EBÛ'L- KÂSIM DÖNEMİ
Süleymanşâh'ın ölümünden sonra, özellikle Anadolu'nun bazı kesiminde, Marmara
Denizi ve Adalar Denizi bölgesinde vuku bulan olaylar hakkında hemen hemen bütün
bilgimizi Bizans tarihçisi Anna Komnena'ya borçlu bulunmaktayız. Onun eseri bilhassa
kronolojik bakımdan çok karışık olmasına rağmen, Türkiye tarihinin aşağı-yukarı kırk yıllık
bir kısmı (1080-1118 ) için tek kaynak olmak vasfını taşımaktadır.
Süleymanşâh 1084 yılı Aralık ayı içinde Antakya'yı feth için yola çıkarken İznik ve
civarını Ebû’l-Kâsım adında bir Türk beyine bırakmıştı. Antakya’nın zabtı sırasında
Karategin adında bir Türk beyi Karadeniz kıyısında Sinob'u zabtetti (1085 başı). Burada
bulunan altın ile büyükçe bir imparatorluk hazinesi bu Türk beyinin eline geçti. Ancak
Süleymanşâh'ın Tutuş karşısında mağlub olarak intihar etmesinden sonra bu durumdan
istifade eden imparator Aleksios'un Türkler'in eline geçmiş olan Karadeniz kenarındaki sahil
şehirlerini geri almağa muvaffak olduğu anlaşılıyor, imparator Aleksios, Sultan Melikşah'ın
gönderdiği Siaus (Çavuş veya belki de Siyavuş) şeklinde kayd olunan bir elçisini kandırarak
kendi tarafına çekmeğe muvaffak oldu. Nitekim Sinob'a giden Siaus, Melikşah'ın mektubunu
göstererek Karategin'i Sinop'u terk etmeğe ve ele geçirdiği hazineleri de İmparatorun
adamlarına bırakmağa kandırdı. Böylece Sinop tekrar Bizans'a teslim olundu. Ancak durum
her tarafta aynı değildi.
Süleyman-şah'ın ölüm haberi, onun çeşitli bölgelere tayin etmiş olduğu Türk beylerinin
bağımsız hareket etmelerine sebeb oldu. Bunlardan devletin merkezi olan İznik'i elinde
bulundurduğu için en nüfuzlusu olan Ebû’l-Kâsım rivayete göre kendisini sultan ilan ettiği gibi,
kardeşi Ebu'l-Gazi'ye de Kapadokya emirliğini bıraktı.
Becerikli ve gayet hırslı bir kimse olan Ebû’l-Kâsım bundan sonra Marmara
sahillerine akınlar yaparak bütün Bithynia'yı yağmalamaya başladı, imparator Aleksios bunun
üzerine evvelce Süleymanşâh'a uygulamış olduğu taktiğe müracaat ederek Türk akıncılarını
sahilden geri sürdü ve Ebû’l-Kâsım'ı barış istemeğe zorladı. Ancak Ebû’l-Kâsım anlaşma
görüşmelerini devamlı olarak uzatmakta olduğundan imparator nihayet İznik üzerine bir
kuvvet göndermeğe mecbur kaldı. Bu kuvvetin başına Türk asıllı Tatikios (Tetik ?)'u
geçirmişti. Ayrıca Sultan Melikşah'ın da İznik'i itaat altına almak üzere Emir Porsuk
kumandasında 50 bin kişilik bir kuvvet gönderdiği öğrenildi. Fakat Tatikios böyle bir
kuvvetle başa çıkamayacağını düşünerek neticede İstanbul'a çekilmek zorunda kaldı.
Ebû’l-Kâsım'ın bundan sonra da rahat durmadığı anlaşılıyor. Herhalde Porsuk,
kuvvetleriyle henüz uzakta bulunuyor veyahut Ebû’l-Kâsım onun gelişini başka bir şekilde
yorumluyordu. Ebû’l-Kâsım'ın bu kez de Marmara Denizi'nin güney sahilini ele geçirmek
istediği görülüyor. Nitekim o küçük bir donanma kurmayı tasarladı ve bu maksadla sahilde
bulunan Kios (Gemlik) şehrini zabt ederek burada gemiler yaptırmağa başladı. Ancak
Aleksios, bunun imparatorluk için yarattığı tehlikeyi kavrayarak derhal faaliyete geçti. Bütün
donanmasını Manuel Butumites emrine vererek Ebû'l-Kâsım’ın donanmasını yakmakla
görevlendirdi, karadan da büyükçe bir kuvvetle Tatikios Türkler'in üzerine sevk olundu. Her
iki kuvvetin de üzerine gönderilmesinden endişelenen
Ebû’l-Kâsım üstün Bizans donanmasına karşı koyamayacağını düşünerek Kios'dan
geri çekildi. M. Butumites süratle gelerek Ebû’l-Kâsım’ın herhalde henüz kızakta bulunan
gemilerini yaktı. Pek az sonra da Tatikios kara yolundan yetişerek mevzi aldı. Ebû’l-Kâsım'ın
çekildiği Halykat veya Kyparisson mevkiinde Bizanslılar ile Türkler arasında onbeş gün
süreyle ufak tefek çarpışmalardan başka büyükçe bir savaş yapılmadı. Neticede Tatikios
savaşa karar vermek zorunda kaldı. Savaş bir kısım Türk askerinin ölmesi, esir edilmesi, daha
çoğunun ise bütün eşya ve teçhizatını bırakarak kaçması ile neticelendi. Ebû’l-Kâsım güçlükle
İznik’e ulaşabildi. Bütün bu olayların oluş şekli ve tarihi hakkında kesin bilgilere sahib
değiliz. Ancak Bizans'daki başka olaylara bakarak Emir Porsuk'un gelişinin 1090 yılı
sonlarında olması çok muhtemeldir.
Şu halde 1090 yılı ortalarında Ebû’l-Kâsım Kios'da mağlub olduktan sonra İznik'e
çekilmişti. Ancak Emir Porsuk'un Anadolu içinde bağımsız davranan muhtelif Türk beylerini
itaata aldıktan sonra İznik'e yaklaşmakta olduğu bu sıralarda Aleksios, Ebû’l-Kâsım'a haber
göndererek onu İstanbul'a davet etti. Bizans İmparatoru anlaşıldığına göre İznik hâkimi Ebû’lKâsım'a
Porsuk'a karşı bir ittifak teklif ve bu münasebetle onu İstanbul'a davet etmişti. O bu
arada bir taraftan da Türkler'in elinde bulunan İzmit'i ele geçirmek istiyordu. Ebû’l-Kâsım
İstanbul'da gayet iyi karşılandı, hemen her gün kendisine ziyafetler veriliyor, hipodromda
şerefine at ve araba yarışları tertib olunuyor ve İstanbul'da ikamet müddeti birçok neden ile
uzatılmağa çalışılıyordu. İki taraf arasında barış ve ittifak görüşmeleri yapıldığı esnada,
imparator Aleksios donanma kumandanı Eustathios Kymineianus'u yapı malzemesi, mimarlar
ve işçileri yüklediği gemileriyle İzmit'e yolladı. Bunlar İzmit müstahkem mevkiini kontrol
altına alacak yeni bir kale inşa etmekle görevlendirilmişlerdi. Kalenin inşası bittikten sonra
Aleksios, Ebû’l-Kâsım'a pek çok hediyeler ve bir de "Sebastos" unvanı vererek onu İznik'e
uğurladı. Ebû’l-Kâsım olan biteni öğrendiği zaman kadere boyun eğmek zorunda kaldı.
Çünkü bu sırada Emîr Porsuk artık İznik önünde görünmüştü ve Ebû’l-Kâsım İmparatorun
yardımına muhtaçtı.
Emîr Porsuk İznik'i üç ay muhasara etti. İmpatarator’un hareket şekline ve
hilekârlığına çok içerlemiş bulunan Ebû’l-Kâsım bu müddet içinde kendi imkânları ile
Porsuk'un kuvvetlerine karşı İznik'i korudu. Ancak sonunda yardım istemek için İmparator'a
başvurmak zorunda kaldı. Bizans imparatoru bu sırada Peçenekler’e karşı büyük bir ölümkalım
mücadelesi içinde idi. Onun bu cepheden ayıracak kuvveti yoktu, buna rağmen Ebû’l-
Kâsım'a yardım zorunluluğunu hissetti. Çünkü İznik Porsuk'un eline geçecek olursa burasını
Büyük Selçuklu imparatorluğundan kurtarıp almak elbette hemen hemen imkânsız bir şey
olacaktı. Bunun için o yeniden bir hileye başvurdu. O pek küçük bir kuvveti bunlara
imparatorluk sancakları, imparatorun önünde taşınması alışılmış olan süslü alametleri vermek
suretiyle Ebû’l-Kâsım'a yolladı. Bu yardım yoluyla Porsuk'u geri çekilmeğe zorlamayı ve
imkân hâsıl olursa İznik'i kendi adına zabt etmeği umuyordu. Bu küçük Bizans kuvveti
muhtemelen deniz yönünden şehre girdi, imparator gayesinin ilkine kolaylıkla ulaştı.
Bizanslılar surlar üzerine çıkıp imparatorluk sancaklarını ve imparatorun alâmetlerini
göstererek savaş naraları atmağa başlayınca; Porsuk, İmparator'un bizzat geldiği düşüncesiyle
kuşatmayı kaldırmayı uygun buldu. İznik bu suretle kuşatmadan kurtulunca, yardıma gelen
kuvvetler, sayılarının pek az oluşu ve Ebû’l-Kâsım’ın henüz tamamiyle kuvvetten düşmemiş
olması nedeniyle, İmparator'un planının ikinci safhasını gerçekleştiremeyeceklerini anlayıp
geri dönmeyi tercih ettiler.
Emîr Porsuk'un başarısızlığı üzerine Büyük Sultan Melikşâh'ın İznik'in zabtından
vazgeçmediğini ve buraya kıymetli kumandanlarından Urfa emîri Bozan'ı gönderdiğini
görüyoruz. Anna Komnena bu münasebetle Melikşâh'ın kendisiyle ittifak etmek üzere,
İmparator'a yeniden müracaat ettiğini kaydediyor. Neticede imparator Aleksios da Selçuklu
Sultanı'nın yanına bir elçi heyeti göndermiş, fakat bunlara verdiği talimatta müzakereleri uzatarak
Melikşah'ı oyalamalarını tenbihlemişti. Ancak bu heyet daha yolda iken Melikşâh'ın
ölüm haberini almış ve geri dönmüştü. Sultan Melikşâh'ın 19 Kasım 1092’de öldüğü
bilindiğine göre, Bizans elçi heyetinin buna yakın bir tarihte yola çıkağı kabul olunabilir. Bu
durumda Bozan'ın İznik önüne gelişini de aynı yılın (1093) ortalarına ve hattâ ikinci yarısına
koymak herhalde hatalı olmayacaktır.
Öte taraftan Emîr Bozan, İznik önüne geldi, şehri hücumla zabt etmek için birbiri
arkasına yaptığı teşebbüsler, Ebû’l-Kâsım'ın şiddetli müdafaası ve imparatordan istediği
yardımı elde etmesi sayesinde bir türlü netice vermedi, imparator bu sırada Peçenekler’i
Kumanlar’ın yardımı ile imha etmiş olduğu için biraz olsun ferahlamış bulunuyordu. Bizans
Levunion galibiyetinden (Nisan 1091) sonra sadece İzmir hâkimi Çaka (Çakan) Bey'le
uğraşmak zorundaydı. Bozan bu şekilde İznik'i zabt edemeyeceğini anlayınca muhasarayı
kaldırarak karargâhını Lopadion (Ulubat) yanında bulunan Lampe ırmağı kenarına nakletti.