Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

21

Sunday, 13.09.2015, 15:27


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

22

Sunday, 13.09.2015, 15:33


Milattan once 3000’li yillardan itibaren, Sumer teologlarinin gelistirdigi dini fikirler ve ruhani gorusler, gunumuzde uc buyuk din olarak kabul edilen Yahudilik, Hristiyanlik ve Muslumanligi ciddi sekilde etkilemistir.

Sumer ogretmenlerine gore evrenin ana parcalari, “Cennet” ve “Dunya”dir. Evren icin kullandiklari kelime bir bilesik kelime olan ‘an-ki’dir ki anlami ‘Cennet-Dunya’dir. Dunya duz bir diskten olusur. Cennetle arasinda ‘lil’ dedikleri, ruzgar, hava, ruhu iceren bir tabaka vardir ki bu yaklasik olarak bizim su an atmosfer dedigimiz katmandir. Bu durumda Cennet de goklerdir.
Evrenin yonetimi, insan biciminde ama bir nevi olumsuz super insanlar olan Tanrilar tarafindan saglanir. Her tanrinin sorumlu oldugu alanlar vardir ve hersey bir duzen icerisinde islemektedir. Bu kurallarin ve bu duzenin dayanagi da su fikre baglidir:
“Butun yapilar, topraklar, sehirler, tapinaklar, tarlalar insanlar tarafindan yonetilir, cekip cevrilir. Insanlar olmasa bunlarin hicbirisi varligini surduremez. Tarlalar collere donusur, tapinaklar harabelere, sehirler de kullanimi olmayan ve bozulmus bina yiginlarina… Ayni sekilde evren de, dunyadan kat kat buyuk olmasi nedeniyle, insanlardan cok daha kudretli varliklarca yonetilmelidir ki duzenini surdurebilsin. Bunlarin ustune, bu kudretli yaratiklar olumsuz olmali ki, bu yaratiklarin olumuyle evrende bir kaos meydana gelmesin ve dunyanin da evrenle birlikte sonu gelmesin.” Iste bu nedenledir ki, Sumerler, insandan cok daha kudretli, olumsuz varliklarin varligina inanmislar ve onlar uzerinde fikirler olusturmaya baslamislardir.

Sumerlerde hiyerarsik bir bicimde bir cok tanri olduguna inanilirdi. Her tanrinin bir rutbesi ve sorumluluk alani bulunurdu. Bir nevi ordu gibi, en tepede genelkurmay baskani olmak uzere, asagi dogru inen rutbelerle tanrilar bulunurdu. Bunlardan dort tanesi onem arzederdi ki bunlar, “Cennet Tanrisi – An”, “Hava Tanrisi – Enlil”, “Su Tanrisi – Enki” ve “Buyuk tanrica Ninhursag”tir. Bu dort buyuk tanri, daha asagi rutbedeki tanrilari da yonetirlerdi. Ama bu dort buyuk tanri arasinda da en gucluleri ‘Hava Tanrisi – Enlil’di. Enlil’in diger bilinen isimleri “Tanrilarin Babasi”, “Cennet’in ve Dunyanin Krali”, “Tum topraklarin Krali” idi.

Yaratilisla ilgili, sonradan tum dinlerde bir dogma haline gelecek teorileriyse oldukca enteresandi. Yaratici tanrinin, bir seyi yaratmasi icin yapmasi gereken tek sey, planlari ortaya cikarmak, ‘ol’ emrini vermek, ve olusumu izlemekti. Tipki Kur’an’da veya Tevrat’ta veya Incil’de anlatilan Tanri’nin bir seyi istediginde sadece ‘Ol’ demesi gibi…

Sumer Tanrilari, sekil itibariyle insana benzerlerdi. Tipki insan gibi planlar yapar, yer, icer, evlenir, aile sahibi olurlardi. Insan gibi tutkulari ve zayifliklari da vardi.

Enlil’e gelelim. Enlil, gunu yaratan, insanlari seven, koruyan ve aciyan, dunyadaki bitkilerin olusumunda dahi butun planlari yapip herseyden haberdar olandi. Bolluk ve kitlik onun emriyle olurdu.

Su an bizim degerlerimizle zihnimizi en cok kurcalayan konu, “Kader”, Sumerler icin acikcasi hicbir problem teskil etmemisti. Ilginc olan, Kader kavrami, bizlere Sumerler tarafindan kazandirilan bir kavramdi. Insanlar, sadece tanrilarin bize ihtiyaci oldugu ve onlara hizmet etmemiz icin yarattigi emir kullariydi. Plani yapan ve yasayacak olduklarimiza karar veren tanrilardi. Kader, bize Kur’an’da anlatilan haliyle de aynen boyleydi iste…

Gunah ve Sevap kavrami da ilk olarak Sumerler tarafindan dusunce sistemimize sokulmus kavramlardi. Peki, neden Sumer Tanrilari, butun hareketlerimize karar veren kendileri olduklari halde, “gunah” islememize de izin vermislerdi? Iste buna Sumerli teologlarin verdigi cevap hayli tanidikti: “Tanrilarin kararlari tartisilamaz, suphesiz onlar en dogrusunu bilir.”

Bir tanidik hikaye de, omuzlarimizdaki meleklerdi. Bilirsiniz ki, sag omuzumuzda iyiliklerimizi kaydeden, sol omuzumuzda da gunahlarimizi kaydeden kisisel meleklerimiz vardir diye anlatilir bize. Sumerler, tanrilarin, insanlarla aracilik etsin diye her insana bir kisisel tanri atadigina inanirlardi. Bu kisisel tanri bir nevi insanin tanrilar arasindaki temsilcisiydi.

Sumerlerin her sehrinde, sehrin merkezinde bir tapinak olurdu ve o sehirden sorumlu olan tanriyla birlikte diger tanrilari temsil eden putlar buralarda muhafaza edilirdi. Burada vurgulamam gereken bir sey de sudur ki, Sumerler putlara tapmiyor, putlarin aslinda yukardaki tanrilari temsil ettigine inaniyorlardi. Yani putlara yapilan ritueller aslinda tanrinin kendine yapiliyordu. Tanrilar gorunmez oldugu icin bir temsilci yaratmak geregini hissediyorlardi. Bu tapinaklarda tanrilara duzenli olarak kurbanlar da verilirdi.

Adem ve Havva’nin yasak meyveyi, seytanin ayartmasiyla yemesini ve sonucunda Cennet’ten kovulmalari hikayesini bilirsiniz. Bu hikayeye son derece benzeyen bir olay Sumer tanrilari arasinda da yasanmistir. Cennet’te, Ninhursag, yukarda anlattigim dort buyuk tanrilardan tanrica olani, sekiz meyve ekmisti. Su Tanrisi olan Enki de bu meyvelerden yasak olmasina ragmen tatti. Ninhursag bu duruma cok kizdi ve Enki’nin olumune karar verdi. Enki ciddi sekilde hastalandi ve yedigi her meyve icin sekiz degisik organinda rahatsizliklar olustu. Hava Tanrisi Enlil, bu durumdan son derece rahatsiz oldu ve Ninhursag’i diger tanrilarla birlikte, Enki’yi kurtarmasi icin ikna etmeye calisti. Ninhursag, tum Tanrilarin istegi uzerine Enki’yi tedavi etmeyi kabul etti. Enki’yi rahminin yanina oturttu ve Enki’nin hasta olan sekiz organinin tedavisi icin sekiz tedavi edici tanri yaratti ve Enki iyilesti.

Simdi gelelim Tevrat, Incil ve Kur’an’daki benzerlige. Enki, Cennet’te, yasaklanmis meyveyi yer ve cezalandirilir. Tipki Adem’in Cennet’te yasaklanmis meyveyi yiyerek cezalandirilmasi gibi. Enki bu isi yaparken yalnizdir ama Adem’in bir de suc ortagi (hatta Tevrat’a gore ayartani) Havva’si vardir. Hmmmm. Acaba bu hikayeler farkli mi bu durumda?

Uc buyuk kitap da, Havva’nin(uc buyuk dinde de yasayan tum insanlarin annesi olarak bilinir. ‘Eve’ yani ‘Havva’, hayat veren demektir.), Adem’in kaburgasindan yaratildigini anlatir. Peki hic dusundunuz mu? Neden kaburga? Ne alakadir? Cevabi Sumer Tanrilarinda gizli Enki’nin hasta olan sekiz organindan bir tanesi kaburgadir. Kaburga, Sumercede ‘ti’ kelimesiyle bilinir. Her organ icin yaratilan bir tanrinin varligini soylemistik. Kaburga hastaligi icinse bir tanrica yaratilmistir ve bu tanricanin ismi de ‘Nin-ti’dir. Yani Turkcesiyle ‘Kaburgadan yaratilan kadin’. Sumerce’de ‘ti’, ayni zamanda ‘hayat veren’ anlamina da gelir. Yani ‘Nin-ti’, ‘Kaburgadan yaratilan kadin’ disinda bir de ‘Hayat veren kadin’ demektir. ‘Eve’, yani Havvanin da ‘Hayat veren kadin’ anlamina geldigini hatirlatip devam edelim. Iste bu mitolojik hikaye, Tevrat’a da aktarilmis, Adem’in kaburgasindan Havva’nin yaratilmasi hikayesi de boyle dogmustur. Tabii neden kaburga sorusuna, ne Tevrat’ta, ne Kur’an’da mantikli bir aciklama bulunamaz. Mantikli aciklamayi, Enki’nin kaburgasinin iyilestiren ‘Nin-ti’ tanricasinda bulabilirsiniz…

Gelgelelim, ilk insani Sumer Tanrilari nasil yaratir sorusunun cevabina… Bu hikaye de yine Enki ve Ninhursag tanrilarini icerir. Tanrilar yiyecek bulmakta zorlanmaya baslarlar ve artik yardima ihtiyac duyarlar. Enki’den yardim dilerler. Ama Enki derinlerde uyumaktadir ve tanrilarin bu dilegini duymaz. Bunun uzerine Enki’nin annesi Enki’ye uyanmasini, tanrilarin kendilerine benzer hizmetkarlar yaratip yaratamayacagini sorar. Bunun uzerine Enki annesine doner ve soyle der:
Annecigim, istedigin hizmetkarlar yaratilabilir.
Tanrilarin goruntusunden esinlen;
Ucurumun kenarinda duran camurdan al
Camurdan sekiller yap
Ninhursag’dan bu konuda yardimini iste
Dogum Tanricalari da yaninda bulunsun
Yaratilanin kaderlerine karar ver
Ninhursag son sekillerini versin
Ve insan yaratilsin

Kaynak: The Sumerians, their history, culture, and character – Samuel Noah Kramer

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

23

Sunday, 13.09.2015, 23:35


Alan hesaplama egzersiz, Nippur, Eski Babil dönemi (İst Ni 18, nezaket İstanbul Arkeoloji Müzesi, fotoğraf C. Proust)

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

24

Sunday, 13.09.2015, 23:43




ZİGGURAT
• Ziggurat , Mezopotamya ve çevresinde piramitlere benzeyen
bir çeşit tapınaktır. Bu özelliğinin yanında çok fonksiyonlu
olması kültürel gelişmelere de öncülük etmesini sağlamıştır. Bu
kültürel gelişmelerden biride yazının icadıdır.
• Sümerlerde tapınaklara teslim edilen tarım ürünleri, satılan
ve satın alınan her türlü ticari mal, rahipler tarafından kil
tabletler üzerine resimler ve işaretlerle kaydedilmiştir.
Zamanla bu işaret ve resimlerin heceye dönüştürülmesiyle yazı
ortaya çıkmıştır. Zigguratlar tahıl ambarı, gözlemevi gibi
işlevleri yanında ilk dönemlerde Sümerlerde okul olarak
kullanılmıştır
• Okullarda eğitim ilk olarak tapınak ve sarayın
yazmanlarını yetiştirmek için yapılmıştır. Bu okullarda
matematik, botanik, zooloji ve coğrafya gibi konularda
dersler verilmiştir. Eğitimin yaygınlaşması ve
gelişmesiyle okullar bilim ve kültür merkezi haline
gelmiştir.
• Okullar zamanla dinden bağımsız kurumlar olmuştur.
Okullarda varlıklı ailelerin erkek çocukları eğitim
görmüştür. Fakir aileler eğitim masraflarını
karşılayamadıklarından dolayı çocuklarını okullara
göndermemişlerdir. Sıkı bir disiplin anlayışının olduğu
okullarda tam gün eğitim yapılmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

25

Sunday, 13.09.2015, 23:44



Sümerlerde Ay Yıldız Motifi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

26

Tuesday, 15.09.2015, 21:08


Mezopotamya bölgesinde yaşamış uygarlıklar arasında, özellikle çok sayıda Akad tıbbi metinleri bulunmasına rağmen Sumer tıbbı hakkında iki adet tablet vardır. Bu tabletlerden bir tanesi sadece bir reçete içeren küçük bir parçadır. Diğeri ise onbeş reçeteyi içeren 10×14 cm boyutlarında bir tablettir ve tıp tarihi açısından çok önemlidir. Tabletin özenli ve irice yazısından dolayı bunu M.Ö. 3000’lere tarihleyebiliriz. Metin tıbbi terimler içermesinden dolayı çevirisi güçlükle yapılabilmiştir. Tablet Pensilvanya Üniversite Müzesi’nde bulunmaktadır.
Tablet 145 satırdır. İlk 21 satır çok kötü hasarlıdır ve içeriği hakkında bilgi edinmek imkansızdır. Reçeteler ise 22. satırda başlamaktadır. Toplam on beş reçetenin ilk üç tanesi çevirileri yapılamayacak derecede hasarlı olmasından dolayı ancak dördüncü reçeteden itibaren çevirisi yapılabilmiştir. Diğer reçetelerin çevirisi şöyledir:
Reçete No. 4. Anadişşa-bitkisini, “diken”-bitkisinin (herhalde Prosopis stephaniana) dallarını, duaşbur (belki Atriplex halimus I..) tohumlarını (ve) ….. (iki otun ismi hasar görmüştür) toz haline getiriniz; ….. buna (toz haline getirilmiş yabani otları) suyla inceltilmiş biraya dökünüz; (hasta yeri) sebze yağıyla ovunuz ve (toz haline getirilmiş otlara sıvı dökülerek yapılan macunu) yakı olarak bağlayınız.
Reçete No.5. Irmak çamurunu toz haline getiriniz (ve) …..; bunu suyla yoğurunuz; ham yağla ovunuz, (ve) yakı olarak bağlayınız.
Reçete No.6. Armutları (?) ve “mana”yı toz haline getiriniz; üzerine bira tortusu dökünüz, sebze yağıyla ovunuz (ve) yakı olarak bağlayınız.
Reçete No.7. Kurutulmuş şarap tortularını, çam ağacını ve erik ağacını toz haline getiriniz; üzerine bira dökünüz, yağla ovunuz (ve) yakı olarak bağlayınız.
Reçete No.8. ….. ağacının köklerini …..’yi ve kurumuş ırmak ziftini toz haline getiriniz; üzerine bira dökünüz, yağla ovunuz (ve) yakı olarak bağlayınız.
Reçete No.9. ….. bitkisinin sakızı üzerine sert bira dökünüz; bir ateş üzerinde ısıtınız; bu sıvıyı ırmak zifti yağına dökünüz (ve) (hasta) kişiye içiriniz.
Reçete No.10. Armut (?) (ve) “manna”-bitkisinin köklerini toz haline getiriniz; (toz haline getirilmiş otları) biranın içine dökünüz (ve) (hasta) kişiye içiriniz.
Reçete No.11. Nignagar-sebzesinin tohumlarını, sarısakızı (?) (ve) kekiği toz haline getiriniz, biranın içine dökünüz (ve hasta) kişiye içiriniz.
Üstteki reçetelerden sonra diğer reçetelere geçerken arada bir paragraf vardır. Burada “Hasta kişinin ellerinin ve ayaklarının üzerine kurutulmuş sazları yerleştirin” yazmaktadır. Bu işlemin ne anlama geldiği ve neden bu bölüme konulduğu anlaşılamamıştır. Hastalığın içeriği belli olmasa da tedavinin nerelere uygulanacağı yönünden bir fikir vermektedir.
Reçete No.12. Kaplumbağa kabuğunu, naga-bitkisi (soda ve öteki alkalileri elde etmekte kullanılan bir bitki) filizlerini (?), tuzu (ve) hardalı birlikte ekleyerek yoğurunuz; (hasta yeri) kaliteli bira (ve) sıcak suyla yıkayınız, (hasta yeri) hepsiyle temizleyiniz, temizledikten sonra sebze yağıyla ovunuz (ve) toz haline getirilmiş köknarla kaplayınız.
Reçete No.13. Kurutularak toz haline getirilmiş bir suyılanı, amamaşumkaspal-bitkisi, “diken”-bitkisi kökleri, toz haline getirilmiş naga, köknar yağı tozu, garib(?)-yarasası dışkısı üzerine su dökünüz; (bu eriyiği) ısıtınız (ve) (hasta yeri) bu sıvıyla yıkayınız; sıvıyla yıkadıktan sonra sebze yağıyla ovunuz (ve) şakiyle kaplayınız.
Reçete No.14. Bir ineğin iç derisinin (?) kurutulup toz haline getirilmiş kılları, “diken”-bitkisinin dalları, “yıldız”-bitkisi, “deniz” ağacının kökleri, kurutulmuş incirler (ve) ib-tuzunun üzerine su dökünüz; bu sıvıyı ısıtıp (hasta yeri) bununla yıkayınız; sıvıyla yıkadıktan sonra kurutulmuş saz külleriyle kaplayınız.
Reçete No.15. Söğütten çıkardığınız ….. (birçok çiviyazısı işaret hasarlıdır) gribi-vazosu parçaları (?), şarap tortusu, nigmi-bitkisi, arina-bitkisi kökleri ve sapıyla (ve) kül ile kaplayınız.
Bu belgenin de gösterdiği gibi Sumerli hekimler günümüzdeki meslektaşları gibi ilaçlarının ana maddelerini bitkisel, hayvansal ve mineral esaslı kaynaklardan sağlamaktadırlar.
Yazımın ilk satırlarında bir de tek reçete içeren küçük parçadan bahsetmiştim. Onun da çevirisi şöyledir:
Kaplumbağa kabuğuyla … ezildikten ve ağzı (herhalde hasta organın ağzı) yağla yağlandıktan sonra, yüzükoyun (?) yatan kişiyi (ezilmiş kabuklarla) ovacaksınız. Ezilmiş kabuklarla ovduktan sonra iyi birayla (tekrar) ovacaksınız; iyi birayla ovduktan sonra suyla yıkayacaksınız; suyla yıkadıktan sonra (hasta yeri) ezilmiş köknar ağacıyla dolduracaksınız. Bu, tun ve nu’sundan hastalığa yakalanmış biri için uygun (bir reçetedir).
Bu metnin çevirisini yapan Michel Civil, TUN ve NU’nun cinsel organlara ait henüz belirlenememiş bölümler olduğu yönde yorum yapmaktadır.
Yukarıdaki metinlerde göreceğiniz üzere Sumerlerde hastalıkları için çeşitli ilaçlar kullanıyorlar. Belki günümüze göre kullandıkları ilaçlar garip gelebilir, fakat unutmayalım ki bir zamanlar bizde de “kocakarı ilacı” olarak adlandırılan yaşlılarımızın yaptıkları ilaçlardan medet umulurdu ve hala da umulmaya devam ediliyor.

Dip. Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

27

Tuesday, 15.09.2015, 21:40


Mezopotamya bölgesinde günümüzden binlerce yıl önce Sumerler, Akadlar, Babilliler v.b. halkların bize bırakmış olduğu çiviyazılı kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere hekimlerin hastalıkları teşhis yöntemi hakkında çeşitli bilgiler edinmemiz mümkündür. Hekimler, hastaların bulundukları evlere gitmişler ve hastalara sordukları sorularla hastalığı tanımlamaya çalışmışlardır. Bunun haricinde öncelikle hastanın genel görüntüsü ve hareketlerini incelemiş, daha sonra hastaya el ile dokunarak vücut ısısını ölçmek, hastanın soluğunu dinlemek, nefesinin kokusuna bakmak, bağırsak sesine bakmak gibi teşhis yöntemlerine de başvurmuşlardır. Ayrıca hastalığın tam teşhisi için ağız ve dilin durumu, idrarın görüntüsü, gözlerin durumu da diğer yöntemler arasındadır. Örnek olarak şunları verebiliriz: Hastanın ağzı kırmızı ise hasta iyi olacaktır, siyah ise hasta ölecektir. İdrar kırmızı ise hasta iyileşecektir, şayet hasta idrarını yapamıyorsa o kişi ölecektir.
O devrin hekimleri nabzın atışının kan dolaşımıyla ilgili olduğunu anlayabilmiş, bazı akıl hastalıklarını tanımlayabilmiş ve bunun tedavisi için sihre başvurmuşlardır.
Göz hastalıklarını da çok yakından incelemiş ve bunları iyileştirmek için göz banyoları, merhemler ve bazı yağlar kullanmışlardır. Ayrıca miyop ve hipermetropluğu gidermek için çeşitli cam mercekler kullanmışlardır. Çiviyazılı belgelerden göz hastalıklarına karşı bir takım otları kaynatarak yağ içerisinde bir merhem yaptıkları ya da bakır madenini arpa suyuna karıştırarak bununla hasta gözü yıkadıkları öğrenilmektedir.
Yine ilgili tabletlerde; boğaz, kulak, kalp, akciğer, karaciğer, mide, bağırsak, idrar yolları ve cilt rahatsızlıkları hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş ve bunların belirtileri ile tedavi yolları açıklanmıştır. Sarılık hastalığının karaciğerden kaynaklandığı fark edilebilmiştir.
Mezopotamyalılar diş çürümesini ise kurt yeniği olarak düşünmüşler ve çürük ya da ağrıyan dişi çekmişlerdir. Hekimler dişçilikleri konusunda sadece bir sihir formülü bulunmuştur. Anlaşıldığına göre diş siniri kurt sanılıyor ve diş çekiliyordu. Söz konusu tablette kurdun Tanrı Šamaš ile Ea’nın huzuruna çıkarak ağladığı ve rızkının ne olduğunu sorduğu kaydedilmiştir. Aldığı cevapta kendisine incir, incir ağacı ve narın rızk olarak verildiğini duyan kurt “dişle diş eti arasında yaşayayım ve bunların dibini kemirerek kan içeyim” diye yalvarmıştır. Diş çürümesine karşı kullanılan sihir formülü tamamen bu hikâyeye dayanmaktadır.
Mezopotamyalı hekimler sindirim ve solunum organlarına ilişkin hastalıklar üzerinde çok durmuşlardır. Özellikle safra kesesini iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Safra kesesi rahatsızlıklarında hastaya suya keskin şarap karıştırılarak içirilmiştir. Ayrıca hastaya dana sütü vermişler ya da dana sütüne veya acı içkilere hurma şarabı karıştırarak kullanmışlardır. Safra kesesinin acılığına karşı acı ilaç kullanarak her hastalığın kendine benzer bir madde ile tedavi edilmesi usulünü geliştirmişlerdir.
Hastalıklar ve bunlara uygulanan tedaviler hususunda elimizde hükümdarlara yazılmış mektuplar da mevcuttur. Buna en güzel örnek, Asarhaddon’un hekimi Arad-Nanay’ın yazmış olduğu mektubu verebiliriz. Sayılı’dan nakletmiş olduğumuz mektupta hekim şöyle yazmıştır:
Hünkârım Efendime. Hizmetkârın Arad-Nanay’dan Hünkârım Efendime selamlar. Nimutra ve Gula Hünkârım Efendime mutluluk ve sağlık ihsan etsinler. Hükümdarımın oğluna sıcak selamlar. Kendisi için tavsiye ettiğim tedavi her çift saatin üçte ikisi fasılasıyla tatbik edilmelidir. Mugi’lerin reisinin dün burun kanamasının şiddetli olduğu yolunda verdiği habere gelince, pansumanlar doğru yapılmamış. Pansuman, solunuma müdahale edecek ve kanın ağız içine akmasına sebep olacak şekilde, burnun kanatlarına tatbik edilmiş. Hava temasını engelleyecek şekilde burun, sonuna kadar tamponlanmalıdır. Böyle yapılınca kanama duracaktır. Hünkârım arzu ederse yarın tekrar hastayı ziyarete geleyim. Bundan böyle işlerin iyi gideceğini ümit ediyorum.
Mektuptan anlaşılacağı üzere, Mezopotamyalılar burun kanamasını tamponla durdurmuşlardır. Bir insan kan kaybettiğinde güçsüzleşmekte, çok kan kaybettiği zaman ise hayatını kaybetmektedir. Mezopotamyalılar’ın kanın önemini fark etmiş oldukları açıktır.
Kehanetle ya da teşhisle belirlenen hastalıkları, Mezopotamyalı hekimler kendilerinin hazırlamış olduğu ilaçlar ile tedavi etmişlerdir. Onlar tabletler üzerine yazdıkları ilaç reçetelerinde, ilacı oluşturan maddelerin adlarını ve ilacın nasıl kullanılacağını belirtmişlerdir. Bu reçeteler düzenlenmeleri ve içerikleri yönünden şu şekilde sınıflandırılabilir:
Hastalık belirtilmeden yazılmış ilaç bileşimleri.
Belirli bir hastalığa ait ilacın bileşimi.
Çeşitli hastalıklara ilişkin, kitap oluşturacak şekilde düzenlenmiş olan çok sayıda ilaç bileşimi.
Belirli bir hastalığa tutulmamak için kullanılacak ve günümüzün aşılarına benzer ilaçlar.
Hekimler bu ilaçları üç safhada hazırlamışlardır: pişirmeden önce, pişirme ve soğutma safhası. Bahsedilen safhalardan sonra ilaçlar; bandaj, yağ, lapa, iksir, hap, fitil, tampon, şırınga ve tütsü olarak hastaya uygulanmıştır. Hekimlerin bu formlarda sunduğu ilaçlarla tedavi süresinde, sihirli sayıların etkisi olduğu düşünülmüş ve sayıların ilacı daha tesirli hale getirileceğine inanılmıştır. Bu sayılar arasında üç ve yedi ile katları en çok tercih edilenler olmuştur. İlaçlar üç, yedi, yirmi bir tane olmak üzere uygun görülen kullanım şekliyle hastaya verilmiştir. Ayrıca, bitkisel ilaçların dolunay gibi uğurlu zamanlarda veya bundan yedi gün önce ya da yedi gün sonra toplanmış malzemeden yapılması gerektiği düşünülmüştür.
Uğurlu zamanlarda toplanması gerektiğine inanılan bu bitkilere; hardal, kekik, erik ağacı, armut, incir, söğüt, mana bitkisi, köknar ve çam ağacını örnek olarak verebiliriz. İlaçların ana maddelerini bu bitkiler ile beraber hayvansal ve mineralsel kaynaklar sağlamıştır. Kullanılan gözde mineraller arasında sodyum klorür (tuz), ırmak zifti ve rafine edilmemiş yağ vardır. Hayvanlar âleminden de yün, süt, kaplumbağa kabuğu ve su yılanından yararlanılmıştır. İlaç yapımında kullanılan sıvılar ise su, bira, şarap, sirke, kan, susam yağı, süt, kuyruk yağı, iç yağı, kemik iliği ve idrardır. Hekimler kırarak ezdikleri maddeleri bu sıvılarla karıştırarak kullanmışlardır.
Söz konusu sıvılardan daha çok iksir ve losyon yapımında yararlanılmıştır. Örneğin iksiri oluşturan maddeler genellikle bira içinde eritilerek kullanılmıştır. İksirler şiddetli baş ağrısı, baş dönmesi, göz rahatsızlıkları, bağırsak gazı ve mide bulantısı gibi durumlarda uygulanmıştır. Elimizde Sümerler’den kalma tabletten iksirlerin içeriği hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Söz konusu tabletteki 10 numaralı reçetenin çevirisi şöyledir:
. Armut ve “manna”-bitkisinin köklerini toz haline getiriniz; (toz haline getirilmiş otları) biranın içine dökünüz (ve) (hasta) kişiye içiriniz.
Reçete 11 ise şu karışımı içermektedir:
Nignagar-sebzesinin tohumlarını, sarısakızı (?) (ve) kekiği toz haline getiriniz; biranın içine dökünüz (ve hasta) kişiye içiriniz.
Mezopotamyalılar kabukları ezerek, bunları bira, şarap, süt, sirke ya da idrar gibi sıvılarla karıştırarak bir nevi yakı elde etmişlerdir. Bunları bandaj üzerine serpmek suretiyle hasta bölgeye uygulamışlardır. Kramer’in nakletmiş olduğu ilaç reçetelerinden yakılarla ilgili de bilgi edinmekteyiz ve 5 numaralı reçetenin çevirisi şöyledir:
Irmak çamurunu toz haline getiriniz (ve)…; bunu suyla yoğurunuz; ham yağla ovunuz (ve) yakı olarak bağlayınız.
Aynı reçetelerden yutularak alınan ilaçlarla ilgili olarak da 9 numaralı reçeteyi örnek verebiliriz. Reçetede aşağıdaki işlem anlatılmaktadır,
…. bitkisinin sakızı üzerine sert bira dökünüz; bir ateş üzerinde ısıtınız; bu sıvıyı ırmak zifti yağına dökünüz (ve) (hasta) kişiye içiriniz.
Dip. Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

28

Tuesday, 15.09.2015, 21:43

ESKİ MEZOPOTAMYA’DA HEKİMLİK

Mezopotamya’da yaşamış eski halklar hayatın özünün su olduğuna inanırlardı. Sümerler, hekimleri A.ZU olarak tanımlamışlardır ve bu kelimenin de anlamı “suyu tanıyan kimse”dir. Hekimlik yapanlar suya bakarak hasta hakkında yorumda bulunmuşlar ve ona göre tedavi uygulamışlardır. Herhalde bu sebepten hekimleri “suyu tanıyan kimse” olarak tanımlamışlardır. Hekim tedavi için gelen hastaların yanına bir kap koyar ve suyla doldurur. Sonra suyun içine bir damla zeytinyağı damlatır. Damlanın hareketine ve şekline bakarak hastanın iyileşeceği veya iyileşmeyeceği hakkında bilgi verirdi.
Sümerlerde tıp eğitimi tapınaklara bağlı okullarda yapılırdı. Bu yüzden tıp, dini görüşlerle iç içe girmiştir. Tıbbı sihirden ayırmak oldukça zordur. Asurlular zamanında saraya geçen hekimler görevlerine başlarken ant içmişlerdir. Hekimlik ve büyücülükle ilgili tıp ve psikolojik yardımlar geniş kapsamlı olarak M.Ö. 2000 yıllarından sonra olmuştur. Rahip ve büyücü sınıf daha çok ayinlere önem verirken, hekimler çeşitli iksir, sargı, eriyik ve lapa gibi ilaçlar kullanarak hastayı tedavi etmişlerdir. Bu gelenek uzun süre devam etmiş, tıp ile üfürükçülük bir arada uygulanmıştır. Büyücü ve rahipler ile hekimler bazen beraber çalışmışlardır. Her ikisinin hastayı iyileştiremediği hallerde ise hem hekimin hem de büyücü sınıfın kullandığı usullerden bazıları yedi gün yedi gece, sabah akşam uygulanmıştır.
Hekimler işlevleri yönünden rahiplerden ayrıldıkları gibi, aldıkları ücret yönünden de rahip sınıfından ayrı tutulmuşlardır. Hekimlik daha çok bir zanaatkâr sınıfı olarak kabul görmüştür. Hekimlerin yaptıkları ameliyat ve tedavilerin ücretleri ile yaptıkları hataların cezaları da diğer zanaatkârlara uygulanan cezalarla hemen hemen aynı olmuştur.
Hekimlerin almış oldukları ücret, ceza ve uyguladıkları ameliyat ile tedavi şekilleri hususunda bilgi edindiğimiz yegâne kaynak “Hammurabi Kanunları”dır. Hammurabi Kanunları’nın 215. maddesinde yer alan ibarelerden hem hekimin gerçekleştirdiği cerrahi operasyon hem de kullandığı aletler ile aldığı ücret hakkında bilgi edinebiliyoruz. İlgili maddenin çevirisi Şöyledir:
Eğer bir hekim, ağır yaralı bir adamı bronz neşterle ameliyat edip, adamın hayatını kurtarırsa (yaşatırsa) veya adamın alnını veya Şakağını bronz neşterle açıp, adamı yaşatırsa 10 Şekel gümüş alacaktır.
Maddeden de anlaşıldığı üzere Mezopotamyalı hekimler baş bölgesi gibi vücudun önemli kısımlarında operasyonlar gerçekleştirmişlerdir. Hekimlerin kullandıkları başlıca alet ise bronz neşter olmuştur. Elbette ki operasyonlar her zaman başarılı olamamıştır. Böyle durumlarda ise hekimler cezalandırılmıştır. Kanunların 218. maddesinden ise bununla ilgili bilgi edinmek mümkündür:
Eğer hekim, ağır yaralı adamın bronz neşterle üzerinde çalışıp adamın ölümüne sebep olursa veya adamın göz bölgesini bronz neşterle açıp, adamın gözünü kör ederse, (hekimin) bileklerini keseceklerdir.
İlgili maddede, cerrahların başarısızlıklarının cezalandırılması söz konusudur ve cerrahlığı tehlikeli bir meslek haline sokan bir zihniyetin varlığı görülmektedir. Bir cerrah, mesleği için çok önemli olan ellerinin kesilmesi tehlikesi ile karşı karşıyadır. Fakat daha sonraki çağların benzer tedbirlerine bakılırsa, bu kanunların nadiren uygulanmış olması gerekmektedir. Bu kanun maddelerini mesleğini kötüye kullananlara karşı bir tedbir olarak düşünmek doğru olacaktır. Başka bir deyimle, bu gibi kanunların hekim sınıfından kişilerin mesleklerini kötüye kullanmalarına karşı toplumu kanun yoluyla korumak amacı ile oluşturulmuş olduğu ifade edilebilir.

Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

29

Tuesday, 15.09.2015, 21:49


NIPPUR SEHIR PLANI

DÜNYA TARİHİNDE İLK ŞEHİR PLANI SUMERLİLERE AİTTİR


Günümüzden yaklaşık 3500 sene önce bir Sumerli eline bir parça kil alarak 18×21 cm. boyutlarında bir levha haline getirmiş ve üzerine Nippur şehrinin planını çizmiştir. Üstte bulunan tabletin resminde de görüleceği üzere, planda şehrin içinden ve dışından geçen nehirler, kanallar, surlar, surlarda bulunan kapılar, önemli mabetler ve şehir parkı çizilmiştir. Bu planı yapan haritacı yanlarına isimlerini de yazmayı unutmamıştır.
Bu planın Nippur şehrine ait olduğu tabletin tam ortasında yazılıdır. Ayrıca kazılardan çıkan diğer belgelerde aynı isim görülmektedir. Bir diğer kanıt ise kazılarda orta çıkan şehir bu plana uymaktadır. Bu tablet Almanya’nın Jena şehrinde bulunan Friedrich Schiller Üniversitesi’nin Hillprecht koleksiyonunda bulunmaktadır.
Merak edenler için Nippur’da yapılan kazılar hakkında biraz bilgi verelim. 1887 yılında Amerika’daki Philadelphia Üniversite Müzesi, o zamanlar Osmanlı toprakları olan Irak’ta kazı yapmak için hükümete başvurur. Amerikalılar kazı yapmak için on adet yer belirlemişlerdir. Müze Müdürü Osman Hamdi Bey bunların içinden Bağdat’ın 200 km. kadar güneyinde yer alan Niffer höyüğünü önerir. Bu yer çok isabetli olmuştur. Yapılan kazılarda 30.000’den fazla çiviyazılı tablet bulunmuştur. Bu tabletler o zamanki kanuna göre İstanbul Arkeoloji Müzesi (Müze-i Hümayun) ve Philadelphia Üniversite Müzesi arasında paylaşılmıştır.
Şimdi kent planımıza bir göz atalım:
Planın orta yerinde şehrin eski ismi olan EN.LİL.Kİ yazılıdır. Bunun da anlamı “Tanrı Enlil’in Yeri”dir. Şehrin güneybatısından Fırat nehri geçmektedir. Sumerce adı BURANUM’dur.
Kuzeybatısında NINBİRDU kanalı vardır.
Şehrin ortasından geçen IDŞAURU kanalı vardır. Anlamı “Şehrin Ortasındaki Kanal”dır. Hakikatten şehri ikiye ayırmaktadır. Bugünkü adı ise Şat-el-nil’dir.
Şehrin 7 adet kapısı vardır. Bunların adları sırasıyla 1) MUSAKKATIM Kadınlarının Toplandığı. “seksüel bakımdan kirli” bir ihtimal sokak kadınlarının toplandığı yerdir. 2) KAGAL MAH “yüce kapı”. 3)GULA kapısı. “büyük kapı”. 4) NANNA kapısı (Nanna: Sumer’in Ay Tanrısı). 5)URUK kapısı. Sumer şehirlerinden, 6) İGİBİURİŞE kapısı anlamı “Ur şehrine yönelik kapı”, 7) NERGAL kapısı. Yer altı dünyası tanrısı.
Şehirde 4 tane de mabet vardır. Bunlarda sırasıyla 1) Hava Tanrısı Enlil’in evi olan EKUR mabedi. Anlamı “dağ evi”. 2) Tanrıça Ninlil’in yer altı dünyası ile ilgili KIUR mabedi. 3) EŞMAH “yüce tapınak”. 4) ANNIGINNA anlamı bilinmiyor.
Şehrin ortasında bir de park vardır. KIRIŞAURU anlamı “şehrin ortasındaki park”.
Sumerlerden ders alınacak çok şey var. Sumerliler, insanları parka ihtiyacı olduğunu düşünüp orta yere park yapmışlar. Devletimizin başındakiler gibi düşünmemişler. Onlar da oraya dükkanlar, pazarlar, alış-veriş yerleri yapabilirlerdi.

Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

30

Tuesday, 15.09.2015, 22:02


SUMER BEDDUASI
Günümüzden binlerce yıl öncesine ait bir lanet, bir beddua. Aynı günümüzde yapılanlar gibi. Bu laneti içeren tablet, birçok koleksiyondaki parçanın birleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu tablet parçaları İstanbul Arkeoloji Müzesi, Philadelphia Üniversite Müzesi ve Hilprecht koleksiyonunda bulunmaktadır.

Bu tablet ilk incelendiğinde Ur ve Nippur şehirlerinin yıkılışına ait bir ağıt olduğu zannedilmişti. Fakat başka parçaları da ortaya çıktığında bunun şairane yazılmış tarihsel bir belge olduğu ortaya çıktı. Bu belgede, Sumerli bir yazar ve bilgin bütün Sumer’e, özellikle de kudretli bir kent olan Agade’ye felaket getirmiş, akıllarda yer eden tarihsel bir olayın ardında yatan nedenlerle ilgili yorumunu sunar. İşte bedduamız bu tablette yer almaktadır. Dizeler şöyledir:

Ekur’a saldırmaya cüret eden, Enlil’e (karşı gelen) kent,
Ekur’a saldırmaya cüret eden, Enlil’e (karşı gelen) Agade,
Korulukların toz gibi yerle bir olsun …..
Balçığın (tuğla) dipsiz derinliklerine dönsün,
Ağaçların ormanlarına dönsün,
Ağaçların Ninildu’nun lanetlediklerine dönsün,
Boğazlanan öküzlerinin yerine kadınlarını boğazlayasın,
Kesilen koyunlarının yerine, çocuklarını kesesin,
Yoksulların değerli (?) çocuklarını sularda boğmak zorunda kalsınlar,
…….
Agade, sevinçli yürekle inşa edilen sarayın, keder verici bir harabeye dönüşsün ….
Ayinlerinin ve dinsel törenlerinin yapıldığı yerlerde,
Harabelerde (gezinen) tilkinin kuyruğu sessizce kayıp …..
Kanal kenarındaki gemilerin çekildiği yolu yabani otlar bürüsün,
Araba yolunda “ağlama otu”ndan başka bir şey büyümesin,
Gemilerin çekildiği yolda ve iskelelerinde,
Yabani keçileri, haşarat (?), yılan ve dağ akrepleri yüzünden hiçbir insan yürüyemesin,
Yürek yatıştıran bitkilerin büyüdüğü ovalarında,
Gözyaşı kamışından başkası büyümesin,
Tatlı akan suların yerine, acı sular aksın Agade,
“Bu kente yerleşeceğim” diyen oturacak iyi bir yer bulamayacak,
“Agade’de yatacağım” diyen uyumak için iyi bir yer bulamayacak.

Dip. Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

31

Tuesday, 15.09.2015, 22:11

SUMERLERDE ÇİFTÇİNİN EL KİTABI

Anadolu’dan çıktıktan sonra Fırat ve Dicle nehirleri sakince akarak Mezopotamya bölgesini verimli hale getirir. Daha sonra ise Basra körfezine dökülmeden önce birleşirler. İki nehrin getirmiş olduğu balçık buraları verimli hale getirmiştir. İşte bu iki nehrin aktığı bölgeyi Sumerler kendilerine yurt edindiler. Sumerler, bu bölgede iki nehrin arasında çeşitli sulama kanalları yaparak bölgeyi tarıma uygun hale getirdiler ve onların hayatında önemli bir yer tutmaya başladı.

Sumerlerin bir kültür merkezi olan Nippur’da 1949-1950 yılları arasında Şikago Üniversitesi ile Pensilvanya Üniversite müzesi ortak bir kazı yaptılar. Yapılan bu kazılarda 7,5 x 11,5 cm boyutlarında bir tablet bulundu. Bu tablet okunduğunda bunun bir “Çiftçi Elkitabı” olduğu görüldü. Aslında aynı konuya ait daha önce sekiz tablet parçası bulunmuşsa da kırık olmalarından dolayı ne oldukları anlaşılamamıştı. Bu kitapta, suların tarlalardan çekilmeye başladığı Mayıs-Haziran aylarından başlayarak ikinci senenin aynı aylarına kadar olan süredeki tarım işlerini anlatılmaktadır.

Çiftçinin el kitabı, “vaktiyle çiftçi oğluna şu uyarılarda bulundu” satırlarıyla başlamaktadır. Satırlar, suyun tarlada çok yükselmemesine dikkat edilmesi, ıslak toprağın korunması için hayvanların girmesinin önlenmesi, tarlanın yaban otlarından temizlenmesi ve etrafının çitle çevrilmesi önerileri ile devam etmektedir. İlgili satırlar şöyledir:

Vaktiyle çiftçi oğluna şu uyarılarda bulundu: Eğer sen tarlanın ekilmesi hakkında bir şey istiyorsan sulama işine başlarken dikkat et, tarlada su yukarı çıkmasın. Suyunu boşaltmak istersen yaş toprağı akşama kadar bırak; ona öküzü bastırtma, oraya iskan edilmiş bir yer gibi itina et, kimseye ayak bastırtma. Onun her biri yarım kilonun üçte ikisinden ağır olmayan dar, on balta ile temizlemeli, yabani otları elle koparmalı, toplamalı, bağlamalı, onların oyuklukları aletle altüst edilmeli ve kaplanmalıdır. Tarlanın dört bir tarafı çitle çevrilmeli, tarla yaz güneşinde kuruyacağından eşit parçalara bölünmeli, aletlerimiz çalışmalıdır. Boyunduruk sağlam yapılmalı, yeni kamçımız çiviyle çakılmalıdır. Eskimiş kamçılar, işçi çocuklara tamir ettirilmelidir.

Bu tavsiyelerden sonra artık sabanlama ve tohum ekme zamanı gelmiştir. Bu iki iş aynı zamanda başlar. Bu işlem için saban bir huni vasıtasıyla içinde tohumlar bulunan bir kapla birleştirilmiştir. Saban toprağı kazdıkça bu huniden tohumlar toprağa inmektedir. Tarla yaklaşık olarak yirmi adım uzunluğunda parçalar halinde olmak üzere sekiz yol halinde bölünmelidir. Tohumların aynı derinliğe gömülmüş olması da önemlidir. İlgili satırlar şöyledir:

Sen çiftçi, o adam dikkat et ki tohumları hep aynı seviyeye, yani iki parmak derinliğe koyasın. Eğer tohumlar düşmezse sabanın dili bastırılmalıdır.
Kim tarlaya ufki yollar açmışsa bu defa sabanı dikey olarak gezdirmeli ve öyle yollar açmalı; önce dikey olarak iz yapılmışsa ikinci defada ufki yollar açılmalıdır. Ekilmeyi takip eden günlerde filizlerin çıkmasına engel olmaması için oyuklarda bulunan büyük toprak parçaları temizlenmelidir.

Filizler çıkmaya başladığında ise şöyle denmekte:

Ey çiftçi, tarla faresi ve böcekleri ilahi olan ninkilim’e dua et, kuşları ürküt.

Bundan sonra tarlanın sulama zamanı belirleniyor. Ürün alınıncaya kadar dört defa sulanmaktadır. Birinci sulama filizlerin biraz büyüdüğü zaman olmaktadır. Sulama yapılmadan önce suyun toprağa işlemesi için çukurların alt kısmının doldurulması gerekmektedir. İkinci sulama zamanı ise tabletteki yazılış şekliyle “ bir gemiyi bir hasır örttüğü gibi” yani ürün tarlayı kaplayacak kadar sık büyüdüğü zamandır. Üçüncü sulama zamanı ise “karal nebatı gibi olduğu” yani büyük olduğu zamandır. Islak toprağın kırmızı olması “samanu” hastalığının işaretidir. Bu, ürün için çok tehlikelidir. Eğer ürün iyi giderse artık dördüncü sulama zamanı gelmiştir. Bundan sonra da ürün on misli olarak alınır. Ürün alma zamanı gelmiştir. Çiftçi, ürün ağırlaşıncaya kadar beklemeden, onların tam kuvvetli olduğu zaman hemen biçmeye başlamalıdır. Ürünün biçilmesinde üç adam takım halinde çalışmaktadır. Biri orakçı, diğeri demet bağlayıcıdır, fakat üçüncüsünün ne iş yaptığı anlaşılamamaktadır.
Dip. Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

32

Tuesday, 15.09.2015, 22:20

SUMERLILERIN İLK HAVYAN FABLLARI (MANZUM ÖYKÜ) VE BİR ATASÖZÜ


Dünyadaki İlk hayvan fablları edebi türünün doğuşunun Ezop’un hikayelerine dayandığı söylenir. Fakat bunun bir kısmının ondan önce Sumerler’de bulunduğu artık belli olmuştur.
Hayvanlar Sumer bilgelik edebiyatında büyük rol oynamıştır. Edmund Gordon çeşitli hayvan türleriyle ilgili 64 farklı hayvan türünün yaşamıyla alakalı 295 atasözünün ve fablların parçalarını birleştirip, çevirilerini yapmıştır. Bunlardan bazılarını sizlere aşağıda aktaralım.

Ana sevgisi ile ilgili
“Dişi köpek şöyle dedi: (Eniklerim) ister açık kahve renkli, ister benekli olsunlar yavrularımı severim.”

Tilki ile ilgili
1.Tilki yaban öküzünün toynağına basıp, “Acımadı mı? demiş.
2.Tilki kendi evini yapamamış, böylece fethetmek üzere arkadaşının evine gitmiş.
3.Tilki dişlerini gıcırdatır, ama başı titrer.

Köpek açgözlülüğü ile ilgili
1.Eşek ırmakta yüzüyormuş, köpek de ona sıkı sıkı tutunmuş şöyle diyormuş: “Kıyıya çıkar çıkmaz onu yiyeceğim.”
2.Köpek bir ziyafete gitmiş, ama orada bulunan kemiklere baktıktan sonra şöyle diyerek uzaklaşmış: “Şimdi gideceğim yerde bundan daha iyi yiyecek bulurum.”

Diğer Sumer fablında kullanılan bir motif, tilkiyle ilgili olarak değil ama “Fareler ve Gelincikler” fablında daha sonra ise Ezop’ta işlenmiştir
Tanrı Enlil’den yaban öküzünün boynuzlarını dileyen tilkiye öküzün boynuzları takıldı. Ama rüzgar esip, yağmur yağınca inine giremedi. Gecenin sonuna doğru, soğuk kuzey rüzgarı, fırtına bulutları ve yağmurdan sırılsıklam (?) olunca şöyle dedi: “Gün ışır ışımaz .. (ne yazık ki metnin devamı kırık)

Firavunfaresi ile ilgili: Bugün olduğu gibi eski zamanlarda da fareyi yakalamak için kediler evcilleştiriliyorlardı. Avının üstüne atlamadan önce sabırla ve sessizce yaklaşan kedinin tersine, firavunfareleri avının üstüne doğrudan saldırması, yiyecek çalması Sumerleri etkilemiştir. İşte örnekler.
1.Düşünceleri için – kedi
Eylemleri için – firavunfaresi
2.Eğer ortalıkta yiyecek varsa, firavunfaresi yer bitirir.
Bana bir parça bırakırsa, onu da yabancı gelir yer.

Aslan ile ilgili
1.Ey aslan, sık “çalılık” senin dostundur.
2.Çalılıkta , onu tanıyan insanı yemez aslan.
3.Aslan ağıla geldiği zaman, köpek eğrılmiş yünden tasma takarmış

Aslan her zaman galip gelmez, çaresiz dişi keçinin yaltaklanmalarına bile yenilebilir. İşte örnek:
Aslan çaresiz bir dişi keçi yakalamıştı. “Bırak beni gideyim, (dedi dişi keçi) sana arkadaşlarımdan birini, bir koyun veririm.” “Seni bırakacaksam, (önce) adını söyle” (dedi aslan). (O zaman) dişi keçi aslana şöyle dedi: “Adımı biliyor musun? Benim adım “Sen akıllısın!” (Böylece,) ağıla vardıklarında aslan kükredi : “Şimdi ağıla geldim, seni serbest bırakacağım!” (O zaman) (çitin) öteki tarafından keçi şöyle dedi: “İşte beni bıraktın! (Gerçekten) akıllılık mı ettin? (Sana söz verdiğim) koyunu (vermeyi ) bırak, ben bile buralarda durmam!”

Eşek ile ilgili:
1.Eşek kendi yatağını yer.
2.Eşeğin yazgısı hızlı koşmak değil anırmak!
3.Onu bir yük eşeği gibi zorla vebadan kırılan bir kente götürmek lazım

Örnekler aslında daha fazla ama bir fikir vermesi açısından sizlere yukarıda bazılarını aktardım. Şimdi size son olarak toplumsal bilgi veren bir Sumer atasözünü aktaralım. Bunun çocuk yaştaki evliliklere ait bir eleştiri olduğu konusundan Sumerologlar fikir birliğine varmışlardır.

İşte çocuk yaştaki evlilikler ile ilgili Sumer atasözü :
EŞEĞİN YAPTIĞI GİBİ ÜÇ YAŞINDAKİ BİR KIZLA EVLENMEYECEĞİM


Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

33

Monday, 21.09.2015, 00:45

SÜMERLER – DÜNYA TARİHİNİN BİLİNEN İLK NİNNİSİ



Kadim Yakın Dogu'dan türünün bilinen tek örnegi olan bu eşsiz yapıt, olasılıkla ogullarından birinin hastalıgı nedeniyle endişelenip, üzüntü çeken Şulgi'nin karısının agzından yazılmış bir şarkıdan oluşur. Genelde bütün ninnilerde oldugu gibi, annenin şarkısının büyük bölümü dogrudan çocuga söylenmiştir, ama korunmuş pasajlardan bazılarında çocugundan üçüncü kişi olarak söz eder, bir pasajda da anne kişileştirilen Uyku'yla konuşur. Çevirisi ve yorumundaki güçlüklere ve zaman zaman oldukça anlaşılmaz hale gelmesine karşın bu yapıtın içerigini şöyle toparlayabiliriz: şiir, annenin oglunun büyüyüp, güçlü olacagı konusunda kendini avutmak ister gibi söyledigi istek ve özlem dolu bir ururu şarkısıyla (belki bir sevinç şarkısı) başlar.
şır.
U-a a-u-a Ururu şarkımda
-büyüsün Unıru şarkımda
- kocaman olsun,
-İrina ağacı gibi sağlam kök salsın,
Şakir bitkisi gibi boy atsın.
Sonra uykusunun gelecegini söyleyerek oglunu rahatlatmaya çalıR.
Efendi (belki Uyku) .... ,
Irmak kenarında sıralanmış, tomurcuklanan elma ağaçlarının arasında, O (Uyku?) . .'nun üzerine elini uzatacak, Yatanın üzerinde elini tutacak, Oğlum, uyku seni aldı alacak, Uyku seni bastırdı bastıracak.
Uykudan söz eden anne, şimdi doğnıdan uykuya, oğlunun uykusuz gözlerini kapatması ve anlaşılmaz sesler çıkarıp uyumasını engelleyen dilini susturması için seslenir.
Gel, Uyku, gel Uyku,
Oğlumun olduğu yere gel,
Çabuk (?) oğlumun olduğu yere gel Uyku,
Uykusuz gözlerine uyku ver,
SüRMeli gözlerine elini koy,
Dışarıdaki diline gelince,
Durmayan dilinin uykusunu engellemesine izin verme.
Sonra yine hasta oğluna döner ve Uyku onun kucağım kırmızı buğdayla doldunınca, Şulgi'nirı oğlunu iyileştirecek küçük tatlı peynirlerin yanı sıra bahçesinden bol sulu marullar bulacağına söz verir:
O (Uyku) kucağını kırmızı buğdayla dolduracak,
Ben -ben senin için küçük peynir tatlısı yapacağım,
insana şifa veren küçük peynirlerden,
insana şifa verirler,
Ah, efendinin oğlu,
Ah efendi Şulgi'nin oğlu!
Bahçem bol sulu ınaruldur,
Gakkul marullan iyi yetişmiştir(?),
O marulları yesin efendi.
Bundan sonra ururu şarkısına dönüp, oğluna seven bir eş ve neşeli bir dadı tarafından bakılan sevgili bir oğul vereceğini. söyler
URURU şarkımda -ona bir eş vereceğim,
Bir eş vereceğim ona, bir oğul vereceğim,
Yüreğe neşe saçan dadı onunla konuşacak,
Yüreğe neşe saçan dadı onu emzirecek.
Ben - ben oğluma bir eş alacağım,
Çok tatlı bir oğul doğuracak ona,
Yanan kucağında yatacak karısı,
Açılmış kollarında yatacak oğlu,
Karısı onunla mutlu olacak,
Oğlu onunla mutlu olacak,
Onun kucağında sevinecek genç karısı,
Onun tatlı dizinde büyüyecek oğlu.
Bununla birlikte, oğlunun hastalığı için duyduğu endişe şimdi bütün benliğini kaplamıştır ve doğrudan oğluna seslendiği bu pasajda, sıkıntılar içindeki imgeleminde onun öldüğünü, ağlayıcıların yasını tuttuklarım ve böceklerin her yanını kapladığını düşünür:
Sen acılar içindesin,
Ben endişeler içinde,
Elim kolum bağlı,
yıldızlara bakanın,
Yeni ayın şavkı yüzüme vurur;
Kemiklerin duvara dizilecek,
"Duvarın adamı" senin için göz yaşı dökecek,
Ağıtçılar senin için lirlerine vuracaklar,
Gekolar senin için yanaklarım paralayacaklar,
Sinekler senin için sakallarını yolacaklar,
Kertenkeleler senin için dillerini ısıracaklar (?),
Acı çekenler, hep senin için çekecekler,
Acı saçanlar, hep senin saçacaklar.
Yine uykudan söz edilen hasarlı bir pasajın ardından, anne, oğlunun bir eşi ve oğlu, bol tahılı, iyi bir meleği ve mutlu, neşeli bir saltanatı olması için dua eder.
Karın desteğin olsun,
Oğlun kısmetin olsun,
Ayıklanan arpa gelinin olsun,
KUSU tanrıçası Aşnan yanında olsun,
Güzel sözlü koruyucu bir meleğin olsun,
Mutlu günlerin saltanatına erişesin,
Şölenler yüzünü ağartsın.
Şiirin kalanı oldukça bölük pörçük ve belirsiz, ancak sonuna doğru olasılıkla anne bir kez daha oğluna, geleceğin kralına seslenir ve gözü korkutulmazsa onu parçalara ayıracak bir köpek olan düşmanı engellemesi için Ur ve Uruk kentlerini desteklemesini öğütler,annenin oğluna duyduğu güçlü sevgi, bir oğulun annesine duyduğu sevgi dolu hayranlıkta karşılığını bulur; annesini çok seven, ona aşırı düşkün olan Ludingirra adlı bir oğulun gönderdiği bir mesaj biçiminde yazılmış oldukça sıradışı bir yapıttır bu. Luclingirra annesini, abartılı, şiirsel benzetmeler ve eğretilemeler kullanarak ideal kadın ol;ırak canlandırır: güzel, ışıltılı, çalışkan, üretken, cana yakın, neşeli, tatlı kokuludur. Bu şiirin metni, Üniversite Müzesi'ndeki eski asistanlarımdan biri olan Miguel Civil tarafından önce bir araya getirilmiş, sonra da (1964 yılında) kusursuz bir çevirisi yapılmıştır. 1967 yılında, Sorbonne profesörlerinden Jean Nougayrol, Ugarit kazılarında bulunmuş ve Sümercenin yanı sıra Akadca ve Hititçe çevirilerinin de yer aldığı bu belge metninin tamamını içeren büyük bir tablet parçası yayımladı. Nougayrol'ın özenli ve titiz çalışmasının metnin anlaşılmasında büyük yararları olmuştur
DERLEME;AKCAN MİR KAYNAK;S.Kramer, Tarih Sumer’de Başlar

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

34

Monday, 21.09.2015, 21:06

SÜMERLER..lLK "EYÜP"
29 Aralık l 954'de Society of Biblical Literature'da düzenlenen bir konferansta "lnsan ve Tanrısı: Eyüp Temasının Sümer Uyarlaması" başlıklı bir bildirimi okumuştum. Bu bildiri yaklaşık 135 dizelik bir Sümer şiirsel denemesine dayanıyordu. Metin, Pennsylvania Üniversitesi'nin bugünkü Bagdat'ın yüz mil kadar güneyindeki Nippur'da yaptıgı ilk kazılardan çıkarılan altı tablet ve parçanın birleştirilmesiyle oluşturulmuştu. Şimdi bunlardan dördü Philadelphia Üniversite Müzesi'nde, ikisi de İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi'nde bulunmaktadır. Söz konusu konferansı verdigim tarihte, bu altı parçadan yalnızca Üniversite Müzesi'nde bulunan ikisi yayımlanmıştı ve dolayısıyla şiirin metni büyük ölçüde bilinmiyordu ve anlaşılamamıştı. 1951-52 yılında Fulbright Araştırma Profesörü olarak Istanbul'da bulundugum sırada, Eski Şark Eserleri Müzesi'ndeki şiire ait iki parçayı saptayıp, kopyaladım. Philadelphia'ya döndükten sonra, müzenin Mezopotamya bölümünde araştırma görevlisi olan Edmund Gordon'un yardımıyla iki parçayı daha belirledim. Yayımlamak üzere şiirin çevirisi üzerinde çalıştıgımız sırada, Istanbul'daki iki parçanın Philadelphia'daki dört parçayla birleştigi fark ettik - yani, bunlar gerçekten de aynı tabletin parçalarıydı, ama ya kadim devirlerde ya da kazılar sırasında parçalanmışlar ve biri' Marmara denizinin digeri Schuylkill ırmagının ya
nında bulunan iki uzak müzeye savrulmuşlardı. Neyse ki 1954 yılında Bollingen bursuyla lstanbul'a gidince, bu uzak mesafeli parçaların "birleşme"lerini gerçekleştirebildim. Bu yeni okyanusaşırı belirlemeler ve "birleştirmeler" şiir metninin büyük bölümünü bir araya getirmemi ve çevirmemi olanaklı kıldı. Böylece bunun, Eski Ahit'in Eyüp Kitabı'yla dünya edebiyatında ve dinsel düşüncesinde ün kazanmış tema, insanın acı çekmesi ve boyun eğmesi üzerine yazılmış ilk deneme olduğu ortaya çıktı. Sümer şiiri, konu genişliği, anlayış derinliği ve anlatım güzelliği açısından hiçbir biçimde ikincisiyle karşılaştırılamaz. Onun ana önemi, çok eski, ama hala güncel bir sorun olan insanın acı çekmesiyle ilgili olarak insanın ilk yazıya dökme girişimi olmasında yatar. Sümer denememizin bulunduğu bütün tabletler ve parçalar Eyüp Kitabı'nın derlenmesinden en az binyıl önce yazılmışlardır. Şairimizin ana tezi, acı çekilen ve zorlu sıkıntılar yaşanan zamanlarda, ne kadar haksız gelirse gelsin, kurbanın izleyeceği tek geçerli ve etkin yol dunnadan tanrısını övmek ve tanrı lütufkar kulağını onun yakarışlarına kabartıncaya kadar, onun önünde ağlayıp sızlamaktır. Söz konusu tanrı acı çekenin "kişisel" tanrısıdır; yani, Sümer inanışına göre, tanrılar meclisinde insanın temsilcisi ve aracısı olarak hareket eden ilahtır. Tezini kanıtlamak için, şairimiz felsefi spekülasyonlara ve tanrıbilimsel tartışmalara başvurmaz; onun yerine, tipik Sümer pratikliğiyle, bir olay aktarır. lşte bir zamanlar, elbette adı verilmeyen, varsıl, bilge ve dürüst, en azından görünüşte böyle, çevresindeki dost ve akrabalarıyla mutlu yaşayan bir adam vardır. Günlerden bir gün hastalık ve acının pençesine düşer. Tanrısal düzene karşı gelip, küfür mü eder? Asla' Gözyaşları ve feryat figan içinde alçakgönüllülükle tanrısının önünde diz çöker ve dualarla, yakarışlarla yüreğini ona açar. Sonuçta tanrı bundan çok memnun olur ve merhamete gelir; yakarışlarına kulak verir, onu felaketlerden kurtarır ve acılarını sevince dönüştürür. Yapısal olarak, şiir şimdilik dört bölüme ayrılabilir. Önce insanın tanrısını övmesini ve yüceltmesini, ağlayıp sızlamalarıyla onu yatıştırmasını öğütleyen kısa bir giriş bölümü gelir. Bundan sonra şair hastalık ve talihsizliğe uğrayan adsız kişinin gözyaşları ve yakarışlarla tanrısıyla konuşmasını anlatır. Bunu şiirin büyük bölümünü oluşturan, acı çekenin yalvarışları izler; bu bölüm dostlarının ona düşman gibi davrandıklarını anlatmasıyla başlar; akrabalarına ve profesyonel şarkıcılara kendisi gibi yapmalarını etkin bir dille rica ettiği, acı yazgısına yaktığı bir ağıtla devam eder ve suçlarını itiraf edip, yardım edilmesi ve kurtuluşu için yakarmasıyla sona erer. Sonunda, şairin, adamın yakarışlarının kulak ardı edilmediğini ve tanrısının dualarını kabul edip onu üzüntülerinden kurtardığını söylediği "mutlu son" gelir. Bunu tanrısının daha çok yüceltilmesi izler. Şiirin yapısı ve niteliğini göstermek için en anlaşılabilir bölümlerinden bazılarını buraya alıntıladık. Okur Sümercenin tam anlamıyla çözülmediğini ve çevirilerin zaman içinde değiştirilip, geliştirileceğini aklından çıkarmamalıdır. lşte kendi sözcükleriyle acı çeken kişinin yakarışları:
Anlayışlı bir insanım ben, oysa bana saygı duyan kaybediyor, Doğru sözüm yalana dönüştürüldü, Hilebaz adam beni Güney Rüzgan'yla örttü, onun hizmetine girmeye zorlandım, Bana saygı duymayan, beni senin önünde utandırdı.
"Her zaman bana yeni azaplar verdin, Eve girdim, ruhum ağır,
Ben, insan, sokaklara çıktım, yüreğim daralmış, Yiğit, dürüst çobanım bana kızgın, düşmanca süzdü beni.
"Düşmanı olmadığım çobanım bana karşı kötü güçler kullandı, Yoldaşım bana tek bir doğru söz söylemiyor, Arkadaşım doğru sözümü yalanlıyor, Hilebaz adam bana tuzak kurdu, Ye sen, tannm, ona engel olmadın. ...
"Bilge olan ben, niye cahil gençlerle kuşatıldım? Anlayışlı olan ben, niye cahiller arasında sayıldım? Her yer yiyecek dolu, benim aşımsa açlık, Herkese payının dağıtıldığı gün, benim payıma acı çekmek düştü.
'Tannın, senin önünde (duracağım), Seninle konuşacağım, ...., sözlerim iniltidir, Sana şundan söz edeceğim, yolumun acılığından yakınacağım, ... kanşıklığına (yanacağım).
"İşte, beni doğuran anama senin önündeki ağıtımı bitirtme. Kız kardeşime mutlu şarkılar söylettirme. Senin önünde gözyaşları dökerek benim talihsizliklerimi anlatsın, Karım kederle benim acılanmı dillendirsin, Usta şarkıcı benim acı yazgıma ağıt yaksın.
"Tanrım, gün bütün ülkeye ışık saçıyor, benim için gün karadır. Parıldayan gün, güzel gün .. tıpkı ... Gözyaşları, keder, endişe ve sıkıntı içimi mesken tutmuş, Yalnızca gözyaşı dökmek için seçilmiş biri gibi acılara boğuldum, Kötü yazgının avucuna düştüm, yaşam soluğ\.lmu çalıyor, Uğursuz hastalık gövdemi sanyor. ...
'Tanrım, beni var eden babam, yüzümü yerden kaldır. Masum bir inek gibi, merhametle ... inilti,
Daha ne kadar yüzüstü bırakacaksın, korumasız bırakacaksın beni? ... ., bir öküz gibi, Daha ne kadar kılavuzsuz bırakacaksın beni?
"Onlar -yiğit bilgeler- pek doğru ve yerinde olarak şöyle derler: 'Hiçbir çocuk anasından günahsız olarak doğmaz, .... eskiden beri masum bir genç var olmadı.' "
Adamın duaları ve yakarışlarından sonra "mutlu son" gelir:
Adamın tanrısı gözyaşlarına ve sızlanmalarına kulak verdi, Genç adamın yanıp yakılmaları tanrısının yüreğini yumuşattı. Dile getirdiği erdemli sözleri, saf sözleri tanrısı kabul etti. Adamın dualarla ettiği itiraflar, Memnun etti ...., tanrısının insan doğasını ve tanrısı kötü sözlerden elini çekti, Yüreği daraltan .. , kucaklar .... , Geniş kanatlarını açmış her yanı saran hastalık-cinini def etti. Onu .... gibi yakalamış (illeti) yok etti, Kendi kararıyla biçilmiş kötü yazgısını bozdu, Adamın acılarını sevince dönüştürdü, Gözetleyici ve koruyucu olarak yanına iyilik perileri yerleştirdi, Şirin görünüşlü .. melekler verdi ona.
Şimdi, yüce olandan sıradana, Pazar ayininden Pazartesinin günlük işlerine, şiirsel dualardan düzyazı atasözlerine dönüyoruz. Atasözleri bir halkın sırlarını açığa vurur, çünkü atasözleri daha şiirsel edebi eserlerin örtme eğiliminde olduğu insanın günlük tavırlarının ardındaki tipik davranışlarını, temel dürtülerini ve güdülerini ortaya çıkarır. Şu anda, öncelikle Edmund Gordon'un çabalarıyla, yüzlerce Sümer atasözü onarım ve çeviri aşamasındadır; 16. Bölüm'de bunlardan bazılarını sunuyoruz.
TARIH SUMER'DE BAŞLAR SAMUEL NOAH KRAMER
S.145-149
DERLEME ;AKCAN MİR....

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

35

Tuesday, 22.09.2015, 02:15



Sümer zamanı Lagaş kralı Eannatum’a ait bir stel ve buradaki çivi yazısı örneği

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

36

Sunday, 27.09.2015, 02:43




Sümerlerde Koruyucu Tanrılar Topluluğu Anunnalar
Anunnalar bir tanrılar topluluğu olup, Eridu kentinin 50 tanrısı olarak geçer. Sümer Medeniyetinde III. Ur Devri’nde koruyucu ve arabulucu tanrılar olarak görülür. Gudea isimli Sumer kralı onları Lagaş şehrindeki E.ninnu tapınağına yerleştirdiğini anlatır. Enuma-eliş mitinde bunların Marduk için Babil kentini inşa ettikleri görülür. Dünya yaratılmadan önce bunlar büyük ızdıraplar çekmişlerdir. Onlar sürekli aç kaldıklarından çayırları yemek zorunda kalmışlardır. Bunlar önce şiddetli bir yıkıma katılmışlar, sonra da Gılgamış destanına göre Tufan’da tövbekar olmuşlardır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

37

Sunday, 27.09.2015, 02:50



Sümer Mitolojisinde Yaratılan İlk İnsan : Adapa
Adapa, Adamu, Mezopotamya mitolojisinde yaratılmış ilk insandır. Adapa Sümer 'in krallar listesinde ulusun ilk lideri olarak geçer. Farklı biçimlerinde Oanes veAlulim olarak da anıldığı olmuştur. Akadca 'da ismi adam, erkek insan anlamına gelir. Âdem ile ilişkilendirilebilir.
Adapa antik Eidug şehrinin kralıydı. Enki tarafından yaratıldığına inanılırdı, bir bakıma Enki'nin oğlu olarak düşünülmüştür. Yarı faniydi ama ölümsüzlerin kuvvetine sahipti. Evrenin tüm bilgisinin üçte birine sahip olduğu, bu bilginin ona Enki tarafından öğretildiğine inanılırdı. İnsanlığa dili öğretenin Adapa olduğuna inanılır. Kral olarak görevlerinin yanı sıra bir rahip ve üfürükçüydü. Öldükten sonra apkallu`dan biri olmuştur.
Adapa mitinin öyküsü
Mite göre Adapa tanrısal soydan gelen bir fanidir. Balıkçı teknesini devirdiği gerekçesiyle Güney Rüzgârı'nın kanatlarını kırınca cennetin ve tanrıların tanrısı olan Anu'nun önünde hesaba çekilmesi gerekir. Adapanın koruyucu tanrısı olan Enki, cennetteyken yeyip içmemesi gerektiği konusunda onu uyarır. Bu aslında bir aldatmadır, böylece Adapa'nın ölümsüz olma şansını elinden almıştır. Bu mite göre ise insanların ölümlü oluşu Adapa'nın aptallığından kaynaklıdır. Enki (Ea), oğluna bilgelik vermiş, ama ölümsüz yaşamı vermemiştir. Bir gün Adapa'nın önüne ölümsüzlüğü elde etme şansı çıkar, ancak Adapa reddeder. Tanrı Anum'un huzuruna çağrılır. Ea, önceden ona orada ölüm için yiyecek ve içecek verileceğini, onlardan tatmamasını haber verir. Hüküm verileceği gün, öteki tanrılar onu tutarlar ve yumuşayan Anum, ölümsüzlük yiyecek ve içeceğini getirtir. Adapa bunları da almak istemez. Anum, şaşırıp nedenini sorar. Adapa şöyle yanıtlar: "Bir başkası yemeyeceksin, içmeyeceksin, dedi". Anum, buna bakıp Adapa'nın yeryüzüne atılmasını emreder.
Günümüz inançlarına etkiler
Yahudilerin babil sürgünü sırasında Yahudi bilginleri tarafından diğer mitolojik unsurlarla birlikte kültürel hafızaya alınan Adapa öyküsü ilk insan ve insanlığın atası olarak Tevrat'ın yazımı sırasında tevrat anlatımlarına (genesis) konu edilmiş, kültürel miras olarak Ortadoğu din ve inanışlarına aktarılmıştır. Diğer Sümer yaratılış efsanelerindeki temalarla birlikte Adapa kaynaklı olabilecek unsurlar; Adem (Adam) ismi, sonsuz yaşam sürülen cennette yaşamaktayken yasak meyvelerden yeme ile bağlantılı bir şekilde tanrı tarafından hesaba çekilme ve cennetten atılma, her şeyin isminin (bilgisinin) kendisine öğretilmiş olması, kendisinin ilk insan olmakla birlikte ilk rahip (ibrahimi dinlerde ilk peygamber) oluşu, cennetten medeniyete ait sanat veya bilgileri getirmesi ve benzerleridir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

38

Sunday, 27.09.2015, 02:52



Sümer Mitolojisi'nde Enkidu ve Ereşkigal

Enkidu Sumer mitolojisinde “Güzel yerin efendisi” anlamına gelir. Gılgamış ve Huwawa, Gılgamış, Enkidu ve Yeraltı Dünyası mitlerinde Gılgamış’ın ulağıdır. Mezopotamya mitolojisinde en büyük entrikacılardan biridir. Vücudu kaba tüylerle kaplıdır. Ceylanlarla birlikte ot yer, hayvanlarla yakın dostluğu bulunur. Gılgamışla yüz yüze görüşür ve onunla fikir ayrılığına düşer. Sonrasında birbirleriyle dost olurlar ve dostlukları destana dönüşür.
Ereşkigal
Sumer yeraltı dünyası tanrıçası “büyük yerin beyi” anlamına gelir. Sumer kurban listelerinde ve III. Ur Devrine ait tapınak sunularında bilinir. Bu tanrıçaya adanmış dua ve ilahiler azdır. Bir kaç mitolojide önemli rol oynar. Mitolojiye göre dünyanın yaratılmasından sonra yeraltı ruhlar aleminmde bulunuyordu. İnanna’nın yeraltı dünyasına inişi mitinde tanrıçanın kız kardeşi ve kader arkadaşıdır. Eski Babil Devri’nde Nergal’in karısı olarak görülür. Nergal ve Ereşkigal miti Orta Babil (Amarna) ve Yeni Asur Devrine ait (Sultantepe) tabletlerde geçer.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

39

Sunday, 27.09.2015, 02:55



Sümer Mitolojisinde Aslan Başlı Kartal Anzu

Anzu, Mezopotamya mitolojisi ve ikonografisinde aslan başlı kartal şeklinde bir yaratıktır. Sumer mitolojisinde IM.DUGUD.MUŞEN yada anzu olarak yazılırdı. Mezopotamya sanatında erken dönemlerden itibaren farklı hayvanlarla birlikte görülür. Aslan başlı kartal Eski Sumer Dönemi’nde farklı sanat eserleri üzerinde bulunur ve her biri kavgacı olarak fakat merkezi figürde iki adet yabani hayvanın yerine konularak koruyucu görev üstlenirdi. Anzu Eski Sumer Devri şahıs adlarında geçer. Louvre Müzesinde bulanan meşhur Akbabalar Sitelinde Ningirsu elinde bu kuşun bir heykelini tutmakta ve Gudea kitabesinde onun yarattığı heykellerle E.ninnu tapınağını dekore ettiğini söyler. Anzu Lugalbanda ve Enmerkar destanında akik taşı dağlarının tepesinde yuva yapmış olarak geçer. Anzu’nun yabani boğaları akşam yemeği için yakaladığı da destanlarda anlatılmaktadır. Ninurta’nın Eridu’ya yolculuğu destanında görülür. Orada tanrı genç Anzu ile Abzu’ya ulaşır ve dostluğunu sunar. Bazı kaynaklarda Anzu’nun şeytan görünümü hâkimdir. Anzu tanrı banyo yaparken kader tabletlerini satarak Enlil’in güvenine ihanet
etmiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

40

Sunday, 27.09.2015, 02:58




Anu'nun oğlu Annunaki'yi betimleyen bir Antik Sümer mührü.

Gökyüzü ve Cennetin Tanrısı Anu (An)
Sümer mitolojisinde ve daha sonra Asur ve Babil mitolojilerinde, Anu (aynı zamandsa An) gökyüzü tanrısı, cennetin tanrısı, takımyıldızların efendisi, tanrıların kralı olarak adlandırılır ve göksel katmanların en üstünde oturur. Suç işleyenleri yargılayacak güce sahip olduğuna ve kötülüklei yok etmek için asker olarak yıldızlar yarattığına inanılırdı. Anunnakunun (aynı zamanda Anunnaki olarakda anılır) babasıdır. Sanat eserlerinde bazen çakal olarak resmedilir. Çoğu zaman onun simgesi olarak kullanılan taç bir çift sığır ya da boğa boynuzu ile resmedilir.
Mezopotamya tanrı panteonundaki en eski tanrıdır ve üç büyük tanrı olan gökyüzü tanrısı Enlil ile su tanrısı Enki ile beraber üçlemenin bir parçasıdır. Sümer’in kral Sargon tarafından Akkadlılar tarafından işgal edilmesinden sonra Akkadlılar tarafından Anu olarak adlandırılmıştır. Üç büyük tanrıdan oluşan üçlemenin ilk figürü olamsına dayanarak, Anu tanrıların ilk kralı ve babası olarak saygı görmüştür. Anu görünür bir şekilde Uruk ile özdeşleşmiştir. Bu şehrin Anu kültünün orijinal merkezi olduğuna inanmamız için çok geçerli sebepler vardır. Bu doğruysa, Uruk tanrıçası İnanna (ya da İştar) bir zamanlar onun eşi olmuş olabilir.
İsminin kökeni

An ismine referans olabilecek en eski yazın Hindistan’ın klasik yazın dili olan Sanskritçededir. Sanskritçede Anu, atom ve molekül kelimelerinide içeren pek çok anlama gelir. Sümer mitolojisinde bir tanrının isminede karşılık gelmektedir. Bu tanrının ismi “yüksek olan” anlamına gelir ve dünyanın üzerindeki atmosferik katmanların tanrısıdır—fırtına tanrısı Adad gibi. Hammurabiden önceki eski Babil döneminde, Anu göklerin tanrısı olarak adlandırılıyordu ve bu sebepten onun adı gök ile eş anlamlı hale geldi. Bazı durumlarda Anu kelimesinin gök anlamınamı yoksa tanrı anlamınamı geldiği belirsizdir. Bu durumdanda anlaşılabileceği gibi evrende gözlemlenen ilahi güçleri üçlü sembol ile gök, toprak ve su olarak üçleme yapmak üçüncü binyıldan önceki düşünce şeklinin bir sonucudur. Anu göklerin, Bel (Marduk) toprağın ve Ea da suyun kontrolünü elinde tutan tanrılar olarak ortaya çıkmıştır.

Benzer konular