Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

21

Monday, 28.09.2015, 17:59

1500 Yıllık Göktürk Mezarı
Türklerin ata yurdu olarak Ötüken bölgesinde adı bilinmeyen bir Göktürk hükümdarına ait mezarda ele geçirilenler, görenleri hayrete düşürüyor. Orta Moğolistan’da 1. Göktürk dönemine ait 1500 yıllık mezardaki buluntular ezberleri bozacak cinsten. Türkuaz renkleriyle boyanmış minyatür askerler,ejderha/pars figürlü duvar resimleri ve mezarı koruduğuna inanılan havlamayan kanatlı köpek ’grifon’lar, Kazak Arkeolog Cantekin Karcaubay’ın objektifinden gün yüzüne çıktı.

Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’un yaklaşık 200 km güneybatısında bulunan ve kadim Ötüken havzası içinde yer alan bölgede bir Göktürk hükümdarına ait mezara ulaşıldı. Yerin altına doğru inen 42 metrelik dehlizden geçilerek ulaşılan 1500 yıllık mezarda bir Kıpçak boyu olan Aşinalara ait çarpıcı figürlere rastlandı. Budist gelenekleriyle gömülen hükümdarın yakılarak, küllerinin ahşap bir tabutun içine yerleştirilmiş kutu içine konulduğu belirlendi. Hükümdarın ölümünden sonra maiyetince hummalı bir çalışma yürütülmüş olduğu da tarihi mabette ortaya çıktı. Şimdiye dek bulunan en büyük bozkır duvar resimleri, ejderha figürleri, asker heykelcikleri ve o dönemi yansıtan paha biçilmez unsurlar 6-7. yüzyıl Orta Asya’sına dair çarpıcı bilgiler sunuyor.



Renkleri 1500 Yıldır Solmadı

Mezarda, pişirilmiş topraktan yapılmış ve üzeri özenle boyanmış heykelcikler bulundu. Çin’de bulunan minyatür/toprak askerlerin (Terrakota Ordusu) üzerindeki boyalar yüzyıllar içerisinde solmuşken, Orta Moğolistan’ın antik Ötüken bölgesindeki Göktürk mezarında elde edilen heykellerin canlı renkleri dikkat çekti. Aradan geçen 1500 yıldan fazla bir süredir türkuaz ağırlıklı renklerle süslenmiş desenlerin parlaklığını korumuş olması şaşkınlıkla karşılandı.



Bozkırın en büyük Duvar Resmi

Göktürk hükümdarlarından birine ait mezara 45 derecelik açıyla giden dehlizde 22 metrelik duvar resmi de şaşırtıcı unsurlardan. Resimde 3 adam ve tünelin ucuna doğru yol almakta olan bir ejderha görülüyor. Kazak Arkeolog Cantekin Karcaubay, mezarı inceleyen Çinli ve Japon bilim insanlarının mabetteki buluntuları yorumladığını ve duvardaki ejderha/pars betimlemelerine rağmen mezarda Çin kültürüne dair hiçbir ize rastlamadıklarını ifade ettiklerini belirtti. Japon ve Çinli bilim insanlarına göre, mezardaki insan motifleri ve resimler, antik Çin uygarlığındaki başlıca 8 toplum sınıfına dair belirtilerden hiçbirine uymuyor. Bu veriler de mezarın Türklere ait olduğunun kanıtlarından sadece biri.



Göktürklerin Cenaze Merasimi

Göktürkler döneminde Kıpçak boylarının bir kolu olan Aşinalar’a ait olduğu düşünülen mezarda, gömülen hakanın cesedinin de yakılmış olduğu anlaşıldı. Ahşap bir tabuttaki 80×30 santimetrelik bir kutuda, hükümdarın yakılan cesedinin külleri bulundu. ‘Panarama’ diye nitelenen cenaze merasimine katılanların atlarıyla beraber cisimleştirildiği heykelcikler, 1500 yıl önceki töreni bugünün insanına başarıyla resmediyor. Tabutun etrafındaki minyatür Göktürk ahalisinin, cesedi yakılan kişinin ruhuna öte dünyada eşlik edeceğine inanılmış. Aşinalar’ın Budizme inandıkları, cenaze törenlerini de buna göre yaptıkları sanılıyor.



Türk Bayrakları Kırmızı ve İnceymiş

Duvar resimlerinde görülen bayrakların ise tek şerit halinde kırmızı renkte olması dikkat çekti. Yumuşak toprağın çeşitli maddelerle karıştırılıp yüzeye sıvanması sonucu elde edilmiş sert duvara nakşedilen figürler, MS 7. yüzyılda Türk bayraklarının neye benzediğini de gözler önüne serdi. Ayrıca insan resimlerindeki detaylar da dikkat çekiyor. Duvardaki at resimlerinin yerden yüksekliği ise 180 santimetre. Duvara boylu boyunca çizilmiş at resimlerindeki detaylar, izleyenlerde hayranlık uyandırıyor.



Seni Tılsımlar Korur

Mezarda bulunan en dikkat çekici cisimlerin başında ‘grifon’lar geliyor. Hükümdarın mezarını her türlü tehlikeden, özellikle de yabancılardan koruması için titizlikle hazırlanan ‘kanatlı yaratık’, kötücül bakışlarıyla görenleri hayrete düşürüyor. Birçok hayvanın karışımıyla elde edilmiş ‘grifon’lardan, kazıda iki adet çıktığı kaydedildi. Kazı ekipleri mezara girdiğinde dehlizin her iki köşesinde türkuaz renkli, ince desenli mezar korucularının, 1500 yıl önce külleri gömülmüş Göktürk hakanını koruduğunu gördü.



Yüzlerini Çizdiler Gözyaşları Kanla Karıştı

Murat Bardakçı’nın sunduğu ‘Tarihin Arka Odası’ programına katılan Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, arkeolojik bulgulara bakıldığında o dönem Türklerin bazı boyları üzerinde Budizmin yoğun etkilerinin görülebileceğini kaydetti. Türk gelenekleriyle gömülmüş olan ‘isimsiz’ Göktürk hükümdarının mezarında ağıt yakan insanları gösteren bulguların varlığına da dikkat çeken Taşağıl, cenaze törenine katılanların yüzlerini çizdiğini, böylece kanla gözyaşının birbirine karışmasının amaçlandığını dile getirdi. Ayrıca elde edilen bulguların, özellikle de ejderha-pars figürlerinin, “Türklerin tarihinde totem yoktur” anlayışını yerle bir edecek nitelikte olduğu da kaydedildi.

Mezardan çıkarılan eserlerin Moğolistan’daki ‘Harhorim’ Müzesi’nde sergileneceği ifade edildi. Ayrıca Göktürk mezarının UNESCO yetkililerince de incelendiği, daha gelişmiş cihazlarla bölgenin ayrıntılı şekilde incelenip eserlerin koruma altına alınacağı açıklandı. Kazıyı gerçekleştiren ekipten Arkeolog Cantekin Karcaubay, 15 asır önceki Türk geleneklerini gözler önüne seren çalışmayı 4 saatlik belgesel haline getirdiğini belirterek, filmin Kazakistan ve Moğolistan’da yayınlanacağını duyurdu. Elde edilen bulgular, Türk hükümdarın ‘panarama’sına katılanların ‘kan ağladığı’ 6. yüzyıl Orta Asya’sında neler olduğunu çarpıcı bir biçimde günışığına çıkarıyor.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

22

Tuesday, 29.09.2015, 00:44

Mukan Hakan



Göktürk Kaganlığı’na Bumin’in diğer oğlu Mu-kan geçti. İmparatorluk lakabı bu olan
Türk Kaganı’nın asıl adı Sse-kin idi,553-572. Göktürk Devleti’nin asıl ihtişamı, genişleme ve
zafer devri bu hükümdarla başlar. Mu-kan’ın büyük hüviyetiyle Göktürk Devleti
sağlamlaşmıştır. Çin kaynakları bu hakanı çok heybetli olarak tasvir ederler. Cesur ve çok
kahraman olduktan başka, bünye itibariyle de devasa idi. Uzun boylu, geniş omuzlu idi ve kan
kırmızısı geniş bir yüzü vardı. Gözleri çok parlak olup Çin kaynağının ifadesine göre ışık
saçan bir çift cam gibi ve mavi renkte idi.
Son derece haşin tabiatlı olan bu Göktürk hükümdarı ömrü boyunca bütün çalışmasını
fütuhata vermiştir. Kaynağa göre harp etsin, savaş kazansın, Göktürklerin sınırlarını
genişletsin isterdi. Yabancı kavimleri kendi itaatine almak için seferler yapardı. Böyle bir
şahsiyet tabii önce bütün gücü ile Göktürklerin hasmı Juan-Juanlara çarptı (555). Bu tarihten
sonradır ki, hiçbir Juan-Juan hâkimiyeti kalmamış, eski Juan-Juan ülkesinde hiç Juan-Juan
ferdi bırakılmamıştır. Böylelikle Mu-kan Hakan eski ecdat topraklarını almış bulunuyordu.
Hunlardan 8 asır sonra Orta Asya’yı yeniden Türk hâkimiyetine sokuyordu.
Mu-kan bundan sonra doğu ve batıda fetihlere girişti. Bir Çin kaydına göre batıda
Eftalitlere kadar nüfuz ederek Maveraünnehir’de göründü. Ancak buralardaki fütuhat daha
ziyade İstemi ile ilgilidir. Bu sıralarda Batı Yabgusu olan İstemi, şüphesiz Kagan Mu-kan’ın
yüksek hâkimiyeti altında bu fetihlere girişiyordu. Mu-kan doğuda Ki-tanlara çattı (Ki-tanlar
Moğol menşeili bir kavim olup Göbi Çölü’nün kuzeyine hâkimdi ve daha sonra Karahıtay
Devleti’ni kuracaklardır). Mu-kan daha kuzeye çıkarak Kırgızlara da darbe indirdi. Onları
hâkimiyeti altına aldı. Böylelikle Mu-kan doğuda ve batıda Göktürk Devleti’nin sınırlarını
çok genişletmiş oldu. Onun zamanında Kore’den Hazar Denizine kadar uzanan Göktürk
Devleti’nin genişliği Çin kaynaklarının rakamlarına verdiği bilgilerle bakılırsa 10.000 li yani
5760 km ve güneyden kuzeye boyu da 5.000 li yani 2880 km idi. Devletin yüzölçümü
16.588.000 km kare olup Türkiye’nin 21,5 misli büyülüğünde idi.
Mu-kan’ın en fazla meşgul olduğu saha çok kalabalık ve dolayısıyla fethedilmesi zor
olan Çin idi. Bu sırada Çin’de siyasi değişiklik olmuş ve Kuzey Çin sahasında Ch’i adlı yeni
bir hanedan kurulmuştur. Bunların oldukça kuvvetli olduğu anlaşılıyor. Bunlara elçi
vasıtasıyla hediyeler gönderen Mu-kan’ın asıl fikri daha kuzeydeki Tsi’leri yıkmaktı. Mu-kan
Tsi’lere karşı Ch’i’lerle münasebetini sıklaştırdı. Hatta Ch’i hükümdarı ile akrabalık kurmayı
dahi düşündü. Daha sonra Tsi’ler üzerine hareket etti. Tsi’ler tehlikeyi sezdiklerinden Mukan’la
anlaşmak istediler. Fakat Mu-kan siyasetinden dönmedi. 564’te doğrudan doğruya
müttefiki bulunan Ch’i’lerle beraber Tsi başkentine yürüdü Tsi başkenti Çin-yang’ı muhasara
ettiler lakin bu sırada müttefikler arasında çıkan bir ihtilaftan dolayı Mu-kan kuvvetlerini
toplayıp çekildi.
Mu-kan Kuzey Çin üzerine baskı yapmakta devam ederken Ch’i İmparatorlu ile
aradaki dostluk devam etti. Mu-kan için asıl önemli olan Tsi’leri ortadan kaldırmaktı ve daha
sonra Ch’i’ler üzerine tazyik yapmak mümkün olacaktı. Mu-kan’ın bu kararını Çin kaynakları
bilhassa belirtmişlerdir. Bu sırada Çin seddinin takviyesi de bunu teyit etmiştir. 555 senesinde
Çin seddinin takviyesi için 1.800.000 kişi çalıştırılmıştır. 556’da aynı faaliyete devam
edilmiş, 557’de de set boyunca 400 li uzunluğunda bir kısım ihya edilmiştir. Bütün bunlar
Göktürk tazyikinin ehemmiyetini göstermektedir.
Bu vaziyet kuzeydeki Tsi’lerin durumunu nazikleşirken Göktürk-Ch’i münasebetleri
de sıklaşıyordu. Bu arada Mu-kan’ın kızı Aşina ile Ch’i hükümdarının evlenmesi bahis mevzu
oldu. Çin’de büyük bir hazırlık başladı ve üç Çinli prenses Aşina’yı karşılamaya memur
edildi. Göktürk prensesinin hizmetine bakacak 120 kadın da altı saraydan seçildi. Bu evlenme
olursa Tsi’ler zor durumda kalacaklarından onlar da kabil jestte bulundular. Elçiler ve
hediyeler göndererek bu sıhriyet bağının kendileri ile de kurulmasını istediler. 556 yılında
Ch’i İmparatoru ile bu evlenme işi bütün hazırlıklara rağmen Mu-kan Hakan tarafından daha
ilGöktürklere hediyeler veriyorlardı. Her sene 100.000 top ipek, ipekli kumaş gönderiyorlardı.
Çin kaynaklarının belirttiğine göre bu sırada Mu-kan Hakan’ın hazır vaziyette 100.000
süvarisi bulunuyordu. Bu durumda iken Aşina 568’de Çin sarayına gitti.
568 tarihi Göktürkler, için mühimdir. Zira aynı tarihte Batı Göktürkleri Bizansla
münasebet kurmuşlardı: Göktürk Devleti’nin batı kanadında Yabgu bulunan İstemi
yabguluğunu devam ettirdi ve abisi Bumin’in ölümünden sonra yeğenleri K’o-lo ve Mu-kan’a
bağlı kaldı. Mu-kan’ın doğuda Mançurya taraflarında faaliyette bulunduğu sırada batıda işe
girişen İstemi zamanında Göktürk Devleti dünyanın en büyük üç gücünden biri haline geldi.
Bu zamanda cihan siyasetinde müessir olan devletler Sasaniler, Bizans ve Göktürkler
idi. Göktürkler bir yandan Sasaniler bir yandan Bizans ile temasa geçtiler. Göktürk
İmparatorluğuna batıda cihan politikasına damgasını vurduran İstemi idi. Bumin Kagan
zamanında devletin batı kanadında On-oklar vardı.
Bizans-Sasani savaşlarının en çetin zamanı olan 572’de Büyük Göktürk Kaganı Mukan
vefat etti. Mançurya’dan Karadeniz’e kadar uzanan imparatorluğun hükümdarı olan Mukan
devrinde Göktürk Devleti böyle cihanşümul bir devlet derecesine yükselten bu Türk
Kaganının vefatı Türkleri çok üzdü. Türkler günlerce yas tuttu. Hepsi de kendi adetlerine göre
üzgünlüklerinden yüzlerini kestiler ve buradan akan kanı gözyaşlarına kattılar. Hakan’a
muhteşem bir de cenaze töreni düzenlendi. Mukan Kagan ölünce yerine vasiyeti gereği
kardeşi T’a-po (Taspar) Kagan geçti.
Mu-kan Hakan öldüğü vakit Ötüken’de Ch’i hanedanının bir elçisi bulunuyordu.
Wang-King adındaki bu elçi Türk devlet merkezindeki yas törenini anlatmaktadır. Herkes
yüzlerini keserek kederlerini ifade ederken bu Çinli elçiye sen de kes dediler ve Çinli
korkusundan bir türlü razı olmadı. Sonra bırakın kesmesin denildi. Mu-kan Hakan
beklenilmeyen biz zamanda ölmüştü. Mu-kan’ın ölümü Göktürk kitabelerine kadar yankılar
bırakılmıştır. Kültekin ve Bilge Hakan kitabelerinde de bu devre ait kayıtlar bulunmaktadır.
Bu kitabelerde Mu-kan’ın adı zikredilmemekle beraber, büyüklüğü kaydedilmektedir. Ayrıca
fütuhatından da bahsedilir. Kitabeler şöyle der: “Dört tarafa ordu sevk etti, kavimleri hep itaat
altına aldı. Başlılara baş eğdirdi, dizlilere diz çöktürdü. İlerde yani doğuda Kadırgan
dağlarına-Mançurya hududunda Kin-gan dağlarına- geride yani batıda Demirkapı’ya kadar
Türk budununu-milletini hâkim yaptı.”eri bir tarihe bırakıldı. Bu sırada Ch’i’ler sırf siyasi münasebetlerin devam etmesi için
Bu izahat gösteriyor ki, zikredilen hadiseler Mu-kan zamanında geçmektedir. Daha
Bumin zamanında bu kadar fütuhat olmamış, devletin sınırları genişlememişti. Kitabelere
göre Hakan bu ülkelerdeki Türk milletini teşkilatlandırmış yani idaresine aldığı yerlere Türk
devlet adamları göndermişti. Eskiden buralarda kendi başlarına olan Göktürkleri tanzim
etmişti. Kitabelerde burada kendi başlarına diye aldığımız bir öksüz tabiri vardır. Buradan da
anlaşılıyor ki çeşitli yerlerde Türkler mevcuttu, lakin evvelce başlarında kendilerini derleyip
toparlayan bir hakanları yoktu. Dağınık bir halde idiler.
Kitabeler daha sonra bizim Mu-kan olduğunu anladığımız bu hükümdarı överler: ”O
bilge hakan idi, alp hakan idi.”Alp bugün mert insan anlamındadır. Başkası için çalışan, her
düşüncesinde milletini mevzubahis eden bir insandır. Alplık vasfı Türkler İslamiyet’i kabul
ettikten sonra, erenlikle birleşmiş, Alperen olmuştur. Bu tabirin Selçuklular zamanından sonra
yerine aynı mânâda gazi ortaya çıktı. “O hakanların buyrukları yani kumandanları da hep
bilge idiler. Beyleri de halkı da bilge ve alp idi. Birbirlerine denk idiler”.
Böylece “il kuruldu, töre yürüdü”. Görülüyor ki devletle kanun bir arada yürütülüyor.
Yani Devleti devam ettirmenin yolu törenin-kanun-tatbik edilmesi oluyor. Devlet varsa töre
vardır. İl varsa töre de muhakkak vardır. Nihayet “O büyük Kagan eceli geldi ve vefat etti”.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

23

Tuesday, 29.09.2015, 23:58

İstemi Yabgu

Kök Türklerin Börülüler (Aşina) ailesinin beyleri olan Bumın ve İstemi 552 yılı içerisinde, bir sürü meşakkatin ardından Asya’da Çin’den sonra önemli bir kuvvet durumunda bulunan Juan-juan devletini yerle-bir edip, tarihi Türk yurdu Ötüken’e sahip olmuşlar ve Orkun Irmağı kıyısında bağımsızlıklarını haykırarak; doğuda Kadırkan Yış’tan, batıda Temir Kapı’ya kadarki coğrafyada yaşayan Türk ve yabancı bütün kabilelerin başı olduklarını dört-bir tarafa bildirmişlerdi.

İşte bu oluşumdan sonra İstemi’nin ağabeyi olan Bumın devletin merkezinde kagan olarak yer almış (Bumın kagan olunca kendisine İl Kagan unvanı verilmiştir), kardeşi İstemi de (ki bu ismin manasının demir/ temirkelimesiyle irtibatı olduğunu sanıyoruz) batıdaki Türk boylarının, yani kalabalık On Ok Türklerinin idaresini üstlenmişti. Bumın, kagan unvanını taşırken, İstemi de yabgu diye anılıyordu. Yani veliaht oydu. Bumın’a herhangi bir şey olduğunda ülkenin başına o geçecekti. Türklerin bayrağını yeniden yükselten bu iki kardeşin yönetimi altına, zaten yıllardır bir başı-bozukluktan dolayı bunalan Türklerin aşağı-yukarı hepsi girmişlerdi. Bu birliğe belki sadece il (devlet)durumunda bulunan Ak Hunlar (yani Aparlar) dahil olmamışlardı, ama onların da uyumsuzluğuna bir süre sonra nihayet verilecekti. Başta Çin olmak üzere çevredeki büyük devletlerle de diplomatik ilişkiler kurulduktan itibaren, 552 senesinde İl Kagan (Bumın) fazla idarecilik yapamadan öldü. Kök Türk tarihinin meselelerinden birisi de, Bumın’ın ölümünden sonra devletin başına geçen kişinin kimliği hususundadır.

Kanaatimize göre, Orkun Yazıtları bugüne kadar dikkatlice incelenmediğinden, Bumın’ın ardından kaganlık vazifesini devr-alan şahıs olarak doğrudan onun büyük oğlu gösterilmektedir. Halbuki kitabelere baktığımızda bunun böyle olmadığı anlaşılır. Kök Türk Yazıtlarında Bumın’ın ölüm haberi ve onun cenaze merasimini anlatan cümlelerin peşinden gelen; anta kisre inisi kagan bolmış (Bakınız, Köl Tigin Yazıtı, Doğu, 5; Bilge Kagan Yazıtı, Doğu, 5), yani “ondan sonra küçük kardeşi kagan olmuş” diye verilen açıklama, Bumın’ın yerine İstemi’nin kaganlık makamına çıktığına işaret etmektedir. Zaten yazıtların başında, Türk Yaradılış Destanı anlatılırken İstemi’den de kagan diye söz edilmesi bu iddiayı kuvvetlendirmektedir. Fakat İstemi’nin kaganlığı Çin yıllıklarında geçmese de, bizim için önemli olan Kök Türk Kitableridir. Bunun da sebebi onun bu görevde çok uzun süre kalmayışıdır. Belki de çok kısa bir müddet tahta oturduğundan Çinliler bunu hesaba katmadılar.

O, büyük bir fazilet örneği sergileyerek ağabeyinin cenazesine, Kök Türk Yazıtlarında da anlatılan Altun Yış’daki karargâhından gelmiş, muhtemelen de kendisine duyulan saygıdan dolayı yeğenleri bir süre, en azından babalarının üzüntüleri geçene kadar onun vazifede bulunmasını istemişlerdir. Bu sırada Kök Türk Kaganlığı yeni kurulmuş bir siyasi teşekküldür. Baştaki kaganın ölmesi, Bumın’ın çocuklarının devlet idaresindeki tecrübesizliği, daha henüz tesis edilmiş bu birliğin dağılmasına yol açabilirdi. Ama İstemi, herhalde aksakalların da onayıyla kısa bir zaman için de olsa, devletin yönetimini üstlendi ve daha sonra ortalık yatışınca, batıdaki On Ok boylarını idare etmek üzere merkezine döndü. İli Nehri ve Talas Irmağı bölgeleriyle, Sır Derya’nın kuzey-doğu taraflarını tamamıyla ele geçiren İstemi, dileseydi kaganlık tahtından ayrılmazdı, ancak o da biliyordu ki böyle bir durum yeğenleriyle arasının açılmasına, Türk halkının yıllar sonra bulduğu huzuru kaybetmesine sebep olabilirdi. İşte bu bakımdan İstemi Yabgu büyük bir devlet adamı kişiliği ortaya koymuştur.

İstemi’nin Kök Türkçe belgelerin ışığında öğrendiğimiz bu kısa süreli kaganlığının ardından, devletin başına Bumın’ın büyük oğlu Kara Kagan’ın geçtiğini biliyoruz. Kara Kagan da fazla yaşamadı ve yerine 553 yılında, yine Türk tarihinde büyük bir iz bırakmış olan kardeşi Mo-kan tahta çıktı. O, babası ve ağabeyi zamanında başlatılan işleri devam ettirdi ve Kök Türk Kaganlığının faaliyetlerini batıya yöneltti. Ancak, batı olaylarında Mo-kan’dan daha çok amcası İstemi Yabgu’nun rolü vardır. Bu sırada Türkistan’da, yeni kurulan Kök Türk Kaganlığının rakibi durumunda olan Ak Hun Devleti bulunuyordu.

Asya’daki Türk-Hun Devletinin bir başka mirasçısı olan Ak Hunlar (Avarlar) Börülüleri fazla ciddiyete almadılar ve bunun cezasını da az sonra çektiler. Ak Hunlarla savaş zaten kaçınılmazdı, ama buna bir gerekçe lazımdı. Onun sebebi de, Doğu-Batı ülkeleri arasında önemli bir yer işgal eden İpek Yolu güzergahını

ele geçirmek oldu. Bu zamana kadar Asya’nın ipek ticareti aşağı-yukarı Ak Hunların kontrolünde sayılırdı. Fakat Juan-juanların Kök Türkler tarafından ortadan kaldırılmasıyla mevcut dengeler bozuldu. Kök Türk Kaganlığının iktisadi refahı için bu yol herne surette olursa olsun hakimiyet altına sokulmak zorundaydı. Onlar da biliyorlardı ki, bir devlet sadece savaş gelirleriyle ayakta duramazdı. Orkun Kitabelerinde açıkça Türk kaganının vazifelerinden birisi olarak, halkın karnını doyurmak, ekonomiyi düzeltmek gösterilir.

Ak Hunlar (Avarlar) herşeye rağmen dişli bir rakipti. Belki tarihi görevlerini tamamlamışlardı, ama öyle kolay kolay pes etmeye niyetleri yoktu. Buna bağlı olarak İstemi Yabgu’nun Ak Hunlara karşı Sasanilerle bir andlaşma yaptığını ve hatta aradaki ilişkileri sıklaştırmak için kızını da Sasani şahı Anuşirvan’a verdiğini görüyoruz. Daha, açıkgöz Sasaniler harekete geçmemişlerdi ki, Kök Türk orduları Maveraünnehir’de Ak Hun topraklarını zaptetmeye başladılar. Ak Hun Devleti tamamen dağıtıldı, böylece onlar tarihe karışmış oldular. Fakat Ak Hunlara ait toprakların paylaşımı hususunda bu kez de Kök Türklerle, Sasaniler arasında bir anlaşmazlık meydana geldi. O kadar çok şey haketmeyen Şah Anuşirvan, bu durumdan birtürlü memnun olmuyor, daha çok toprak talebinde bulunuyordu.

Elbette ki, Ak Hunların yok olmasıyla yeni sınırlar ortaya çıktı. Hem Kök Türkler, hem de Sasaniler topraklarını genişletmişlerdi. Bu suretle Asya’nın tüccar kavimlerinden biri olan Sogdlar, Kök Türklerin de tebası oldular, ancak onlar Sasaniler tarafından rahatsız ediliyorlardı. Sogdlar kendi ticaretlerini korkusuz ve rahatça yapmak istiyorlardı. Ne bir devlet kurma, ne de ortak olma gibi bir düşünceleri vardı. Sasaniler bu alış-verişe engel olunca, onlar da Kök Türk Kaganlığına vaziyeti şikayette bulundular. Esasında bu tüccarlar herkes için gerekliydi. Bu yüzden İstemi Yabgu, Maniakh adlı Sogdlu bir elçiyi İran’a yolladı. Kök Türklerin bu sefiri, yanında bazı değerli hediyeleri de Sasani şahına götürmüştü. Anuşirvan ona kıymet vermediğini göstermek için elçinin getirdiği değerli kumaşları ve halıları gözleri önünde yaktırdı. Farslar için bu bir hataydı.
Ama, İstemi çocukça davranmayarak, bu olaydan sonra da İran’a elçiler gönderdi. Çünkü konuşarak bazı şeyleri halledeceğini düşündü. Anuşirvan ise, daha da ileri gitti; Türk elçilerden bazılarını zehirletti. Bundan kurtulanlar da durumu Kök Türk Devletinin ikinci adamına bildirdiler. Tabi ki, bütün bu olanlardan sonra İranlılarla savaş hali kaçınılmaz hale geldi.

İstemi Yabgu, yeğeni Mo-kan’dan da onay alıp, bu kez İran’a karşı Bizans ile bir ittifak yapma teşebbüsünde bulundu. Çünkü İran’a batıdan açılacak bir cephe, pekçok bakımdan onun işini kolaylaştıracaktı. Bu elçilik heyetinin başında da Sasanilere yollanan Türk ve Sogdlu memurlar yer aldı. Onlar beraberlerinde İstemi’nin Kök Türk harfleriyle yazdığı bir mektubu Bizansimparatoruna takdim ettiler. Bu hadise, bazı araştırmacılar tarafından tarihte Orta Asya’dan Bizans’a giden ilk resmî heyet olarak da görülür.

Bizans imparatoru II. Justinos ve Türkler arasında varılan antlaşmada, Bizans’a vukubulan herhangi bir hücumda Kök Türklerin onlara yardımda bulunacaklarına dair, “ellerini göğe kaldırarak yemin ettiler”. Yapılan ittifakı onaylamak için Bizanslılar da, karşılık olarak Klikyalı Zemarkhos başkanlığındaki bir heyetin Kök Türk ülkesine gitmesini uygun gördüler.
Zemarkhos’un önderliğindeki Bizans elçilik heyeti 568 yılında yola çıktı. Zemarkhos, İstemi Yabgu tarafından Ek Tag’daki merkezinde çok hoş bir şekilde kabûl edildi. Kendisine türlü yiyecekler ve milli Türk içkisi kımız ikram olundu. Sefir, Bizans imparatorunun iyi dileklerini ve dostluk düşüncelerini iletti. Türk yabgusu ile Bizans elçileri arasında Sasanilere karşı bir ittifak meydana getirildi. Yabgu ve elçi Talas’a doğru yola çıktılar. O, buradan ayrılana kadar hergün değişik bir çadırda ağırlanmıştı. Çadırların içindeki eşyalar muhteşem şeylerdi. Bu sırada bir Sasani sefiri İstemi Yabgu’yu Talas’ta görmek istemiş, fakat o önemsenmeyerek baştan savılmıştı. Çünkü İstemi Yabgu Türk Kaganlığı tarafından vazifelendirilen elçilerin öldürülmesinden dolayı son derece kızgındı. Farslar, Türklerden yüz bulamayınca Çinlilerle anlaşma yapmayı denedilerse de, ondan da bir sonuç alamadılar. Yabgu, Bizans elçisini Sasanilere karşı yapılacak bir sefere de götürmeyi düşünmüşse de, onun yanına Türk elçilerini katarak, geriye yolladı.

571 yılında Sasani-Bizans çatışması başladı. Bu savaşlar aşağı-yukarı yirmi yıl kadar sürdü. Böylece İran da, Kök Türk Kaganlığını küçümsemenin cezasını çekmiş oldu.ikinci bir elçilik heyetini 576 yılında, Valentinos’un başkanlığında Kök Türk ülkesine gönderdi. Bu sırada Kök Türklerden kaçan Avarlar, Bizans imparatorluğu sınırlarında bulunuyorlar ve onlarla müzakereler yapıyorlardı. Bizans elçisi Valentinos 576’da, Aral Gölü bölgesinde Türk Şad tarafından karşılandı. Sefirler, Doğu Roma’da taht değişikliğinin olduğunu ve eski dostluk ilişkilerinin sürdürülmek istendiğini söyledilerse de Türk Şad, Bizans’ı Kök Türklerin düşmanı olan Avarları korumakla ve kılıçlanarak değil, atların ayakları altında karınca gibi ezilerek öldürülmeyi hak eden bu kavme barınacak yer vermekle suçluyordu.

Bu sırada İstemi Yabgu da ölmüş bulunuyordu (576). Türk Şad onları babasının yerine geçen ağabeyinin yanına gönderdi ve büyük bir ihtimalle Valentinos da, onun cenaze merasimine katılmıştı. Bundan bir müddet sonra Türk orduları Kırım bölgesini zaptettiler (580’ler), fakat az bir zaman sonunda buradan çekilmek zorunda kaldılar. Herhalde buna sebep, kaganlığın içerisinde ortaya çıkan taht mücadelesiydi.

Kaynak;Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

24

Thursday, 8.10.2015, 16:31



İpek Yolu
Asya’nın bu meşhur kervan yolundan başlıca İpek olmak üzere aynı zamanda Çin mamulâtı
porselen ve lak denilen bir boya maddesi de naklediliyordu. İpek Çin’den batıya iki yolla
gidiyordu. Çin’deki Kansu bölgesinden başlayan İpek Yolu küçük krallıkların bulunduğu İç
Asya’ya geliyor, burada kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Kuzey yolu
Maveraünnehir’den Ceyhun’a ve İran içlerine sonra da Bağdat üzerinden Suriye limanlarına
ulaşıyordu. Burada mühim limanlar Hayfa, Sayda ve İskenderun limanlarıdır. Bu yol İran
sahasından geçtikten sonra Sasani İmparatorluğu’nun müsaadesine tabi idi.
Güney yoluna gelince; İç Asya’dan Tibet üzerinden Hindistan’a gelen bu yol Cambey
limanında denize inmekte idi. İpek buradan gemilerle Kızıldeniz yolu ile Mısır ve Akdeniz’e
çıkarılıyordu. O tarihte dünya ticaretinin belli başlı akışı bu yollar üzerinde idi. Bütün batı
dünyası Bizans vs. ipek için bir açık pazardı. İran bu ticaretten müthiş para kazanıyor onun
için transit yolunu elden çıkarmak istemiyordu. İran komşusu olan ülkelerdeki siyasi
menfaatlerine göre bu geçit vergisini bazen azaltıp bazen arttırıyordu. Bilhassa Bizans bu
durumdan çok şikâyetçi idi.
Göktürkler Orta Asya’da ipek ticareti yolunun mühim kısmına da hâkim oldular. İpek
ticareti yapan Sogdlular olup bunlar da Göktürk. hâkimiyetine girmişlerdi. İran
şehinşahlarının direnmesi ve ticarete engel olması üzerine Sogd ipek ticareti geriledi. Zira
Anuşirvan Türk tabiiyetinde olanlar İranlar sahasında ticaret yapamaz, yapanların mal ve
canlarının emniyette olmayacağı haberi yolluyordu. Bu durumdan Sogdlular son derece
mustarip oldular. İstemi Yabgu önce tebaasının geçimini temin etmek, ikinci olarak devlete
para getiren yolları açmak ve eskisi gibi İran yolları üzerinde serbestçe ticaret yapmak için
harekete geçti.
Vakıa bu sıralarda Bizans’ta İpek Böceği yetiştiriliyordu. Bunun nasıl getirildiği
hakkında bilgi sahibi değiliz. Sadece birkaç rivayetler var: Prokopios’a göre Budist hacıları
Cambey yolu ile getirip imparatora takdim etmişlerdir. Diğer bir rivayete göre ise baston
içinde getirilmiştir. Ancak Bizanslılar nasıl İpek işleyeceklerini, elde edeceklerini
bilmiyorlardı.
İstemi aradaki ticaretin kesilmesi üzerine İran şehinşahına heyet gönderdi. ‘‘Biz iki
komşuyuz ve müttefikiz. Sogd halkının ticaretine mani olmayınız. İran’dan geçip Bağdat yolu
ile Suriye’ye nakledilmesine müsaade edin’’ dedi. İranlılar da bu ticaretten hisselerini
alacaktı. Ta Suriye kıyılarına kadar bütün yol İranlıların elinde bulunuyordu. 566’da giden bu
heyetinin başında Maniakh vardı. Bu zatın menşei malum değildir. Bunun Türk ve adınında
Manak olduğu söylenir ancak Sogdlu da olabilir. Çünkü ipek ticaretinin en iyi
mütehassıslarındandı. Bu sebeple Maniakh İran’a gidince ipek ticaretinin münakaşasını
yapabilecekti. Lakin İran hükümdarı bunu kabul etmedi, zira o da kendi bakımından, yani
yabancıların ticaret yapmalarını önlemekte haklı idi. Fakat bu işin Göktürkler tarafından
mutlaka halledilmesi lazımdı. Anuşirvan bunu önlerse Göktürkleri iktisadi bakımdan zayıf
düşecekti. Anuşirvan’ın bu ticarete engel olmasını başka sebeplere bağlayanlar da var. Mesela Anuşirvan’ın yanında bir akıllı Eftalit varmış onun telkini ile müsaade etmemiş. Ligeti’ye göre Anuşirvan’ın direnmesinin en mühim sebebi kendi topraklarında Göktürklerin
dolaşmalarını istememesidir. Zira ticaret için gelenlerin propagandaları ilerde bir istilaya
sebep olabilirdi. Neticede Maniakh eli boş döndü.
İstemi Yabgu tekrar elçi gönderdi ve ‘‘Bu meselenin uzlaşma yolu ile hallini
istiyorum. Biz iki dostuz ben bu işi başka yolla halletmesini de bilirim’’ dedi. Anuşirvan
şaşırdı, bir cevap vermedi; evet dese olmayacak, hayır dese olmayacak idi. Neticede elçileri
zehirletti ve İstemi’ye netice alamadık, zira elçilerininiz İran iklimine tahammül edemeyerek
öldü diye haber yolladı. Lakin sonra bunun bir cinayet olduğu anlaşıldı. Göktürkler bunun
üzerine başka yerlerde teşebbüste bulunmaya karar verdiler.
Bu sırada Bizans’ın böyle bir münasebete hazır olduğu belli idi. İstemi Yabgu tarihte
ilk defa olarak Orta Asya’dan bir elçilik heyetini Bizans’a yolladı. Bu Bizans-Göktürk
menfaatlerinin birleşmesi, Sasanilerin ortadan kaldırılacağı bir siyasetin başlangıcı idi.
Nitekim ileride İran’ın Araplar tarafından kolaylıkla ortadan kaldırılmasında başlıca amil bu
ittifakın neticesi olacaktır. Türk elçilik heyeti yine Maniakh‘ın başkanlığında olup, 567’de
yola çıkmıştır. 568’de İstanbul’a vararak hediye olarak da bol miktarda ipek getirmişlerdir.
Bunları ve demiri gelişlerinden şaşıran Bizanslılara hediye etmişlerdi. Göktürk elçilerinin
Orta Asya’dan İstanbul’a gelmeleri Bizans’da derhal bir alaka uyandırmış ve İmparator
II.Justinos (565-578 ) derhal müzakerelere girişilmesini emretmişti. Bu arada Bizans tarihçisi
Menandros’un ifadesine göre Maniakh İmparatora bir mektup takdim etmiştir. İstemi’nin
yazdığı bu mektup Menandros’un ifadesine göre İskitçe yani Türkçe idi. Mektubun
tercümesini de Maniakh yapmıştır. İstemi mektubunda Göktürklerin kuruluşunu ve
muvaffakiyetini haber veriyor, Bizanslıların da tanıdığı Juan-Juanların perişan edildiğini
anlatıyordu. Juan-Juanların bir kısmı kaçıp Bizans topraklarına gelmişlerdi. İstemi Yabgu
devamla Eftalitleri nasıl perişan ettiklerini naklediyor ve İran’la sınırdaş olduklarını
belirtiyordu. Göktürk İmparatorluğunun dörde bölünüp doğusunda Mu-kan’ın batısında ise
İstemi’nin bulunduğunu bu mektubunda bildirmişti. İşte bu mektupla ilk olarak Bizans Orta
Asya’daki durumdan haberdar ediliyordu.
Türkçe yazıldığı bildirilen İstemi’nin bu mektubunun metni ne yazık ki elimizde
değildir. Bizans’ta Türk murahhaslarıyla hemen müzakerelere girişildi. Maniakh ipek
ticaretinin ve kervan yollarının durumu hakkında bilgi verdi. Orta Asya’da vaziyet değişmiş,
küçük şehir devletçikleri ortadan kalkmış, Göktürkler idaresinde tek devlet halindeki Orta
Asya ile ipek ticareti çok daha kolaylaşmıştı. Bu izahat gayet cazip gelmişti. İmparatorun
temayülünü hisseden Maniakh hemen bir anlaşma teklifinde bulundu. İpek ticaretini
yürüteceklerdi ve buna engel olan Sasanilerin üzerine çullanacaklardı. Bizans İmparatoru
prensiplerde Göktürklerle anlaşmış teferruat üzerinde konuşmak için de Orta Asya’ya ilk defaolarak bir elçi göndermeye karar verdi.
Bu karşılıklı münasebetler ve Göktürk Devleti’nin baskısı Bizans’ta kendini gösterdi.
Bizans’la Sasanilerin arası açıldı. Bizans aradaki münasebetleri kesmek için bahaneler
aramaya başladı. Sasani İmparatoru Anuşirvan’a ağır ithamlarda bulundu: ‘‘Siz bizim
müttefikimiz olan Arabistan’daki Himyerlere tecavüz ediyorsunuz. Para vererek bir takım
serserilere elçilerimizin yolunu kestiriyor, Bizans elçisini öldürmek istiyorsunuz” dedi. Bizans
İmparatoru’nun bu ağır ithamları iki devletin arasını gerginleştirdi. Cevap olarak Bizans’ın
Kafkaslardaki Ermenileri İran’a karşı isyana teşvik ettiklerini söylediler. Anuşirvan bununla
kalmadı, Bizans’tan yıllık vergi istedi. Bütün bu hadiseler Bizans ile İran’ın arasını iyice açtı
ve 571’de Bizans ile İran arasında savaş başladı. Bu harp doğrudan doğruya İstemi’nin
siyasetinin bir neticesi olmuştur. Ancak bundan daha sonra Araplar faydalanacaklardır.
İran-Bizans arasında 590’a kadar devam eden bu savaş iki imparatorluğu da sarstı.
Anuşirvan 579’da öldükten sonra yerine geçen oğlu IV. Hürmüz (İstemi’nin kızından
.doğmuştu-) de bu savaşı devam ettirdi. İki devletin bu savaşla sarsılması kendi bünyelerinde büyük değişikliklere vesile oldu. Bizans sarsıldı, Afrika’dan gelen Herakleios İmparatorluğu ele aldı. İçten çökmüş ve çok sarsılmış olan Sasaniler de Müslümanların tazyikinedayanamayarak tarih sahnesinden silindi. İran şehinşahlığının bu çöküşü İslamiyet’in İransahasında süratle yayılıp tutunmasına sebep oldu. Bu dünya çapındaki olayda İstemi’nin
büyük rolünü gözden kaçırmamak icap eder. Bu yıpratıcı savaş olmasaydı İran’daki Devleti
yıkmak belki imkânsız olacaktı. İşte bu cihan tarihine yön veren unsur İstemi’nin büyük
siyasetinin neticeleridir.
Kaynak;
Yard. Doç. Dr. ALİ AHMETBEYOĞLU

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

25

Monday, 23.11.2015, 04:38

Tabgaçlar
Kuzey Çin sahasında yer alan Hun-Türk krallıkları bulunduğu sırada etrafta başka siyasi
teşekküller kendini göstermiştir. Bunlardan birisi bizim Tabgaç dediğimiz, Çin yıllıklarında
ise T’o-ba diye geçen devlettir. Bunlar daha çok kuzey-batı Çin sahasında görünüyorlardı.
Çin’deki Türk hâkimiyeti hemen hemen Kuzey Çin’dedir; Güney Çin Türk hayat tarzına
uygun değildir. Daha kuzeyde Juan-Juan kavmi olup, bunlar Avar denilen kavimdir (Batıdaki
Türk Avarlarla karıştırılmalara sebep olmuştur). Çinliler yerli yabancı bütün sülalelere,
kendileri birer ad veriyorlardı. Çin yıllıklarındaki bu güçlükten başka, çeşitli okunuşlar da
durumu zorlaştırmaktadır. Bunlar Kuzey Çin sahasında teşekkül edip gelişirken, Çin’de son
Hun sülalesi rol oynuyordu. 397-439 arası hüküm süren, Çinlilerin Pei-liang adını verdikleri
son Hun-Türk ailesini ortadan kaldırıp, Hun hâkimiyetine fiilen nihayet veren Tabgaç
hükümdarı Tao’dur. Şu halde M.Ö. IV. yüzyıldan M.S. V.asır ortalarına kadar hüküm süren
Asya’daki Hun–Türk hâkimiyeti Türkler tarafından sona erdirilmiştir. Yedi yüz yıllık bu
hâkimiyeti takip eden Tabgaçlar, Hunlarla Göktürkler arasında bir geçiş dönemidir.
Tabgaçlardan sonra Göktürkler teessüs edecektir.
Tabgaçlar uzun müddet soy bakımından münakaşa mevzuu olmuştur. Birçok Çin tarihi
mütehassısı, keza Moğolca ihtisası olanlar tarafından Moğol addedilmişlerdir. Daha sonraki
etnoğrafik tetkiklerden, Tabgaçları vücuda getiren oymakların mühim kısmının Moğol olduğu
anlaşılmıştır. Bu konuda en iyi tetkikler, vaktiyle Ankara Üniversitesi’nde de bulunan W.
Eberhard tarafından yapılmıştır. Bu zat Tabgaçlar devletini vücuda getiren oymakları birer
birer tetkik ederek, %60’ına yakın kısmının Moğol menşeili olduğunu ortaya koymuştur. Çin
yıllıklarına dayanılarak ortaya konan bu hükümden, Tabgaç Devletinin bir Moğol devleti
olduğu ortaya çıkmaz. Zira bu bir imparatorluktur. İçinde Moğol, Çinli, Koreli vs olabilir.
Fakat hâkim unsur Türk olup devletin kurucusu Türk idi ve Türkçe konuşuluyordu. Bundan
başka Çin yıllıkları Tabgaç hükümdar ailesini Asya Hunlarına bağlarlar. Bunlar Asya
Hunlarına bağlı, federatif idareye sahip bir Türk zümresiydi. Türkler kalabalık bir
kavimdirler. Sadece Oğuzlar 8-10 devlet kurmuşlardı. Ancak yabancı diyarlardaki
imparatorluklarda sayıca daima üstün değillerdi. Buna rağmen imparatorluk kurmalarında;
kahramanlıkları, devlet kurma ve nihayet hukuk nizamı koymak hususundaki kabiliyetleri
belli başlı sebeplerdendir. Böylece Tabgaçların %60 Moğol oluşu, devletin mahiyeti hakkında
şüphe uyandırmamalıdır. Çinliler bu yeni Türk siyasi teşekkülüne T’o-ba demişlerdir. Bu
kelimenin Çince ile ilgisi şüphelidir. Moğolca da değildir. Türkçe Tabgaç kelimesinden
gelmiş olmalıdır. Tabgaç Türkçede “tapmak”tan, asil, muhterem, saygıdeğer mânâsındadır.
Kaşgari XI. asırda “Tabgaç, Çin ve Türklerin bir kısmıdır” diyor. Yani Tabgaçların oturduğu
sahaya da aynı adı veriyor. Bu ufak bir değişiklikle Bizans kaynaklarında Taugast diye geçer.
Taugast’tan haber deyince, Tabgaç hâkimiyetindeki sahalar kastedilmektedir. Tabgaç şekli
Türklerde aynı mânâda kullanılmıştır. Karahanlılarda Tamgaç, Tavgaç ve Tafgaç diye bir
unvan, tabir vardır. Bu unvanda görülen ses değişmesi de kaideye uygundur.
Bütün bunlar bu devletin Türk olduğunda şüphe bırakmıyor. Zaten bugünün umumi kanaati
de öyledir. Bu büyük Türk devleti IV. asır sonlarına doğru Kouei adında bir Türk başbuğu
tarafından 386 yılında kurulmuştur. Önceleri küçük oymaklar halinde kendi reislerine tabi
yaşayan Türkleri bu hükümdar derleyip toplamış, tek idareye almıştır. Devletin merkezi
Kuzey Çin’de Tai bölgesidir. Kouei daha sonra Türkler için ideal bir hayat sahası, bozkır olan
Ordos bölgesine yönelmiş ve burasını Çin hâkimiyetinden zorla koparmıştır. Sonra doğu
istikametine ilerleyerek Pekin yakınlarına kadar olan toprakları devletine katmıştır. Böylece
Tabgaç Devleti’nin yükselme devri 470’e kadar devam etmiştir. Tabgaç Devleti güney ve
doğuda genişlerken, kuzeylerinde de Juan-Juanlar gelişiyordu. Bu iki kuvvet arasında
ihtilaflar çıkacağı, aralarında çatışmalar olacağı tabii idi. Nitekim aralarında çatışmalar
başlamıştır.Tabgaç hükümdarları arasında Sseu diye geçen Kouei’nin halefi bilhassa Çin üzerinde büyük
baskı yapmış, Çin İmparatorluğu’nun başkenti Lo-yang’ı zaptetmiştir. 423’te ölünce yerine
oğlu şöhretli Tao geçmiştir. Tao, Tabgaçların en büyük hükümdarı olmuştur. Bu, önce JuanJuanları
hezimete uğratıp kuzeyden gelen baskıyı hafifletmiş, onları durdurmuştur. Civarda
bulunan küçük Hun devletlerini birer birer kendine bağlamıştır. Kansu’daki son Hun krallığını
da 439 yılında ortadan kaldırarak Tabgaç hâkimiyetine sokmuştur. Tao uzun hükümdarlığı
zamanında büyük bir kudret halinde ortaya çıkmış, Kuzey Çin’e hâkim olmuştur. Bununla da
iktifa etmeyerek, Çin için hayati önemi haiz İpek Yolu’na el attı. İç Asya’daki şehir
krallıklarını kendisine bağlamaya başladı ve bunu 448’de tamamladı. Bu suretle İpek
Yolu’nun muazzam varidatı Türklere intikal etti. Bu şehir devletlerine muhafızlar tayin
ederek, muntazam yıllık vergi almakla yetindi.
Tao bilhassa süvarilere ehemmiyet vermiş, Türk ordusunun teşkilat ve ruh bakımından
bozulmamasına şuurlu olarak itina etmiştir. Türklerin rakibi ancak Çin’dir. Çin’in de kuvveti
kalabalığıdır. Tao eski Türk nizamını devam ettirmiştir. Tao’ya göre “Türk süvarileri kurt,
kaplan, Çinliler tay, düve gibidir”. Bunlar bir iş yapamaz hâkimiyet bizde kalır demektedir.
“Çin bizce bir devlet olarak problem değildir, ancak bu pozisyonun muhafaza edilmesi
lazımdır” diye tavsiye ediyordu. Bundan dolayı devletin asıl sıklet merkezini bozkırda tutmuş,
güneydeki Çin şehirlerine yaklaşmamış devletin merkezini güneye taşıması hakkında yapılan
tavsiyelere katiyen yanaşmamıştır. Bu sebeple birinci sınıf bir Budizm düşmanıdır. Budizm’in
Türk cemiyetinde yaptığı tahribatı yakinen bilmiştir. Her yerde Budist rahiplerini takip
ettirerek dünya işleriyle ilgilerini kesmiştir. Görülüyor ki laiklik fikri Türklerde hayli, eskidir.
Budistlerin mukavemetinde herhangi bir budistin mabetleri dışında faaliyet gösterirse takibata
uğrayacağını ilan etmiştir. İşte bu devir Tabgaçların en parlak zamanıdır.
Ancak bu böyle devam etmemiş halefleri devrinde iş tersine dönerek bunlar Budizm’i himaye
eder olmuşlardır. Tao’nun torunu Siun zamanında 452-465 Budizm itibar kazanmıştır.
Tao’nun aldığı önleyici tedbirler kaldırıldıktan başka Budizm’i himaye eder kanunlar
çıkarılmaya başlandı. Eski Türk adet ve ananeleri ihmal edildi. Budizm süratle yayılmış,
Budist sanatı da büyük hamle yapmıştır. Budist sanatının parlak devri Türk himayesine
tesadüf eden devirdir. En güzel Budist sanat eserleri Çinlilerin Wei adını verdikleri bu sülale
devrinde yapılmıştır. Sanat tarihinde Wei sanatı aslı hususi devir bu Türk himayesi devridir.
Budizm çiçeklenirken Türkler muvaffakiyetler de elde ediyorlardı. Juan-Juanlar yenilmiş,
Çinliler başkaldıramaz olmuşlardı. Bazı Çin şehir ve bölgeleri de zaptedilmiştir. Lakin artık
Türk kuvvetinin çökme alametleri de görülmeye başlamıştı. 470’de Tabgaç hükümdarı Budist
mabedine rahip olmak için hükümdarlığı terk etti. Yerine geçen oğlu Hong uzun zaman
hükümdarlık yapmış 471-499, icraat olarak bütün kuvvetiyle Budizm’i himaye etmiştir. Hong
devrinde Budizm büsbütün yayılarak Tao’nun düşündüğü tahribat gerçekleşmiştir. Budizm
sanatının en nefis yadigârları daha ziyade bu devirden kalmıştır. Ancak bütün bunlar Tabgaç
Türk idaresinin aleyhinde olmuştur. Tabgaç Türkleri yavaş yavaş Budizm yoluyla dindarlık
gayretiyle Çinlileşmişlerdi. Çince öğrendiler. Çinlilerle akraba oldular, bu suretle Çinlileştiler.
İmparator Hong bütün bunları elinden geldiği kadar destekliyordu. Nihayet Hong devlet
merkezini Çin’in tam ortasındaki Lo-yang’a nakletti. Bütün bunların üstüne Türk dilini de
yasak etti, resmî yazışmalardan Türkçe ibareleri çıkarttı. Eski Türk örf, âdet ve ananelerini,
yani Türklükle ilgili bütün hatıraları resmen yasaklayan bir emrini 495’de ilan etti. Artık bu
tarihten sonra biz Tabgaçları Türk tarihi açısından ele almıyoruz. Zira bu devlet Türklükten
çıkmıştır. 495’den sonraki Çinlileşmiş Tabgaç Devleti Budizm’in bir numaralı hamisi
kesilmiştir. Tabgaçlar VI. asrın I. yarısında doğu ve batı Wei’ler olmak üzere ikiye ayrıldılar,
zayıfladılar. Yer yer Juan-Juanlarla da mücadeleye giriştiler. Çin hâkimiyetine girerek yok
olmaya yüz tuttular.
Bu suretle Asya Türk tarihinde Hunlardan sonra ikinci bir toplanmayı temsil eden
Göktürklere doğru geçilmektedir.
Yrdc. Doç. Dr. ALİ AHMETBEYOĞLU

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

26

Saturday, 9.01.2016, 00:26

MUKAN'DAN SONRA GÖK-TÜRK HAKANLIĞI

Mukan'ın yerine kardeşi TAPO geçti. (572-581) Kudretli hakanlığın yeni hükümdarını tebrik etmek için Çin'deki Çu ve Çi hanedanları heyetler gönderdiler. Çu heyeti 100.000 top ipekle Ötüken'e gelmişti. Çi heyetine ise bu devletin başkumandanı başkanlık ediyordu. Yeni Kağan Çu ve Çi imp. "oğullarım" diye hitap ediyordu. Bu bütün kuzey Çin'in Türk himayesine alındığını gösteriyordu.
Tapo ülkenin çok genişlediğini düşünerek doğrudan doğruya kendisi idaresinde bulunan kanadı ikiye ayırdı. Doğuya yeğeni İşbara'yı Batıya da küçük kardeşi Jo-Tan'ı "kağan" unvanları ile tayin etti. Bir Çin prensesi ile evlenmek düşüncesine kapılan Tapo,budist misyonerlerinin sözlerine kanarak Buda dinini korumağa kalktı. Halbuki bu dinin Türk bünyesine uymadığı yönleri kendisinden önceki yöneticiler tarafından ortaya konulmuştur. Bir Budist tapınağı ve Buda heykeli yaptırdı.
Tapo dış siyasette de yanlış adımlar etti. Çin'deki Çu hanedanı 577'de Çi'leri ortadan kaldırmıştır. Bir Çi prensi kaçarak Göktürklere sığınmıştı. Tapo bu prensi "Çin Kaganı " ilan etti. Bu durumdan dolayı Çu'larla arası açıldı. Kalabalık bir ordu ile Çin üzerine yürüdü. Kendisine yeni bir Çin'li prenses vaat edilince harekatı durdurdu. Fakat Çinlilerin yeni bir şartı vardı. Çin prensesinin karşılığında,Göktürk'lere sığınmış olan Çin prensinin teslimi isteniyordu.
Bir av esnasında bu prensin Çu'lar tarafından kaçırılmasına göz yumulduğu için Tapo'nun millet arasındaki itibarı çok sarsıldı. Böylece Göktürk birliğinde ve kültüründe çatlaklar belirmeye başladı.
Aynı yıllarda önemli bir hadisede İstemi Yabgu'nun ölümü oldu (576). Bu büyük şahsiyetin ölümü de Göktürk topluluğunda sarsıntılar yarattı. İstemi'nin hatırası da Türkler tarafından Mukan Kağan gibi saygı ile muhafaza edildi. Kitabelerde bile, resmi ünvanı "Yabgu" olan İstemi; "kağan" olarak belirtilmiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

27

Thursday, 4.02.2016, 12:55


HAKANLIĞIN İKİYE BÖLÜNÜŞÜ Bu sıralarda Göktürk imp., sınırları en geniş olduğu dönemleri yaşıyordu. Batıda Kafkasya'nın kuzeyine ulaşılmıştı. Bizans tehdit ediliyordu. Kırım'da Bizans'a ait olan ünlü KERÇ Kalesi Türk kuvvetleri tarafından feth edilmişti. Göktürk hakimiyeti doğuda Mançurya'dan batıda Karadeniz kıyılarına ulaşıyordu. (576) İstemi'nin yerine oğlu TARDU geçti. Cesareti ve savaşçılığı ile babasına benzeyen Tardu siyasi ihtirasını engelleyemedi, Tapo ise hakanın devlet bünyesinde açtığı yaraları büsbütün derinleştirdi. Mukan'ın oğlu, hakanlığın kendisine verilmiş olmamasından dolayı küskündü. Çinliler onu Tapo'ya karşı kullanarak Tardu'nun yanına gitmesini öğütlediler. Halbuki Mukan bile, onu kendi yerine namzet göstermemişti. Çünki annesi Türk soyundan değildi. Tapo ölürken bu prensin hakan olmasını vasiyet etmişti, fakat devlet meclisi bunu kabul etmeyerek İŞBARA'yı hakanlığa getirmişti. Çin Göktürkler arasındaki bu ayrılığı körüklemeye devam etti. Mukan'ın oğlu ile İstemi'nin oğlu birleşerek yeni hakanla savaşa hazırlandılar. Doğudaki İşbara Kağan'da o sırada bir başka Çinlinin Çu prensesi olan karısının telkinlerine kapılmıştı. Bu prenses Çu'ları yıkarak Çin'de iktidarı ele geçiren Sui hanedanından, kendi ailesinin öcünü almak için İşbara'yı sıkıştırıyordu. İşbara Çin'e kuvvet sevk etti. Sui imp.ise 10.000 kadar Türk'ü Çin'den uzaklaştırdı. Bunlar eskiden beri Çin şehirlerinde ticaretle uğraşıyorlardı ve dostluk münasebetleri çerçevesinde bazı imtiyazlara sahip bulunuyorlardı. İşbara'nın ordusu ile Çin'e girmesi üzerine Çin entrikaları büsbütün yoğunlaştı. Çin imp.derhal Tardu'ya altın kurt başlı bir sancak gönderip onu Göktürk hakanı olarak tanıdığını bildirdi. İşbara, Çin'de düşman askerlerine ilaveten kendi kumandaları arasına sokulmuş bölücü eğilimlerle de mücadele ederken Tardu, hakanlığın doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanımadığını ilan etti. (582) Çin'de 350 yıldan beri ilk defa siyasi birlik kurulmuştu. Sui sülalesi,sonraki kudretli TANG Hanedanına siyasi yönden basamak vazifesi görmek üzere iktidarı ele geçirmişti. Bu iktidarın başladığı yıllarda, Göktürk hakanlığı ise resmen ikiye bölündü.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

28

Sunday, 21.02.2016, 23:11



Göktürk hanedanın 10. büyük hakanı olan Çuluk Kağan'ın küçük oğlu olan Kürşad 'ın
Çin sarayındaki esir Türk beyleri ve ileri gelenlerini kurtarmak için giriştiği baskındır.

Göktürk devleti bu çağda Çinin egemenliği altındaydı. Yüzbinlerce Türk Çinin esiri durumundaydı. Bu durumun önüne geçmek için 39 Türk soylusu bir araya gelerek Kürşad etrafında plan hazırladılar. Ancak hareket başarılı olursa Kürşad siyasetten çekilecek; hükümdar olmayacaktı. Hareketin tamamen milli nitelikte olduğundan kimsenin şüphe etmemesi gerekiyordu. Bu Kürşadın kendi fikriydi. Kağan olmama fikrini kendisi söylemişti. Bunun üzerine Kürşad' ın ağabeyinin oğlu kağanlık için seçildi.
Çin 50 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık devletiydi. 18. Tang hanedanı Li Şih-min 40 yaşındaydı. 13 yıldan beri tahtta bulunuyordu.

Kürşad ve arkadaşlarının planı: Çin imparatoru esir edilerek Türk iline kaçırılacak, sonra Çin egemenliğindeki Türk toprakları ve Çin sarayındaki Türk soyluları ile değiştirilecekti.

Çin imparatoru kılık değiştirerek her gece başkent Çanganda dolaştığı Türkler tarafından haber alınmıştı. İmparatorun bir sokak baskınıyla esir edilmesi kolaydı. Ancak baskının kararlaştırıldığı gece fırtına ve sağnak yağmur patlak verdi, imparator saraydan çıkmadı. Kürşad geçikilirse harekatın duyulup esir Türklerin kılıçtan geçirilmesinden korktu. Buna bağlı olarak, 39 arkadaşı ile Çin sarayını bastı. İsyancı 40 Türk kahramanı pek çok Çinli askeri öldürdü. Ancak sayı olarak başa çıkamayacakları için geri çekilmeye başladılar. Sağ kalan Türklerin arkasından giden Çin ordusu, fırtına ve sağnak yağış nedeniyle taşan Vey ırmağı kıyısında karşılaştılar.Burada son kalanlarda Çin askerleriyle savaşarak öldüler.

Çin ve Türk tarafının yıllarca unutmadığı ve konuştuğu bu olay, Çin kaynaklarına Kürşad olayı olarak geçti. Bu olaydan sonra Türk steplerinde bağımsızlık şuuru güçlendi. Sürekli olarak sonu başarısızlıkla sonuçlanan isyanlar ve baskınlar yapıldı. Bu isyandan 42 yıl sonra Türkler Kutluk Devletini (2.Göktürk İmparatorluğu) kurarak bağımsızlıklarını tekrar kazandılar.

Kürşad ihtilali neticesinde başarısız olsada, genel olarak Türk tarihinde bilinen ilk bağımsızlık hareketidir. Kürşad ve 39 arkadaşının, ölümüne pahasına özgürlük için savaşması Türk Milliyetçiliği duygusunun sembollerinden olmuştur.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

29

Friday, 18.03.2016, 15:46


Göktürklerin ikiye ayrılışı
Hunların soyundan gelen Aşina boyu tarafından Orta Asya’da yeni bir devlet kurulmasından; akabinde bu Göktürk Devleti’nin iç çekişmeler sonucu ikiye ayrılışından daha önce bahsetmiştik. Şimdi ise kurulmuş olan bu devletin ikiye ayrılışından sonraki dönemi ele alacağız.

Batı kanadını yöneten Tardu ile doğu kanadını yöneten ve aynı zamanda tüm devletin hükümdarı olan Işbara Kağan’ın taht mücadelesi yüzünden aralarının açılması sonucunda Göktürk Devleti; 582 yılında fiilen ikiye ayrılmıştır. Bu ayrılığın gerçekleşmesinde Tardu’nun taşıdığı ihtiras ve güç aşkı özellikle etkili olmuştur. Çünkü; Doğu Göktürklerini tanımayıp devlet yönetimini eline almak isteyen Tardu sebebiyle iç huzursuzluklar patlak vermiştir.

Devlet için böyle bir zaaf meydana gelince de dış güçlere malzeme çıkmıştır tabii: Çin bu. Boş durur mu?.. Türk geleneğine göre zaten doğu hükümdarı Işbara Kağan’ın devletin başında sayıldığı için Çin tam tersini yapmış; batı hükümdarı Tardu’yu destekleyip kışkırtmış ve bölünmenin daha da üzerine gitmiştir. Hatta; Işbara Kağan’ı es geçerek Tardu’ya elçiler ve hediyeler göndererek diplomatik olarak da Batı Göktürk Devleti’nin kuruluşunu tanıdığını belirtmiştir.

582 yılından itibaren ayrılan Göktürklerin doğu kanadında işler pek de yolunda gitmemiştir. Çinlilerin; doğu Göktürklerinin İpek Yolu’ndan faydalanmalarını engellemeleri ve Türk tüccarları sınırdışı etmesi üzerine devlet ciddi bir ekonomik çöküntü yaşamış; açlık ve kıtlık baş göstermiştir. Bu duruma çare olması umuduyla Işbara Kağan Çin’e bir sefer düzenlemiş, fakat bu sefer başarısızlıkla sonuçlanmış ve durum daha da kötüleşmiştir. Öyle ki; doğudaki Türk boyları batıya göç etmeye ve Işbara Kağan’ı terk etmeye başlamıştır. Sonunda hiçbir çare kalmadığını fark eden Işbara Kağan; 585 yılında pes etmiş ve Çin hakimiyetini kabul etmiştir.
Çinlilerin asimilasyonunu ve sömürüsünü daha fazla gururuna yediremeyen Işbara Kağan 2 yıl sonra; 587’de vefat etmiş ve yerine sırasıyla Baga, Tulan ve Şi-Pi Kağan geçmiştir.

Aynı süreç içerisinde Batı Göktürkleri için de durum pek iç açıcı değildi. Aslında; 590’lı yıllarda Tardu’nun akıllı bir hamle yaparak daha batıya; Bizans’tan dolayı zayıf düşen Sasani İmparatorluğuna yönelmesiyle devlet biraz da olsa güçlenmiştir. Ama 600 yılında Tardu; yine hırsının kurbanı olarak Çin’e de sefer düzenlemiş ve başarısız olmuştur. Çünkü Çin; Türk askerlerinin kullandığı su kaynaklarını zehirlemiş ve ciddi kayıplar verdirtmiştir. Meydana gelen zayıflamadan sonra da çeşitli Türk boyları Tardu’ya isyan etmiş ve 603 yılında Tardu’yu öldürmüşlerdir.

Tam bu zaman dilimi; yani 600’lü yılların başı; hem doğu hem de batı Göktürk Kağanlıkları biraz da olsa toparlanmıştır. Şöyle ki; Şi-Pi Kağan kendi döneminde Doğu Göktürklerinin iç karışıklıklarını sonlandırmış ve Çin’e yeniden karşı koyabilecek güce gelmiştir. Sonunda da Çin’e her yıl verilen haracı ve Çin boyunduruğunu reddetmiş; üzerine gönderilen orduyu da yenilgiye uğratmıştır. Dolayısıyla 619 yılında Şi-Pi Kağan’ın ölümüne kadar devlet; kısa da olsa o eski görkemli zamanlarını yaşamıştır.

Batı Göktürk Devletinde ise 618 yılında Tardu’nun torunu Tong Yabgu başa geşmiştir. Onun döneminde yeniden güçlenilmiş; Doğu Göktürklerinin Çin’e vurduğu darbenin yardımıyla da toparlanılmıştır. Yani; yaklaış 40 yıl önce gereksiz yere ayrılan kardeşler farkında olmadan birbirlerine yardım etmiştir.:) Fakat 1 yıl sonra; 619 yılında Sasanilerle yapılan savaş kaybedilmiş ve Batı Göktürk Devleti tekrar toparlanamamak üzere zayıflamıştır.

Doğu Göktürk Kağanlığı; 619’da Şi-Pi’nin ölümünden sonra 11 yıl daha bağımsız kalabilmiş; 630 yılında Çin egemenliğini kabul etmiştir. Batı Göktürk Kağanlığı da 628’de Tong Yabgu’nun ölümünden sonra birçok hükümdar değiştirerek iyice zayıflamış ve 658 yılında Çin egemenliğine girmiştir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

30

Friday, 15.04.2016, 16:01

stemi Yabgu ve Batı Tarafı

552 yılında Juan-juanları ortadan kaldırmak suretiyle Göktürk Devleti'ni tesis eden Bumın Kağan ülkenin batı kısımlarının idaresini kardeşi İstemi'ye vermişti.46 İstemi de yabgu unvanıyla 552-576 yılları arasında devletin batı kanadını doğudaki Büyük Kağan'a bağlı olarak idare etti. Bundan dolayı İstemi Yabgu ve oğlu Tardu'nun 582 yılına resmen ikiye ayrılana kadar olan faaliyetlerini I. Göktürk Devleti içinde mütalaa etmek gerekmektedir.

Kaynakların ifadesine göre bugünkü Doğu Türkistan'ın doğu ucunda bulunan Hami şehrinden, Karadeniz'e kadar uzanan geniş saha İstemi Yabgu'nun idaresinde idi. Onun yazlık ve kışlık olmak üzere iki merkezi vardı. Güney merkezi şimdiki Karaşar (Yen-ch'i) şehrinden kuzeye yedi günlük mesafede idi.47 Görüldüğü gibi çok geniş bir sahaya hakim olan İstemi Yabgu, ağabeyi Bumın ve onun oğullarının doğuda devletin sınırlarını genişlettiği sırada, batı bölgelerinde büyük çapta fütuhat hareketine girişmişti. İlk önce Altay Dağlarının batısından başlayarak Hazar Denizi'ne kadar uzanan sahada dağınık vaziyette yaşayan48 Töles ve On Ogur boylarını itaati altına aldı. Soğdlularla meskun olduğu bilinen Batı Türkistan şehirlerinin çoğunun İstemi Yabgu'nun eline geçmesiyle Çin'den Akdeniz'e ulaşan İpek Yolu'na Göktürkler hakim oldular. Ancak bu sırada Türk asıllı bir başka devletle de komşu haline gelinmişti. Kaynaklarda Akhun ve Eftalit (Çince Ye-ta) adıyla zikredilen söz konusu devlet M.S. 350 yılından beri Kuzey Afganistan ve Maveraünnehir havalisinde hüküm sürüyor, İpek Yolu ticaretini elinde bulunduruyordu.49 Göktürklerin kısa zamanda rakip olarak ortaya çıkması her iki Türk Devleti'ni hakimiyet konusunda birbirleriyle mücadeleye sürükledi. 556 yılında İstemi kumandasındaki Göktürk ordularının baskınlarına maruz kaldı. Göktürk ordularının baskılarına uğrayan Akhunlar, daha önce 545 yılında münasebet tesis ettikleri Çin'deki Batı Wei imparatoruna 555 ve 558 yıllarında da elçilik heyeti göndermişlerdi. Çin'e giden son iki elçilik heyetinin İstemi'nin baskısına karşı olduklarını söylemek mümkündür. Ancak, çok geçmeden Mukan'ın idaresindeki kuvvetler tarafından mağlup edilen Akhun Devleti 557 yılında yıkıldı. Çin kaynaklarının adını Mukan olarak verdiği Göktürk orduları kumandanının yanında İstemi'nin de olması, kuvvetle muhtemeldir. Bundan önce siyasi platformda da faaliyetlere girişen İstemi, Sasani Şehinşahı Anuşirvan ile anlaşıp kızını İran hükümdarına verdi ve evlilik ittifakı kurdu. İstemi'nin kızının adı İslam kaynaklarında (Taberi, Mesudi vb.) Fakim olarak geçmektedir. Bu kız Sasani İmparatoriçesi olmuştu.50 Göktürk orduları kuzeydoğudan saldırırken, Sasani kuvvetleri de batıdan hücuma geçerek, Akhun Devleti'ni kolayca yıktılar.51Yıkılan Akhun Devleti'nin toprakları Ceyhun nehri sınır olmak üzere, Göktürkler ve Sasaniler arasında paylaşıldı.52 Neticede Maveraünnehir, Fergana'nın bir kısmı, Kaşgar, Hoten ve Batı Türkistan'ın önemli şehirleri Göktürk Devleti'ne bağlandı. Dolayısıyla meşhur İpek Yolu ve bu yolda ticaret yapan Soğdlular İstemi Yabgu'nun eline geçmişti.

Akhunların ortadan kalkmasıyla Göktürk Devleti batıda tam anlamıyla Sasani İmparatorluğu'yla sınır olurken, aynı zamanda siyasi olarak çağının dünyasının iki büyük devleti Bizans ve Sasanilerle temasa geçmiş, onlarla bir seviyeye yükselmişti. Bundan sonra Sasani Hükümdarı Anuşirvan, Batı Göktürklerine vergi vermeye başlamıştı. Bununla birlikte yeni siyasi gelişmeler olmaya başladı. Sasani İmparatorluğu, Maveraünnehir ticaret yolunu tamamen eline geçirmek istiyordu. Bu sebepten ülkesinden Akdeniz ve Bizans limanlarına yapılan ipek ticaretini durdurdu.

Böylece Göktürklere bağlanmış olan tüccar Soğd kavimini ekonomik zorluklara sokacak, hem de Göktürkleri ipek transit vergisinden mahrum edecekti. Ayrıca İstemi'nin gönderdiği elçileri hile ile öldürttü. Bu esnada batıda askeri harekata devam eden İstemi, sınırlarını Hazar Denizi'ne kadar ulaştırdı.53 Daha önce gönderilmiş iki elçilik heyetine de iyi davranmayan Anuşirvan, birinci heyetin getirdiği ipekleri hemen satın alıp, elçilerin gözü önünde yakmış, elçiler geri dönmüş, ikinci elçilik heyetini de gizlice zehirleterek öldürmüş; İran sıcağına dayanamadıkları için kendileri öldükleri yalanını yaymıştı. İstemi, bu yalana inanmamış olmasına rağmen yine de Sasanilerle münasebetlerini hemen kesmedi. Soğdlu Maniakh'ın tavsiyesine uyarak, yeni bir müttefik arama yoluna gitti.

567 yılına adı geçen Soğdlu başkanlığında bir heyeti Hazar Denizi'nin kuzeyi, Kafkasya üzerinde Bizans'ın başkenti İstanbul'a gönderdi. Eskiden beri Sasanilerle Bizans'ın arasının iyi olmadığını Soğdlular biliyorlardı. Kurulacak Bizans-Göktürk ittifakı neticesinde Sasaniler zor durumda kalabilirlerdi. Göktürk elçileri ellerinde bir Türkçe (İskitçe) mektupla vardıkları İstanbul'da çok iyi karşılandılar. Bizans'a ilk defa bilinmeyen bir ülkeden elçi geliyordu. Elçiler yanlarında çok kıymetli hediyeler de getirmişlerdi. İstemi'nin gönderdiği mektup, İmparator II. Justinos'a okundu. Tarihte Orta Asya'dan Bizans'a gönderilen bu ilk elçilik heyetinin başarısı, İmparator Justinos'un hemen cevap verme ihtiyacı duymasından gayet iyi anlaşılmaktadır. 569 yılı Ağustos'u başında bir Bizans elçilik heyeti ittifak anlaşması yapmak üzere Göktürk ülkesine doğru yola çıktı.54

Bizans elçilik heyetinin başında Zemerkos bulunuyordu. Türk elçileriyle beraber hareket eden Bizanslılar, Karadeniz, Kafkaslar, Hazar Denizi ve Aral Gölü arasından Talas nehri boyundan Tanrı Dağları silsilesindeki Ak-dağ (Bizans Ek-tağ, Türkçe Altın Dağ ve Çince Pai-shan)55'da bulunan İstemi Yabgu ile Bizans, Sasanilere karşı sağlam bir ittifak anlaşması yaptılar. Hatta bu sırada İstemi'nin yanına gelen bir Sasani elçisine yüz gösterilmemişti. Bizans elçisinin dönüşünde yazdığı hatıraları Göktürk hayatı hakkında zengin bilgiler ihtiva etmektedir56

Başarıya ulaşan İstemi'nin politikası neticesinde Bizans-Sasani savaşları 571 yılında başladı. Bu arada batıya doğru Göktürk ilerleyişi devam ediyordu; Kafkaslar'ın kuzeyindeki Kuban Irmağı havzası, sonra Azerbaycan, Göktürklerin eline geçti57 Ancak, Bizansların yaptıkları ittifaka uygun hareket etmemeleri üzerine ilerleme durdu. Bizanslıların anlaşmayı bozan bu davranışları 576 yılında İstemi'nin ölümü sıralarında İmparator II. Tiberius tarafından gönderilen elçi Valentinos'u Aral Gölü havalisinde karşılayan Türk-Şad tarafından suçlanmasından anlıyoruz.58

Aslında elçilik heyeti daha evvel yapılmış olan askeri ittifakın yenilenmesi için gönderilmişti. Bizans elçisi, Türk-Şad'a (Turksanthos) aşırı nezaket göstermiş; ancak, şad, "Bizanslıların yalancılığını ve imparator ile aynı ip üzerinde oynadıklarını; on diliniz var ama, hileniz birdir'' diyerek parmağını ağzına soktu. Sonra kendilerinden kaçan Avarları (Varhonitalar) kabul ettiklerini ve Pannonia'ya yerleştirdiklerini, şimdi nasıl olur da ittifaktan bahsettiğini, Avarlarınn eninde sonunda atlarının altında çiğneneceklerini belirtti. Türk-Şad, ayrıca Göktürk elçilerinin neden Kafkasya'nın güç ve tehlikeli yollarından götürüldüklerini, kendilerinin aslında Dnyeper, Tuna ve Meriç nehirlerinin nerelerden aktıklarını bildiklerini açıkladı. Alan ve Utigurların (Oguz Ogur) Göktürkler tarafından itaat altına alınışının Bizanslıların göz önüne getirmelerini ve doğudan batıya bütün kavimlerin efendilerinin Göktürkler olduğunu iyice bilmeleri gerektiğini söyledi.

Bundan başka Bizans elçileri, Göktürkleri en büyük yasları sırasında rahatsız etmişlerdi. Çünkü o sırada İstemi Yabgu ölmüştü ve matemi tutuluyordu. Üstelik yas törenine uymayıp yüzlerini bıçakla kesmemişlerdi. Türk-Şad'ın tepkisini daha fazla çekmemek için, elçiler bütün bu hakaretlere razı oldular.

Yas töreni bittikten sonra da Türk-Şad'ın Bizans elçilerine tehditleri devam etti. Kırım'da Kerç (Bosforos) Kalesi'nin fethedileceğini söyledi. Türk-Şad'ı kızdıran bir başka olay da Azerbaycan'da Türk ilerleyişini durdurmak için Sabar Türkleri kütlelerinin Bizans tarafından ortadan kaldırılmasıdır. Bundan sonra Bizans elçisi Ak-Dağ'da bulunan Tardu'nun yanına gitti. Dönerlerken, yine Türk-Şad'ın kumandanlarından Bukan (Bukhanus, Bohan), Kırım'daki Bizanslılara ait Kerç Kalesi'ni zaptetti. Bu Göktürklerin batıda ulaştığı en son noktadır.

İstemi'nin ölümünden sonra yerine oğlu Tardu geçti. Onun hakkında tarih bilgileri ancak, 581 yılından sonra bulabiliyoruz.
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl