyeti, bu gelişmelerin de
gösterdiği üzere sarsılmaktadır.Bu gelişmelerin ardından İznik ve İzmit’in hedef haline gelmesi Bizans imparatoru III.
Andronikos Palaiologos’un harekete geçmesine neden olmuştur. Toplamış olduğu bir ordu ile
İzmit körfezi boyunca ilerleyerek bugünkü Gebze civarına denk düşen Pelekanon mevkiine
gelmiştir. Buna mukabil, Orhan Bey de buraya gelmiş ve askerleri civar tepelere
mevzilendirmiştir. İki güç arasında devam eden çarpışmalardan ilk gün bir netice
alınamazken, çarpışmalar ikinci gün daha da şiddetlendi ve Orhan Bey’in ordusu, III.
Andronikos’un ordusunu bozguna uğrattı (11 Haziran 1329). Kendisi de yaralanan imparator,
savaş meydanından kaçarak bir gemiyle İstanbul’a dönmek zorunda kaldı.
Pelekanon Savaşı, birkaç açıdan önemlidir. Öncelikle bu savaş Doğu Roma
İmparatoru ile Osmanlıların doğrudan karşı karşıya geldikleri ilk savaştır. Bu savaşın
ardından Osmanlı Beyliği Kocaeli bölgesinin fethini tamamlarken, İznik ve İzmit’e doğru
yapacakları seferler için önlerinde başka bir engel kalmamıştır. Bu galibiyetinin neticesinde
Orhan Bey, hem tebaası hem de diğer Türkmen beyleri nezdinde büyük şöhret kazanmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

48

Friday, 11.09.2015, 17:05

ORHAN GAZİ DÖNEMİ VE İLK RUMELİ FÜTUHATI

İznik ve İzmit’in Alınması

Orhan Bey’in Pelekanon Savaşı’ndan sonraki hedefi, uzun süredir abluka altında
tuttuğu İznik olmuştur. İznik şehir, Bizans İmparatorluğunun hem dinî hem de siyasi açıdan
önemli bir şehridir. MS. 325 senesinde, İmparator Konstantinos, Hıristiyanlığı resmî din
olarak kabul etmeden evvel, burada Hıristiyanlığın ilk büyük ekümenik konsili toplanmıştır.
Önemli doktriner kararlar alınmıştır. Aynı şekilde, 1204 senesinde Konstantinopolis şehri,
Latin işgaline uğradığında, Bizans başşehri İstanbul’dan buraya taşınmıştır Orhan Bey işte bu
önemli şehri, 2 Mart 1331 tarihinde ele geçirmiştir. Bu şehrin ele geçirilişinin, Orhan Bey’in
şöhretini daha da artırdığı muhakkaktır. Çünkü İznik, kısa bir süre de olsa Selçuklu
egemenliğinde kalmış ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne başşehirlik yapmıştır. Bu gelişmenin
ardından, Orhan Bey İzmit’i de kuşatmış, lakin Bizans imparatoru, Osmanlı Beyliği ile
anlaşma yoluna gitmiş ve Bitinya bölgesindeki diğer bazı kaleler için Osmanlılara belli bir
miktar ödemeyi taahhüt etmiştir (Ağustos 1333). Bu durum Bizans İmparatorluğunun
Osmanlı Beyliğinin haraçgüzarı olduğu anlamına gelmektedir.
1337 senesinde Bizans imparatoru Arnavutluk’ta kendisine isyan eden unsurlar
üzerine bir sefer düzenlemişken, Orhan Bey bu durumdan istifade etmek suretiyle, İzmit’i bir
kez daha kuşatmış, şehir de sulhen teslim olmuştur. İzmit’in fethi ile birlikte, Osmanlı Beyliği
daha da iyi tanınan bir siyasi teşekkül haline gelmiştir. Beyliğin sınırlarının genişlemesi, yeni
bir idari yapılanmaya gidilmesini zorunlu kılmış ve bunun neticesinde Orhan Bey kendisini
ulu bey olarak konumlandırırken, oğlu Süleyman’a ve amcasının oğlu Gündüz’e idari
bölgeler tahsis etmiştir. Orhan Bey idaresindeki bu siyasi teşekkül, gücünü artık o kadar
artırmıştır ki bazı Bizans kaynaklarında yer aldığı üzere otuz altı parçalık bir filo ile İstanbul
civarına çıkarma yapacak hale gelmiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

49

Friday, 11.09.2015, 17:12


Orhan Gazi’nin Karesi Beyliği’ndeki İç Karışıklara Müdahalesi
Osmanlı Beyliği, ilk dönemlerinde bir siyasal strateji olarak Anadolu beylikleri ile
çatışmamayı tercih etmiştir. Gaza odaklı faaliyetleri Osmanlı Beyliğine Anadolu Türkmen
beylikler dünyası içerisinde oldukça prestijli bir konum kazandırmıştır. Bu sayede Osmanlı
Beyliği sürekli olarak göç almaya devam etmiş, bu yeni nüfusun iskânı Osmanlıların ele
geçirdikleri bölgelerde kalıcı olmalarına da yardımcı olmuştur. Osmanlılar bir yandan söz
konusu gaza faaliyetlerine devam ederken, Anadolu Türkmen beylikleri ile de dostane
ilişkilerini muhafaza etmişlerdir. Osmanlı Beyliği’nin Bursa’nın fethi sonrası sınır komşusu
haline geldiği, Balıkesir-Çanakkale bölgelerinde hâkim olan Karesi Beyliğiyle olan ilişkileri
de dostane bir çerçevede seyretmiştir.
Karesi Beyliği de, tıpkı Osmanlı Beyliği gibi, uç bölgesinde olması dolayısıyla
Bizans’la çatışma halinde olan bir beylikti. Fetih stratejileri, Osmanlı fetih stratejileri ile
örtüşmekteydi. İki taraf arasında bundan kaynaklanan doğal bir rekabet bulunaktaydı. Bu
rekabet, iki yapının birbiriyle bütünleşmesi şeklinde son bulacaktır. Ama Karesi Beyliği’ndeki
taht krizi ve bunun neticesinde başlayan iç karışıklıklar, Osmanlıların bu karışıklığa
müdahalesi ve taraflar arasında çatışmaların ortaya çıkmasıyla neticelenmiştir.
Orhan Gazi’nin Karesi Beyliği üzerinde tesis ettiği egemenliğin kronolojisini
oluşturmak zor olmakla birlikte, kesin olarak söylenebilecek olan şey Karesi beyinin ölümü
üzerine beyliğin ikiye bölündüğü, hanedan mensuplarının iç çatışmaya başladıkları ve bu
çatışmada Osmanlıların taraf olarak Karesi bölgesinde egemenlik tesis ettikleridir. Bu bölge
1345-46 yıllarında Osmanlı egemenliğine girmiş olmalıdır. Zira 1349-50 tarihli bir İlhanlı
vergi listesinde, Batı Anadolu beylikleri içerisinde Karesi Beyliğinin adı geçmemektedir. Bu
da bu tarihten önce Karesi Beyliğinin ilhakının Osmanlılarca neticelendirildiğine işaret eder.
Askeri stratejilerindeki paralellik, iki beyliğin toplumsal tabanındaki paralelliğe de
işaret eder. Bu paralellik, taraf unsurlarının hemen bütünleşmesine yardımcı olmuştur;
Osmanlılar Karesi Beyliği’nden devşirmiş oldukları askerî (özellikle denizci) unsurlardan, bir
sonraki aşamada Rumeli’ye geçişte istifade edeceklerdir. Ayrıca Karesi Beyliği topraklarının
Rumeli’ye yakınlığı da bu geçişi kolaylaştırıcı bir faktör olacaktır Beyliğin sınırlarını bu
şekilde genişletmiş olması ile artık Osmanlılar yeni bir uç bölgesi oluşmuş olacaktır.
Osmanlıların gücünün bu yeni uç bölgesine aktarılması ise Anadolu’daki genişletmeyi hem
yavaşlatan hem de kuvvetlendiren bir etki yapacaktır. Bundan sonra, fetihlerin yönü Rumeli
bölgesi olacakken, buradaki fetihlerden elde edilen zenginliğin Anadolu’ya aktarılacak bu
sayede bu bölgede Osmanlı gücü pekiştirilecektir

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

50

Friday, 11.09.2015, 17:18

ORHAN GAZİ DÖNEMİ VE İLK RUMELİ FÜTUHATI


Rumeli’ye Geçiş ve İlk Askerî Faaliyetler
Yukarıda da ifade edildiği üzere Osmanlıların Rumeli’ye geçişlerini, Karesi Beyliği
topraklarında egemenlik tesis etmeleriyle başlatmak gerekmektedir. 1350’li yıllara
gelindiğinde, Osmanlılar Bizans İmparatorluğu’ndaki taht kavgalarından istifade etmek
suretiyle, Gelibolu yarımadasına geçmeyi ve burada tutunmayı başaracaklardır. Bizans
İmparatorluğu’nda Ioannis Palaiologos ile Ioannis Kantakuzinos arasında başlayan taht
mücadelelerinde, Orhan Bey, eskiden beri tanıdığı ve sıkı ilişki içerisinde olduğu
Kantakuzinos’un tarafını tutacaktır. İmparator, III. Andronikos öldüğünde, yerine o sırada 9
yaşında olan Ioannis Palaiologos geçmiş, fakat III. Andronikos zamanında Büyük Dük
(Megas Domestikos) olan Kantakuzinos imparator naibi sıfatıyla devleti yönetmeye
başlamıştır. III. Andronikos’un eşi Anna ile Kantakuzinos arasında başlayan gerilim,
Kantakuzinos Trakya’dayken yetkilerinin alınması ile birlikte bir iç savaş halini aldı. Yetkileri
elinden alınan Kantakuzinos Dimetoka’da 1341 senesinde imparatorluğunu ilan etti. Önce
Aydınoğlu Umur Bey’le ittifak yapan Kantakuzinos, 1345 senesinde de Orhan Bey ile onun
askeri gücünden istifade etmek amacıyla ittifak arayışına girdi. Hatta 1346 senesinde, kızı
Theodora’yı da Orhan Bey ile evlendirdi.
1348 senesinde Aydınoğlu Umur Bey’in vefatı üzerine, Kantakuzinos’un tek müttefiki
olarak Orhan Gazi kalmış bulunuyordu. Bu ittifak sürecinde, Osmanlılar zaman zaman
Rumeli yakasına geçme fırsatı bulmuşlar ve bölgeyi tanımaya başlamışlardır. Neticede, bu
birliktelik Kantakuzinos’un imparator olarak İstanbul’u ele geçirmesine yardımcı olarak
Osmanlıların da yeni bir fetih stratejisi geliştirmelerine imkân sağlayacaktır.
Kantakuzinos, 1347 senesinde, Bizans tahtının tek başına hâkimi olduktan sonra,
yaşanan gelişmeler üzerine Osmanlı kuvvetleri müttefikleri Kantakuzinos’a yardım amacıyla
iki kez Gelibolu Yarımadası ve Trakya’ya geçme imkânı bulacaklardır. Bölgede yaşanan
ciddi bir veba salgınını müteakip yaşana kargaşa ortamında, Sırp Çarı Stefan Duşan,
hâkimiyet alanını Serez’e kadar genişletmiştir. Bu gelişme İstanbul-Selanik arasındaki bağın
kopması anlamına geldiğinden, Kantakuzinos, bir askeri operasyon için Orhan Bey’e
başvurdu ve Şehzade Süleyman idaresindeki Osmanlı kuvvetleri Trakya’ya geçtiler. Duşan’ın
kuvvetleri önce Selanik’i, ardından da Kavala’yı ele geçirdi. Bu süreçte bazı çatışmalar
yaşansa da, Kavala’nın Sırpların eline geçmesi üzerine, Süleyman geri çekildi. Orhan Bey,
Kantakuzinos’a mazeret olarak Anadolu’da saldırıya uğradığını beyan etti. Bu gelişme
üzerine Sırplar, Kuzey Yunanistan, Teselya ve Epir’i tamamen ele geçirdiler.
Osmanlı kuvvetlerinin Trakya’ya ikinci geçişleri ise, 1352 senesinde gerçekleşir. Bu
geçiş, Venedik ve Ceneviz arasındaki mücadelede, Osmanlıların Cenevizlilerle ortak hareket
etmesiyle de alakalıdır. Orhan Bey’e bağlı kuvvetler, yukarıda da belirtildiği üzere hâkimiyet
sahalarını Üsküdar’a, oradan da Karadeniz kıyısına kadar uzatmışlardı. Karadeniz kıyısındaki
Yoros kalesinde egemen olan Cenevizliler, bu yüzden, Osmanlılarla iyi geçinmek
durumundaydılar. Nitekim 1351 senesinde başlayan Venedik-Ceneviz savaşı esnasında,
Venedik kuvvetleri, Bizanslılarla işbirliği yaparak bir Ceneviz kolonisi olan Galata’yı
kuşatınca Cenevizliler, Orhan Bey’den yardım istemişler ve erzaklarını bu sayede Osmanlı
limanlarından temin etmişlerdir. Bazı kaynaklarda, Orhan Bey’in Galata müdafaası için
Cenevizlilere 1000 kadar okçuyu gönderdiği de yazılıdır. Bir yandan Bizans İmparatorluğu ile
de iyi ilişkiler içerisinde olan Orhan Bey’in bu hamlelerinin nedeni, Rumeli’ye geçişte
Ceneviz gemilerini kiralamakta kolaylık sağlanmasıydı. Bu sıcak ilişkilerin neticesi olarak
Osmanlılar ve Cenevizliler arasında bir ittifak antlaşması imzalanmıştır. Karşı cephede ise,
Bizans ve Katalan-Venedik ittifakı, Katalanların ve Venediklilerin çekilmesi neticesinde
dağılmış, Bizanslılar da hem Osmanlılarla hem de Cenevizlilerle bir barış antlaşması
imzalamaya mecbur kalmışlardır (6 Mayıs 1352).
Bu esnada Edirne, Sırpların ve Venediklilerin destek verdiği V. Ioannis tarafından
kuşatılmış, Kantakuzinos da Orhan Bey’den bir kez daha yardım istemek zorunda kalmıştır.
Bu talebe binaen, yine Şehzade Süleyman kumandasında 10-12 bin kişilik bir atlı asker grubu
Rumeli’ye geçirilmiş, bu ordu Sırp-Bulgar müşterek ordusunu mağlup etmeyi başarmıştır.
Osmanlı kuvvetleri, Bulgaristan içlerine kadar akınlar düzenlemişlerdir. Bu Osmanlı
kuvvetlerinin Trakya’daki ilk ciddi başarılarıdır.
Şehzade Süleyman, Kantakuzinos’a yardıma kadar Gelibolu’da bazı yerleri ele
geçirmiştir. Savaş bitiminde geri dönerken, kendisine üs olarak tahsis edilmiş olan Çimpe
hisarını boşaltmamıştır. Her ne kadar Kantakuzinos bu hususta Orhan Bey’e başvurmuş olsa
da bir netice alamamış, Mart 1354’te yaşanan bir zelzelede Trakya’nın Marmara kıyıları ciddi
hasar görmüş, Osmanlılar da bu karışık durumdan istifade ederek Gelibolu’yu ele
geçirmişlerdir. Bu gelişme Balkanlardaki Osmanlı varlığının da başlangıcı olmuştur. Bu
gelişme üzerine imparator tahttan çekilmek durumunda kalmıştır.
Aynı zamanda bir tarihçi olan Ioannis Kantakuzinos, tahttan çekilirken yapmış olduğu
konuşmada, Osmanlı tehlikesine dikkat çekmiş ve Osmanlılarla yapmış olduğu ittifakı
savunmuştur. Ona göre Osmanlılarla iyice güçlenip karşılarına çıkacak hale gelinceye kadar
barış içerisinde yaşamak icap etmektedir. Bunun için de hazinenin dolu, ordu ve donanmanın
ise güçlü olması icap etmektedir. Kantakuzinos’un bu konuşmasını da ihtiva eden eseri, erken
dönem Osmanlı tarihi açısından temel başvuru kaynaklarından biridir.
Kantakuzinos’un ardından yeniden tahta geçen V. Ioannis Palaiologos, Osmanlılara
karşı Trakya’da bir mücadele başlattıysa da, Katolik inancını benimsemiş olması dolayısıyla
yerel halktan fazlaca destek görmedi. Osmanlılar Trakya’daki ilerlemelerine devam ettiler.
Lakin 1357’de Şehzade Süleyman’ın ölümü, yine aynı sene Şehzade Halil’in de korsanların
eline düşmesi neticesinde Trakya’daki faaliyetler durma noktasına geldi. Bundan sonra,
Şehzade Murad, yanında Karesi kumandanlarından olan lalası Şahin ile birlikte, buradaki
mücadeleyi yeniden başlattı. Bu arada, Ioannis Palaiologos’un çabaları sonuç vermiş, bir
Haçlı donanması Lâpseki’ye çıkarma yapmıştır. Fakat Osmanlı birlikte bu saldırıyı
savuşturmayı başarmıştır. Bu çarpışmanın özelliği de, Osmanlılara karşı düzenlenmiş olan ilk
Haçlı Seferi olmasıdır.
Sonraki süreçte Osmanlıların hedefi Edirne olmuştur. Buna giden yolda İstanbulEdirne
arasındaki yerlerin ele geçirilmesine çalışılmış, bu stratejinin bir parçası olarak Çorlu
ve Lüleburgaz ele geçirilmiştir. Edirne’nin ise ne zaman ele geçirildiği konusu tartışmalıdır.
Literatürde Edirne’nin fethi için 1363, 1364, 1369, 1371 gibi çeşitli tarihler verilir. Osmanlı
kaynaklarından çıkarılan bilgiler, buranın Orhan Bey’in sağlığında, oğlu Şehzade Murad ve
Lala Şahin tarafından bir askeri harekât sonrası ele geçirildiği yönündedir. Bu da bize, şehrin
1362 tarihinden önce, 1361’de ele geçirildiğini gösterir. Hangi tarihte ve her ne şekilde olmuş
olursa olsun, Edirne’nin Osmanlıların eline geçmesi, Trakya ve Balkanlar için bir dönüm
noktası oluşturur. Burası bir üs haline gelmiş, neticesinde bir taraftan Balkanlara diğer
taraftan İstanbul’a yönelik iki cephe açılmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

51

Friday, 11.09.2015, 17:19

ORHAN GAZİ DÖNEMİ VE İLK RUMELİ FÜTUHATI
Rumeli’de Yerleşmenin Başlangıcı ve İskân Faaliyetlerinin
Özellikleri
Rumeli’de fetihler, Osmanlılar için yeni bir hayat sahası manasına gelmekteydi. Bu
yüzden, Anadolu’dan Rumeli’ye doğru nüfus nakilleri yapmaya başladılar. Bu nakiller
gelişigüzel göçler şeklinde değil, son derece sistemli bir şekilde cereyan etti. Öncelikli olarak
Anadolu’daki göçebe unsurlar, yeni fethedilen bu yerlere gelmek ve buradaki yeni
imkânlardan faydalanmak için gönüllü oldular. Bu imkânlar sadece göçebe unsurları değil,
elbette bazı yerleşik unsurları da cezp etti. Öte yandan, Osmanlı Beyliği, yeterince göçün
olmadığı lakin insan gücüne ihtiyaç olan noktalarda zorunlu sürgünler yapmaktan da geri
durmadı. Böylece Rumeli bir Osmanlı vatanı haline gelmeye başladı.
İslam hukuku, yapısı itibariyle, gayrimüslim unsurlara İslam topluluğu içerisinde
tanımlı bir alan açıyor; onların kendi kimlikleri ile yaşamalarına müsaade ediyordu. Osmanlı
Beyliği de, İslam hukukunun tanımış olduğu bu imkândan hareketle, gayrimüslim nüfusa alan
açtı. Bizans coğrafyasındaki siyasi belirsizlik, Hıristiyanlık içerisindeki mezhepsel çatışmalar,
Ortodoks unsurların Osmanlı sistemini benimsemede güçlük çıkarmamalarına neden oldu.
Ayrıca Osmanlıların gayrimüslimlerden almış oldukları haraç, daha evvel Bizans
İmparatorluğuna ödemiş oldukları vergilerden yüksek de değildi.
Bizans İmparatorluğunda merkezî idarenin zayıflamış oluşu, feodal beylerin güç
kazanması şeklinde bir netice verdi. Feodal beylerle merkezî idare arasındaki çatışmalar, yerel
halkı iyice bezdirmiş durumdaydı. Osmanlı Beyliğinin hâkimiyet tesis ettiği yerlerde
uygulamaya başladığı timar sistemi, daha sağlıklı bir tebaa-devlet ilişkisinin tesisi anlamına
geliyordu. Öte yandan, Bizans egemenliğinde imtiyazlı olan yerel aristokrasi ve askerî
gruplar, Osmanlı askerî teşkilatı bünyesine alınarak eritildi. Bu unsurlara timar verilirken artık
toprağın hâkimi değillerdi; bir manada vergi tahsildarı hüviyetini kazanmışlardı. Bu da halk
üzerinde, hukuki bir hakları olmaması manasına geliyordu.
Balkanlardaki fetihler ilerledikçe, daha evvel uç bölgesi pozisyonunda olan yerler, iç
bölgeler halini aldılar. Bu sayede, buradaki şehirler büyümeye, toprak siyasi istikrarın
teminiyle birlikte daha düzenli bir biçimde işlenmeye başlandı. Anadolu’dan Rumeli’ye olan
göçler bir defada gerçekleşmedi, bütün XV. ve XVI. yüzyıllar boyunca bu nüfus akışı devam
etti. Türk yerleşmeleri Trakya, Makedonya, Kuzeybatı Rumeli ve Dobruca-Varna hattında
yoğunlaştı. Buralardaki yer adlarından, iskân süreci ve iskânın niteliği hakkında bilgiler
edinmek mümkündür.
Balkanlara yerleşen Türk göçmenler, genellikle müstakil köyler kurmaktaydılar. Bu
yerleşimler de Anadolu’dan gelinen yerin yahut ilk yerleşen aile reisinin adını taşıyordu.
Şehirlerde de durum benzerlik arz ediyor, sulhen teslim olan yerlerde yerli ahaliye
dokunulmuyor; Türkler onlara karışmaksızın yeni mahalleler kuruyorlardı. Bu sayede
Balkanlar’daki birçok şehir, Osmanlı fetihleri sonrası gelişme göstermiş ve harap vaziyetten
çıkıp mamur hale gelmiştir

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

52

Friday, 11.09.2015, 17:21

ORHAN GAZİ DÖNEMİ
Orhan Bey’in Ölümü ve Şehzade Murad’ın Tahta Çıkışı
Orhan Bey, yukarıda da belirtildiği üzere Edirne’nin ele geçirilişinin ardından hayatını
kaybetmiştir. Yaşı hayli ilerlemekle birlikte ölüm nedeni veba hastalığıdır. Uzun süren iktidarı
döneminde, Osmanlı topraklarını bir hayli genişletmiş, Rumeli’ye geçişi temin ederek
Osmanlılara yeni bir hayat sahası açmıştır. İdari alanda yapmış olduğu düzenlemelerle devlet
aygıtının ve bürokrasinin oluşumuna katkıda bulunmuş, askerî alandaki düzenlemelerle de
daha sistemli bir yapı teminine çalışmıştır.
Orhan Bey öldüğünde oğullarından İbrahim, Halil ve Murad hayattadır. Yaşça büyük
olan ve ağabeyi Süleyman’ın üzerine Rumeli fütuhatına liderlik eden Şehzade Murad,
babasının vefatının ardından tahta geçmiştir. Kardeşleri İbrahim ve Halil’in Karaman ve
Eretna kuvvetlerinin de desteğiyle Bursa’yı ele geçirme girişimleri olmuşsa da, Rumeli’deki
kuvvetlerine Lala Şahin Paşa’yı serdar olarak bırakıp hızla Bursa’ya geçmiş ve kontrolü ele
almıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

53

Friday, 11.09.2015, 17:26


I. MURAD DÖNEMİ: BALKAN FÜTUHATI VE ANADOLU’DA VASALLEŞMENİN BAŞLAMASI

Edirne’nin fethi sonrasında, Osmanlıların Batı’ya dönük ilerleyişleri devam etmiştir.
Şehzade Murad’a bağlı beyler, Balkanlarda fetih hareketlerine devam etmişlerdir. Edirne’nin
ardından ele geçirilen diğer bir önemli merkez, Kantakuzinos’un imparatorluğunu ilan ettiği,
Batı Trakya’nın önemli şehirlerinden olan Dimetoka’dır. Hacı İlbeyi idaresindeki birlikler
tarafından ele geçirilmiştir (1361). Dimetoka’nın ardından bu sefer bir kol kuzeye doğru
ilerlemiş ve Filibe şehrini Osmanlı Beyliği topraklarına katmıştır. Lala Şahin Paşa’ya bağlı
birlikler tarafından ele geçirilen Filibe, bundan sonra, Lala Şahin Paşa’nın askeri üssü haline
gelecektir (1363).
Osmanlı ilerlemesi, Batı dünyasında ciddi bir tehdit algısı oluşturmuştur. Bu yüzden
Osmanlı Beyliği’ne karşı bir Haçlı Seferi düzenlenmesi kararı alınmıştır. Bu Haçlı ordusunun
başında, Savoia Kontu VI. Amadeo yer almaktaydı. 1365 senesinde, Kıbrıs Kralı Pierre
liderliğindeki Haçlı ordusunun İskenderiye’deki başarıları, Hıristiyan dünyasını yeni bir Haçlı
Seferi için motive etmiştir. Ertesi sene düzenlenen bu sefer ile Gelibolu Haçlılarca ele
geçirilmiştir. (Ağustos 1366).
I. Murad, Gelibolu düşmeden evvel, Mart 1366’da Trakya’daki kazanımları muhafaza
etmek ve İstanbul’a doğru ilerlemek maksadıyla Rumeli’ye geçmişti. I. Murad’ın Rumeli’de
bulunduğu süre içerisinde (yaklaşık 5 sene) Bizans ve Bulgar topraklarına yönelik birçok
askeri operasyon düzenlenmiştir.
Sırp çarı Stefan Duşan’ın 1355 senesindeki ölümünün ardından, Balkanlar’da birçok
feodal bey türemiştir. I. Murad döneminde, bu feodal beylerden birçoğu Osmanlı hâkimiyetini
kabul edip, vasallik statüsü kazanmışlardır. Siyasi olarak elde edilen bu kazanımlar, Balkan
haritasında ciddi değişikliklere sebep oluyordu. Öte yandan Trakya yöresindeki hâkimiyet,
özellikle İstanbul üzerindeki baskıyı artırmaktaydı. 1366-1371 yılları arasında Osmanlılar söz
konusu bölgede hem Bulgarlara hem de Bizanslılara karşı mevzi kazandılar. Başlangıçta
Bulgar çarı ile birlikte hareket eden I. Murad, ittifakı 1366 sonlarında bozmuş ve Doğu
Bulgaristan’a yönelik bir askerî operasyon başlatmıştır. Aydos, Karinabad ve Süzebolu gibi
yerler bu süreçte Osmanlı egemenliğine girdi. Öte yandan Bizans’la olan mücadele de
Pınarhisar, Kırkkilise, Vize gibi kalelerin ele geçmesi ile neticelendi.
Bu yayılma sürecinde yerel unsurlar, Osmanlıları her zaman dostça karşılamıyor,
zaman zaman ciddi çatışmalar çıkabiliyordu. Aynı şekilde Papalık ve diğer İtalyan şehir
devletleri bu yerel unsurlarla ittifak halinde Osmanlıları bölgeden çıkarmaya çalışıyorlardır.
Lakin bu çabalar bir sonuç vermedi ve Balkanlar’daki Osmanlı egemenliği kalıcı hale geldi.
1368-69 seferlerinde ise Kızılağaç Yenicesi, Yanbolu ve ardından da Samakov ve
İhtiman ele geçirildi. Samakov’un ve İhtiman’ın ele geçirilmesi hem askeri-stratejik açıdan
hem de ekonomik açıdan önemli bir gelişmedir. Samakov’da önemli bir demir madeni
bulunmaktadır; öte yandan özellikle İhtiman’ın ele geçirilmesi ise Sofya yolu açılmış, bu
sayede yeni bir akın yönü tayin edilmiştir.
Osmanlıların Balkanlardaki bu faaliyetleri devam ederken Bizans İmparatorluğu da
ittifak arayışları içerisindeydi. V. Ioannis Palaiologos ve Sırp Voyvoda Ugljeşa Mrnjavçeviç
arasındaki ittifak, siyasi açıdan olduğu kadar dini açıdan da önemliydi. Bu ittifakın bir
yansıması olarak Sırp ve Bizans kiliselerinin birleştiği ilan edildi (Mayıs 1371).

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

54

Friday, 11.09.2015, 17:29


Çirmen Savaşı
Bu gelişmenin ardından, Batı Makedonya’da voyvoda olan Ugljeşa Mrnjavçeviç’in
merkez üssü Serez’di ve bu sayede Bizans İmparatorluğu ve Osmanlılarla sınırdaş haline
gelmişti. Ugljeşa, kardeşi Sırp kralı Vukaşin Mrnjavçeviç’in de desteğini alarak Osmanlılar
üzerine bir sefer yapma kararı aldı. Bu esnada, Rumeli’de Osmanlı kuvvetleri Lala Şahin
Paşa’nın idaresi altındaydı. Gelen bu güçlü ordu ile Edirne ciddi bir tehditle karşı karşıya
kalmış, Lala Şahin Paşa bunun üzerine Bursa’daki I. Murad’dan yardım talep etmiştir.
I. Murad’ın destek kuvvetleri henüz Biga kuşatması ile meşgulken, Hacı İlbeyi
idaresindeki öncü Osmanlı kuvvetleri, Meriç nehri kıyısındaki Çirmen (Crnomen) mevkiinde
ani bir baskınla Sırp ordusu dağıtmayı başardı (26 Eylül 1371). Kral Vukaşin ve kardeşi
despot Ugljeşa savaş meydanında hayatlarını kaybettiler.
Bu savaş, Osmanlıların Balkanlardaki yayılmasına gerçek manada ivme kazandırmış
bir savaştır. Artık, Makedonya, Sırbistan ve Yunanistan topraklarına doğru Osmanlı
yayılmasının önünde ciddi bir engel kalmamıştır. Sırp kralının savaş meydanında ölümü
neticesinde, Sırp prensleri Osmanlıların haraçgüzarı olmayı kabul edip bağlılık bildirmek
durumunda kalmışlardır. Haracın da ötesinde, I. Murad’ın talebi doğrultusunda Osmanlıların
düzenlemiş oldukları seferlere asker göndermeyi de taahhüt etmek zorunda kalmışlardır.
Sırp tehlikesinin ortadan kalkması, Bizans İmparatorluğunu da rahatlatmış, oluşan bu
yeni durumdan istifade ederek daha evvel Sırp egemenliğine geçmiş bölgelerde hak iddia
etmesine neden olmuştur. Bu savaşın akabinde, Sırplar da kendi aralarında bölünmüşler, yeni
kral Marko Mrnjavçeviç’in otoritesi herkesçe kabul görmemiştir. Böyle bir atmosferde,
Bizans İmparatorluğu 1372 senesinde Serez’i ele geçirmiştir. Osmanlılar bu yeni durumu
kabullenmemiş, önce Serez’e ardından da Selanik’e yönelik yapılan kuşatma harekâtlarından
bir netice alınamamıştır. Lakin bu kuşatma harekâtları, Bizans İmparatorluğu’nu Osmanlı
Beyliği ile barış yapmaya zorlamış, Osmanlılara senelik 15000 hyperper haraç ödemeyi
kabullenmişti. Bizans İmparatorluğu ile yapılan bu antlaşma sayesinde, Osmanlılar da
Gelibolu Boğazı’ndan Rumeli’ye geçişlerini garanti altına almış oluyorlardı.

55

Friday, 11.09.2015, 17:31

Çok faydalı hoş bir bölüm olmuş..Emeğinize güzel yüreğinize sağlık Lalezar.Büyük bir keyifle okudum..Şanlı tarihimizle gurur duyuyorum.. :1alkis: :1alkis: :1alkis: :1alkis: :1alkis:

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

56

Friday, 11.09.2015, 17:44

Kosova Savaşı’na Doğru

Çirmen Savaşı’ndan sonraki süreçte, Osmanlıların Balkan fütuhatına devam ettiklerini
görmekteyiz. Bunu kolaylaştıran amillerin başında Bizans İmparatorluğunda yaşanan taht
krizi idi. Bu taht krizinde taraf olan Osmanlıların, IV. Andronikos’u desteklediklerini ve uzun
vadede IV. Andronikos kaptırmış olduğu tahtını oğlundan geri aldığına şahit olacağız.
İdris-i Bitlisi’ye göre I. Murad, Çirmen savaşından sonraki süreçte 1372 senesinde
tekrar Rumeli’ye geçmiştir. Lakin oğlu Savcı Bey’in isyanı üzerine Bursa’ya dönmüş ve onun
kuvvetleriyle yapmış olduğu mücadeleyi kazanarak gözlerine mil çektirmiştir (1374).
Osmanlı idaresindeki gazi beyler, bu süreçte Rumeli fütuhatına devam etmektedirler. Evrenos
Bey’in İskeçe ve Buri’yi alması ve Lala Şahin Paşa’nın Batı Bulgaristan bölgesinde yapmış
oldukları fetihler bu döneme rastlar. Bu dönemde, Serez abluka altına alındıysa da ele
geçirilememiştir.
Bu askerî operasyonlar devam ederken Osmanlıların asıl hedefi sürekli olarak
Gelibolu’yu geri almak olmuştur. Askeri-Stratejik önemi haiz Gelibolu’nun tekrar ele
geçirilmesi, Osmanlıların Bizans-Venedik-Ceneviz arasında cereyan eden savaşlara müdahil
olması neticesinde mümkün olacaktır. Bozcaada egemenliği üzerinde anlaşamayan bu güçler
arasındaki çatışmalar esnasında Osmanlılar, o zaman Bizans tahtında oturan IV. Andronikos’a
destek vermiş ve o da bu destek karşılığında Gelibolu’yu Osmanlılara terk etmiştir (1377).
1379 senesinde ise I. Murad siyaset değiştirerek, bu sefer IV. Andronikos’a karşı babası V.
Ioannis’i destekleme kararı almıştır. V. Ioannis ile yapılan anlaşma ile Bizans’ın ödemekte
olduğu haracın miktarı artırılırken, Anadolu’da yer alan Alaşehir’in de Osmanlı idaresine
bırakılması sözü alınmıştır.
1381-1383 yılları arasında Anadolu’daki işlerle ilgilenmek zorunda kalan I. Murad,
1383 senesinde Edirne’ye dönmüş ve Balkan fütuhatına devam etmiştir. Balkan coğrafyasına
göz atacak olursak, bu esnada, Sırp prensleri arasında bir birlik tesis edilememiştir. Knez
Lazar Hrebeljanoviç, Kruşevac merkezli bir bölgeyi kontrol ederken, Osmanlı kaynaklarında
Vılkoğlu şeklinde gördüğümüz (Vuk Brankoviç) ise Priştine, Prizren ve Üsküp’ü de içine alan
bir bölgede hâkimdi. Knez Lazar, Macar kralı I. Lajos ile ittifak yapmış olup Osmanlılar için
bir tehlike oluşturuyordu. Öte yandan Vuk Brankoviç ise Osmanlı vasalliğinin gereğini yerine
getirmekteydi. 1382 senesinde, I. Lajos’un ölümü üzerine, I. Murad Balkanlar’daki önemli bir
rakibinden kurtulmuş, bu da Osmanlıların Niş, Epir, Arnavutluk doğrultusunda fetih
harekâtını hızlandırmasına vesile olmuştur.
I. Murad, Edirne’ye geçince, veziri Çandarlı Hayreddin Paşa’yı, Serez ve Selanik
üzerine göndermiştir. Selanik 1383-1387 yılları arasında kuşatılmış ve ele geçirilmişse de
Osmanlı hâkimiyeti uzun süreli olamamıştır. Asıl kalıcı hâkimiyet 1430 yılında tesis
edilecektir. Osmanlıların 1371’den sonra Balkanlar’ın güneyindeki fetih hareketlerinin
duraklaması, uç bölgelerinde nüfus yığılmasına neden olmuş, bunun neticesi olarak da yeni
fetihler ve yeni timar sahalarının açılması için devlet üzerinde bir baskı oluşmuştur. Bununla
ilintili olarak, önce Kavala ve hemen ardında da Serez ele geçirilmiştir (Eylül 1383). Draç
üzerinden Adriyatik’e ulaşan eski Roma yolu Via Egnatia, bu hat üzerinde gerçekleştirilen
fetihlerin temel belirleyicisi olmuştur.
Yine aynı dönemde I. Murad, Rumeli Beylerbeyi olam Timurtaş Paşa’yı, Arnavutluk
ve Bosna üzerine göndermiştir. Timurtaş Paşa, Pirlepe, Manastır ve İştip kalelerini bu
dönemde ele geçirdiler. Epir bölgesinde çeşitli yerleri ele geçiren Timurtaş Paşa, güney
Arnavutluk’ta Zeta Prensi II. Balşiç’e ağır bir darbe vurdu (1385). Bu savaşın ardından
Arnavutluk bölgesinde bazı kabileler Osmanlı himayesini kabullendiler ve Arnavutluk’ta
Osmanlı idaresi başlamış oldu.
Sırp Knezi Lazar, yaklaşan Osmanlı tehlikesi karşısında bir dizi savunma önlemi
almıştı. Kaleler ve dağ geçitlerini güçlendirirken, memleketini boşaltıp halkı ve mallarını
kalelerde topluyordu. Osmanlı ordusu, Lazar’ın kuvvetleri ile karşılaşamayınca, Niş üzerine
yürüdü ve şehir ele geçirildi (1386). Böylece Morava vadisi savunmasız kaldı. Bu gelişme
üzerine, Lazar, I. Murad ile anlaşma yoluna girip Osmanlı vasalliğini kabul etti. Yine bu
dönemde, 1383-1386 arası bir tarihte Sofya da Osmanlı hâkimiyetine geçti.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

57

Friday, 11.09.2015, 20:51

Kosova Savaşı ve Sonuçları
Niş’in düşüşünün ardından Osmanlı vasalliğini kabul etmiş olan Lazar Hrebeljanoviç,
sonraki süreçte hâkimiyet alanını, yine Osmanlı vasalliğini kabul etmiş olan diğer Sırp
prensleri aleyhine genişletmiş, Morava vadisindeki zengin gümüş madenlerini Saxon
madencileri kullanmak suretiyle işletmiş ve bu gümüşü Dubrovnik tüccarı vasıtasıyla
İtalya’ya sevk ederek ciddi zenginlik elde etmişti.
Kuzey Arnavutluk bölgesinde faaliyet gösteren Osmanlı uç beyi Kavala Şahin’in
idaresindeki ordu, o dönemde Osmanlı otoritesini kabul etmiş olan Zeta Prensi II. Curac
Balşiç’e destek amaçlı Bosna’ya akın düzenledi. Osmanlı ordusunun düzenlemiş olduğu bu
akın netice vermemiş, Osmanlı ordusu Bosna Kralı I. Stjepan Tvrtko tarafından bozguna
uğratılmıştır. Bundan sonraki süreçte psikolojik üstünlük daha evvel Osmanlı haraçgüzarlığını
kabul etmiş olan Sırp unsurlara geçmiştir. 1381-85 arasındaki süreçte haraçgüzar haline
getirilmiş olan Sırp Prensleri, teker teker Osmanlı hâkimiyetini reddetmeye başlamışlardır.
Bosna Krallığı ve Sırp Prensleri arasındaki bu ittifakı önlemek ve sarsılan Osmanlı
hâkimiyetini yeniden tesis etmek için I. Murad, büyük bir orduyla Rumeli’ye hareket etme
kararı almıştır. Timurtaş Paşa’yı Karamanoğulları’ndan gelebilecek bir tehlikeyi önlemek
amacıyla bir miktar askerle Anadolu’da bırakmış, Çandarlı Ali Paşa’yı bir ordu ile birlikte
Bulgar Çarı üzerine göndererek oradan gelebilecek herhangi bir tehlikenin önüne geçmiştir.
Diğer bir potansiyel tehlike olan Macar Kralı Sigismund ise, Lazar ve Stjepan Tvrtko ile
problem yaşadığından bu ittifaka destek vermemiştir.
İki taraf ordusu, Kosova ovasında karşı karşıya gelmiş ve savaş kesin bir Osmanlı
galibiyeti ile neticelenmiştir. Lazar Hrebeljanoviç savaş esnasında, I. Murad ise savaşın
ardından bir saldırıya uğramak suretiyle hayatlarını kaybetmişlerdir.
Bu savaş, neticeleri itibariyle Osmanlı tarihinin ve aynı şekilde Balkan tarihinin
önemli savaşlarından biridir. Kısa vadede Osmanlılar için ciddi bir askeri ve siyasi kazanç
temin edilmiştir. Artık, Tuna’nın güneyinde yer alan bölgede Osmanlılara karşı koyabilecek
bir tek Macarlar kalmış durumdadır. Ayrıca, Osmanlılara Kuzey Sırbistan yolu açılmış, Sırp
despotluğu Osmanlıların vasali haline gelmiştir.
Uzun vadede ise, bölgede yapılan Bosna’ya doğru uzanan fetihler neticesinde,
bölgenin etnik, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapısında değişiklikler meydana
gelmiştir. Bu bölgede Katolik baskısından kaçan grupların İslamiyet’e girdikleri ve bir
İslamlaşma gerçekleştiği görülmektedir. Bu savaş, ayrıca, milliyetçilikler çağında Sırp
milliyetçiliğine ilham vermiştir.
Kosova savaşı ile başlayan süreçte, Balkanlarda iskân yoğunlaşmış, bununla paralel
bir şekilde İslamlaşmada da bir artış olmuştur. Bu sayede Balkanlar’da Osmanlı varlığı
sağlamlaşmış, Ankara Savaşı sonrası süreçte dahi bu yapı bozulmadan kalabilmiştir.

Atilla_Ky

Moderatör

  • "Atilla_Ky" bir erkek

Mesajlar: 22,887

Kayıt tarihi: Dec 17th 2010

Konum: Allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

58

Friday, 11.09.2015, 21:20

Emeğinize sağlık paylaşımınız için teşekkür ederim Lalezar Hanım. Oldukça güzel bir sunumla tarihimiz hakkında güzel bir paylaşım yapmışınız tebrik eder iyi forumlar dilerim :thumbup:

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

59

Friday, 11.09.2015, 21:31

Çok faydalı hoş bir bölüm olmuş..Emeğinize güzel yüreğinize sağlık Lalezar.Büyük bir keyifle okudum..Şanlı tarihimizle gurur duyuyorum.. :1alkis: :1alkis: :1alkis: :1alkis: :1alkis:


Bilgiler paylaşıldıkça daha degerleniyor .KRALİÇE SULTAN Çok teşekkür ederim ilginize .Tarih eğitimcisi olarak bilgileri sizlerle paylaşmak bana ayrı gurur veriyor ve büyük bir sevgi ile paylasıyorum .Ömrünüze ,gönlünüze sağlık.....

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

60

Friday, 11.09.2015, 21:47

Emeğinize sağlık paylaşımınız için teşekkür ederim Lalezar Hanım. Oldukça güzel bir sunumla tarihimiz hakkında güzel bir paylaşım yapmışınız tebrik eder iyi forumlar dilerim :thumbup:


Sayın Atilla_Ky İlgi ve alakanız için çok teşekkür ederim.Yapabildiğimin en iyisini yapmaya ,tarihimizi siz değerli arkadaşlarımla buluşturmaya çalışıyorum . Selam, sevgi ve saygılar...