Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

1

Thursday, 18.02.2016, 12:07

Müziğin Tarihİ

Müzik en eski sanat dallarından biridir. Tarihöncesi devirlerde kuşların ötüşünden, suların şırıltısından, yağmurun sesinden, rüzgârın ve kıyıya vuran dalgaların uğultusundan esinlenen ilk insanlar, içi boş bir kütüğe deri geçirip vurarak, hayvan bağırsaklarından yapılan ipleri çekerek, boynuz, kemik ya da odundan boruları üfleyerek doğadaki sesleri taklit etmeye başladılar. Başlangıçta işaret vermek amacıyla kullandıkları bu sesleri sonraları hoşlarına gidecek biçim
de düzenleyerek kendi ilkel müziklerini yarattılar. Eski zamanlardan beri müziğin, dinsel törenlerde önemli bir yeri oldu. Günümüze ulaşabilen en eski müzik yazmaları Hindistan'da 3.000 yıl öncesinden kalma Veda ilahileridir.

Müzikle ilgili ilk kuramları geliştiren Eski Yunanlılardı. Müzik ve dansın insanların yaşamında önemli bir yer tuttuğu Eski Yu-nan'da, şairler lir eşliğinde destanlar söylerdi. Müzik sözcüğü. Eski Yunan'da sanatın esin tanrıçaları olduğuna inanılan Musalar'ın adından türetilmiştir. Bununla birlikte o dönemde mousike sözcüğü, Musa-lar'ın koruması altındaki her sanat ya da bilim dalı için kullanılan genel bir terimdi. İÖ 6. yüzyılda akustiğin temelini kuran Pisagor (Pythagoras) müziği matematiksel yoldan çö-zümleyerek, bir sesin yüksekliği ile telin uzunluğu arasındaki ilişkiyi saptadı, Belirli uzunlukta-Kİ bir telde çalman notanın frekansının, iki kat uzunluktaki bir telde çalman notanın frekansının tam iki katı olduğunu buldu.

Çinliler de Eski Yunanlılar gibi müziğin sevinç ve keder gibi duygular uyandırmaktaki gücünün bilincindeydiler. Müziğin tanrısal bir gücün yankısı olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç daha sonraları da sürdü ve Hıristiyan-lık'ın ilk yıllarından başlayarak, müzik etkili bir dinsel anlatım aracı oldu. Müzik sözün taşıyıcısı olarak kullanıldı. Melodi dinsel metnin aydınlatılmasına yardımcı oldu. Martin Luther de içinde olmak üzere önde gelen Hıristiyan din adamları müziğin yalın ve dindarlığı güçlendirici olmasından yanaydılar.

Müziğin kuramsal gelişimi tarih boyunca çeşitli evrelerden geçti. Ortaçağda dinsel müzik bugün tonalite adı verilen majör ve% minör ses dizileri dışında kalan ses dizilerine yani morlara göre yazılıyordu. Tonalite ve oktav (birinci sesten sekizinci sese kadar olan aralık) 17. yüzyılda geliştirildi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

2

Thursday, 18.02.2016, 12:08


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

3

Thursday, 18.02.2016, 12:10


Tanbur çalan ilk insan Babil hudut taşı üzerindeki kabartma - M.Ö 1600

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

4

Thursday, 18.02.2016, 12:12


Tanburi Cemil Bey

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

5

Thursday, 18.02.2016, 12:15




Davul ve zurna çalan müzikçiler Kargamış Saray kapısındaki ortostat
kabartmalarından, Geç Hitit Dönemi M.Ö 900 ( Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi)

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

6

Thursday, 18.02.2016, 12:18


Seikilos Mezar yazıtı:
Tralleis antik kentinde: MÖ.200 ve MS.100 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, Seikilos isimli bir şahsın; karısı veya oğlu Euterpe’nin mezar taşında; taşa kazınmış halde “notalar” görülür ve bunların, tarih sahnesinde, bilinen ilk müzik parçasının notaları olduğuna inanılır. Çünkü: Pergamon krallığına bağlı bir kent olan Trailes’de: her yıl “Athena” ve “Eumeneia”da olduğu gibi, Pergama krallarının onuruna, düzenli olarak dinsel içerikli oyunlar ve müzikal şenlikler düzenlenirmiş.

Grekçe olan şiirin Türkçe sözlerini ise şöyle:

”Yaşadığın müddetçe dertsiz tasasız ol/Hiçbir şeyin seni üzmesine izin verme/Hayat çok kısa/Ve zaman her şeye gebedir.”

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "lale_zar" (18.02.2016, 12:23)


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

7

Thursday, 18.02.2016, 12:26


Müzik tarihi, müzik sanatının doğuşundan günümüze kadar olan evrelerini ve farklı kültürlerde aldığı biçimleri, sosyal ve siyasi değişimlerin müziğe olan etkilerini ve neden sonuç ilişkilerini inceleyen bilgi dalıdır. Diğer tarih dallarında olduğu gibi (uygarlık, felsefe, siyasal tarih vb.) müzik tarihi de tarih biliminin araştırma ve inceleme yöntemlerini uygular. Müzik tarihi konusunda bilgi sahibi olmak en az temel müzik bilgilerini öğrenmek kadar önem taşır. Müzik, duyguların seslerle anlatıldığı bir sanat dalıdır. Farklı müzik türlerini tanımak, seslerin bugün kullandığımız şekle nasıl ulaştığını, notaların nasıl isimlendirildiğini, seslendirdiğimiz eserin bestecisinin yaşamını, çaldığımız çalgının tarihsel gelişimini, insanlık tarihinde olan değişimlerin müziğin gelişim sürecine olan etkilerini bilmek, bilgilerimizin derinleşmesini ve daha iyi bir anlatım gücüne sahip olmamızı sağlar.
Yunan mitolojisinde Zeus’un ve Mnemosyne (Minemosin)’in dokuz kızı olan Muslar; edebiyat, bilgi, dans ve müzik tanrıçaları olarak tanınırlardı. Mus’ların lideri Apollon lir çalarken onlar da dans eder, tanrıları eğlendirirlerdi. Elenika (Yunanca), Turkika (Türkçe), İtalika (İtalyanca) örneklerinde olduğu gibi Yunancada kelimenin sonuna gelen –ike veya –ika takısı, o kelimeye konuşulan dil anlamını kazandırır. Yunanca Mousike (müzik) kelimesi, mus kelimesine eklenen –ike takısıyla ortaya çıkmıştır ve Mus’ların konuştuğu dil anlamına gelir.
A. MISIR UYGARLIĞI (MÖ 4000)
Yeryüzündeki en eski uygarlıklardan biridir. Mısırlılarda dans önem taşır. Bu uygarlıkta müzik yapmak,
erkeklerden çok kadınlara yakışan bir sanat olarak kabul edilirdi. Flüt, arp, davul, def, darbuka, sistrum, çifte
flüt, trompet, üçgen arp, kitara, su orgu, Eski Mısır’ın önemli çalgılarıdır.
B. SÜMER UYGARLIĞI (MÖ 4000-2300)
Bu uygarlıkta müzik son derece önemliydi. Tapınaklarda, düğünlerde, bayram ve ölü törenlerinde müzik
başta gelirdi. Müzisyenler kadın ve erkeklerden oluşurdu. Arp, lir, ut, çift flütler, trombon, davul en önemli çalgılarıdır.
Günümüzde kullanılan nefesli çalgılardan ney, Sümerler döneminde nay adıyla kullanılırdı.
C. ÇİN UYGARLIĞI (MÖ 3000)
Çin uygarlığında müzik, duyguların sesidir. Müziğin alt yapısını pentatonik anlayış oluşturur. Davul, zil,
sistrum, bambu flüt, ağız orgu (şeng), gonglar ve çeşitli çanlar Eski Çin’de kullanılan çalgılardır.
Ç. HİNT UYGARLIĞI (MÖ 2000)
Hint uygarlığında yazılan dinî içerikli Samaveda isimli kitap, dünyanın bilinen en eski ezgilerini barındırır.
Hintliler bir ezginin ses yapısına Raga, o ezginin içerisindeki ritmik dokuyu belirleyen yapıya ise Tala adını vermişlerdir.
Her Raga’nın belli bir ruh hâlini yansıttığına inanılırdı. Hint müziği makamsal yapıdadır. Yarım sesten
küçük aralıkları içerir. Vina, sitar, rebab, ramsinga, nakkare, çıngırak ve zil gibi zengin çalgı çeşitlerinin çoğu,
Hindistan’da bugün de kullanılmaktadır.
D. İBRANİ UYGARLIĞI (MÖ 950)
İbranilerde müzik, yalnızca tapınmak için kullanılırdı. Elimizdeki birçok bilginin kaynağı İbranilere aittir.
Dinî törenlerde ilahiler antifon yöntemi ile seslendirilirdi. Bu yöntemle dinî töreni yöneten din adamı, ilahinin
dizesini ya da ilk yarısını okur, sonra halktan oluşan koro ikinci yarısını söyleyerek bütünlüğü sağlardı. Kinnor,
nebel, pesanterin, şofar, tulum, kaval, tof ve bronz ziller İbrani müziğinin başlıca çalgılarıdır.
E. YUNAN UYGARLIĞI (MÖ 700)
Bu uygarlık, Arkaik Yunan, Altın Çağ ve Helenistik Çağ olmak üzere üç bölümde incelenir. Eski Yunan’da
müzik, önceleri tamamen dinî amaçlı yapılırken zaman içinde dans, şiir, dinî törenler birbirinden ayrılmaz bir
bütün olarak ele alınmaya başlandı. Ayrıca müzik tek sesli, vurmalı ve üflemeli çalgı eşliğinin kullanıldığı erkek
korolarından oluşurdu. Aulos, lir, flüt ve kitara en eski eşlikçi Yunan çalgılarıdır.
Homeros, İlyada ve Odysseia adlı eserinde müziği, ilahî bir uyarı, insan kişiliğini etkileyen bir güç (ethos)
olarak gösterir. Eski Yunan’da müziksel düşüncenin gelişimini etkileyen filozofların başında Sisamlı Phytagoras
(Pisagor) gelir. Müziksel uyumu, matematik formülleriyle dile getirmiştir. Sekizli ve dörtlü aralıklardan oluşan
bu ses dizisi Phytagoras gamı adıyla anılmıştır. Pythagoras gamı monochord (monokord) adlı çalgı üzerinde
denenmiş, böylece bir müzik sisteminin doğru tonlanması (entonasyon) sağlanmıştır. Platon, ruhun ve evrenin
de aynı müziksel orantılardan oluştuğunu söyler. Aristoteles’e göre müzik ruhsal tutkuları dile getirir.
Yunan müzik düşüncesi ve kuramı Batı kültüründe yüzyıllar boyu derin izler bırakmıştır.
İlk Çağ uygarlıklarındaki müzik örnekleri konusunda yeterli bilgi yoktur. Müziğin toplumsal yaşama etkilerini çeşitli efsaneler, anıtlar, destanlar, kabartmalar, heykeller ve resimlerden öğreniyoruz. Müzik, eğlencelerde, düğünlerde, şölenlerde, hastalık tedavilerinde, cenaze törenlerinde, savaşlarda, dinî törenlerde yaşamın her alanında yer almıştır.

https://www.muzikogretmenleriyiz.biz/muzik-tarihi/

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

8

Thursday, 18.02.2016, 12:31


Türk müziği tarihi
Müzik insanla birlikte başlayan ve gelişen bir olgu olduğu için "Türk Müziği Tarihi" denildiğinde ilk Türklerden bu yana olan tarihi düşünmeliyiz. Türklerin atası sayılan Altaylılardan Hunlara, Göktürklere, Uygurlara, Karahanlılara, Gaznelilere, Selçuklulara, Osmanlılara ve Türkiye Cumhuriyetine gelinceye kadar geçen 6000 yıllık süre içinde müziğimiz kaçınılmaz olarak birçok değişime uğrayarak gelişmiştir.

Altaylılar, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde dinsel, törensel ve askeri müzik olarak gelişen müziğimiz ilk olarak Karahanlılar döneminde (840-1212) büyük Türk bilgini Farabi (874-950) Musikiye Giriş Kitabı ile Büyük Musiki Kitabı ile Türk müziğinin ilk kuram kitaplarını yazdı. Ayrıca bu dönemde Kaşgarlı Mahmut yazdığı ünlü Divan-ı Lügat-it Türk'te Türk müzik kültürüne ilişkin çok önemli ve kapsamlı bilgilere yer verdi.

Gazneniler döneminde, dönemin kültür ve sanat başkenti olan Gazne'de Türk Müziği; Arap, Fars ve Hint Müzik kültürleriyle yoğun bir etkileşim gösterdi, makamsal müziğin belli özelliklerini edindi.

Anadolu Selçukluları döneminde Türk Müzik Kültürü Klasik Türk Müziği ve Halk Müziği olarak yeni bir oluşum ve gelişim evresine girdi. İnançsal müzik bu dönemde - özellikle tekke müziği- Orta Asya Türk dinsel müziği birikimlerinin anadoluda harmanlanmasıyla çok gelişti.

Mevlana(1207-1273) kentsel tekke müziğinde, Yunus Emre (1240-1320) kırsal tekke müziğinde belirleyici oldular. Azerbaycanlı Türk bilgini Urmiyeli Safiyüddin(1224-1294) dizgesel Türk müziği sisteminin açıklamasını yaptı, ortaya koyduğu sistem ve kuramla tüm Orta ve Yakın Doğuya yayıldı ve yerleşti.

Yazdığı Kitab-ül Edvar ve Şereffiye daha sonraki tüm kuram kitaplarının temeli oldu. Aynı ülkeden Abdulkadir Meragi(1360-1435) Cami-ül Elhan kitabıyla ve diğer eserleriyle Türk müziğini ve onun kuramlarını daha da geliştirdi.

Osmanlı döneminde (1299-1922) Türk müziği üç kıtaya yayılarak tam bir dünya müziği oldu. Mehterhane, Enderun musiki mektebi, Mevlevihane ve tekkelerle müziğimiz çok yönlü ve etkin bir yapıya kavuştu. Yeni makamlar ve usuller kullanıldı, besteleme ve seslendirme açısından çok yüksek düzeylere erişildi.

Kuram ve kuramsal çözümleme geleneği canlılığını korudu, çok çeşitli kuram kitapları yazıldı. Çeşitli müzik yazı sistemleri oluşturuldu, bunlarla günümüze kadar ulaşan yüzlerce yapıt yazılaştırıldı, ancak belleğe dayalı meşk yöntemi etkinliğini sürdürdü. Türkiye Cumhuriyetinde ise batılılaşmanın da etkisiyle Türk müziği zaman zaman yasaklanmış, ihmal edilmiş ve özen gösterilmemiştir. Müziğimiz ancak bu işe gönül verenlerin gayretleriyle bugünlere gelmiştir.

http://www.turksanatmuzigi.org/bilgiler/…k-turk-musikisi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

9

Thursday, 18.02.2016, 12:39


Dilhayat Kalfa Osmanlı İmparatorluğu'nda besteleriyle ünlenen ilk müslüman kadın bestecidir.
Dilhayat Kalfa, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk kadın besteci olan Reftar Kalfa'dan sonra bilinen ikinci kadın bestecidir. Yaşamı hakkında neredeyse yok denecek kadar az bilgi olmasına rağmen, bestelerinin müzik kalitesi günümüze kadar tartışılmaz yerini korumuştur. Dilhayat Kalfa, adındaki Kalfa sıfatından da anlaşılacağı gibi, sarayda yetişmiş ve gene sarayda Kalfa rütbesi kazanacak önemli bir idari görevde bulunmuş bir kişidir.

Araştırmacı Talip Mert, 16.10.1998 tarihinde Osmanlı Arşivi'nde, Dilhayat Kalfa Terekesini (Dilhayat Kalfa'nın Mirası) buldu ve günümüz Türkçesi ile yayımladı. Talip Mert'in bulduğu belge Hicrî 1150 (1737) tarihlidir ve Dilhayat Kalfa'nın ölüm tarihinin 1737 olduğunu belgeler. Dilhayat Kalfa'dan mirasçılarına kalan malları içeren bu liste, Dilhayat Kalfa'nın kitapları, saatleri, mücevherleri, kürkleri, seccadeleri, işlemeleri, tombakları, cam eşyaları, mutfak eşyaları gibi özel objeleri içermekte ve Dilhayat Kalfa'nın günlük yaşamı ve yaşam standardı konusunda bilgi vermektedir.

Dilhayat Kalfa besteleri, Darülelhan Tasnif Heyeti (günümüzdeki Konservtuar) tarafından tesbit edilmiş eserler arasında yer almaktadır. Ayrıca 18. yy. güfte mecmualarından olan Hekimbaşı Mecmuası'nda "Dilhayat" adına kayıtlı Rast ve Eviç makamlarında murabba beste ve Segâh makamında bir semâi'yle birlikte on üç eseri bulunmaktadır.

Diğer Osmanlıca kaynaklarda ise yüze yakın eserinin olduğu bilgilerine rastlanmaktadır. Fakat bu eserler günümüze ulaşmamıştır.

Dilhayat Kalfa'nın günümüze ulaşan besteleri, klasik Türk müziğinin teknik ve estetik açıdan önemli örnekleri arasında sayılır. Makam seyirleri, prozodi mükemmeldir. Dilhayat Kalfa özellikle Evcara makamındaki eserlerinde, bu makamın melodik seyir ve hareketini kusursuz bir biçimde tarif etmiş ve evcara makamına kişilik kazandırmıştır. Evcara makamındaki bir peşrevi ve saz semaisi klasik Türk müziğinde özel kıymete sahip iki eser olarak tanımlanır. Diğer makamlarda bestelediği eserlerinde de usul, makam ve güfte kullanımı son derece ölçülüdür. Güfte seçmekte de oldukça titiz olduğu gözlemlenen Dilhayat Kalfa, mana ve melodik cümle ilişkisinde uygunluğa özen göstermiştir.

Dilhayat Kalfa eserlerini bestelerken çifte düyek, remel, devrikebir, hafif muhammes gibi büyük usulleri kullanmıştır.

Dilhayat Kalfa hakkındaki belgelerde, kendisinin tambur çaldığı da belirtilmektedir.

Dilhayat Kalfa'nın besteleri

Çifte Düyek Evcara Saz Semaîsi
Muhammes Mahur Saz Semaîsi
Hüseynî Peşrevi, (Hezar-Dînar) Hüseynî Saz Semaîsi
Neresin Peşrevi - Neresin Saz Semaîsi
Sakiyi Müselles Saz Semaîsi
Büzürk Peşrev
Evç-Çok mu figanım ol güli ziba hiram için
Evcara Peşrev
Evcara Saz Semaisi
Mahur-Ta be key sinemde ca etmek cefa vü kineye
Müselles Peşrev
Müselles Saz Semaisi
Rast-Nev hiramın sana meyl eyledi can bir dil ki
Saba-Yek be yek gerçi meramı dili takrir etdim
Sipihr Peşrev
Dilhayat Kalfa'nın şarkı sözünü de kendi yazdığı besteleri

(seçki)
Mahur Beste - Devr-i Kebîr: "Ta be key sînemde ca etmek cefa vü kîneye"

Saba Beste-Ağır Hafif: "Saba-Yek be yek gerçi meramı dili takrir etdim"

Yek be yek gerçi merâm-î dili takrîr ettim
Neyleyim âh, o meh peykeri dilgîr ettim.
Eyleyip hâbda takbîl o nûr-î basarı
Uyanıp hâhiş ile aynını tabîr ettim.
(Dilhayat Kalfa)
Gönlümün isteklerini birer birer anlattım ama,
Ne yazık ki, sevgilimin gönlünü de incittim.
Ona verdiğim öpücükleri rüyamda,
Aynı arzuyla anlattım, uyandığımda da.
(Günümüz Türkçe'sine serbest uyarlama: Meral Akkent)


Edit

Kaynak: İstanbul Kadın Müzesi http://www.istanbulkadinmuzesi.org

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

10

Thursday, 18.02.2016, 12:42


mehter takımı
[/b][/b]

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "lale_zar" (18.02.2016, 12:50)


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

11

Thursday, 18.02.2016, 12:55


Aşık Veysel olarak bilinen asıl adı “Veysel Şatıroğlu” olan usta ozan, 25 Ekim 1894 yılında Sivas‘da dünyaya geldi. Annesi Gülizar hanım babası Ahmet beydir. O yılların vebası olan çiçek hastalığı yüzünden iki kız kardeşini kaybeden sanatçı, 7 yasında aynı hastalıktan tek gözünü kaybetmiştir. Ve vahim bir kaza sonrasında diğer gözünü de kaybederek, tamamen görmemeye başlamıştır. Oğlunun gözleri görmediği için arkadaşları ile oynayamayıp yalnız kaldığını gören Ahmet bey, oyalanması için oğluna bağlama almıştır. Bağlamayı ilk olarak babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’’den öğrenen Aşık Veysel, ilk zamanlar başka ozanların türkülerini çalmaya başlamıştır. 40 yaslarına doğru kendi yazdığı eserleri çalmaya başlayarak, o yıllar Aşıklar Bayramında yer alması ve Atatürk için söylediği türküden sonra namı artarak yayılmaya başlamıştır. Bu yıllarda sadece kendi köyünde değil, Türkiye’de birçok yer gezerek türkülerini her kesime aktarmıştır

İki gözü de görmeyen ve karanlığa bürünen ozanın annesi ve babası, bu duruma çok üzülüyor ve diğer kardeşlerinin bakamayacağını düşünüp evlendirmek isterler. Akrabaların kızı olan Esma hanım ile evlendirilen sanatçının peşini olumsuzluklar bırakmıyordu. Yeni doğan erkek çocuğunu kaybeden ozan, daha sonradan anne ve babasını da kaybederek, hayata küsmüştür. Bunun üstüne eşinin başka biri ile kaçması ile perişan olan sanatçı, kendini türkülere vermiştir. Eşi terk ettiğinde iki aylık kız çocuğu ozanın yanında kalmıştı. Fakat kız çocuğu da erkek evladı gibi hayatını yitirmiştir. Acı dolu hayatını şarkılara döken ozan, yanık yanık türkülerini sevenleri ile paylaşarak, bir nebzede olsa acılarını dindirmiştir.

Çocuklarının ölmesi ve eşinin bırakması ile birlikte memleketini terk eden sanatçı, arkadaşları ile birlikte başka bir köye yerleşirler. Ve arkadaşları ile birlikte dolandırılan ozanımız, bütün parasını kaybeder. Ve parasız bir şekilde hayatını idame eden sanatçımızın, 1931 yılında yapılan Halk şiirleri bayramı ile hayatı bir anda düzelir, maddi manevi güzellikler yaşamaya başlar. Ve Gülizar adlı bir bayan ile hayatını birleştirir. Türkülerinde kendine has yorumuyla doğadan insan sevgisine, hüzünden yaşama sevincine, iyimserlikten umutsuzluğa, dinden siyasete, karşılıksız ve umutsuz aşktan, birbirlerini deli gibi sevenlere birçok eser yazıp seslendiren ozanımız, 1941-1946 yılları arasında köy Enstitülerinde bağlama ve halk türküleri dersleri vermiştir. 1965 yılında TBMM’’nin kararıyla özel bir kanun çıkarılıp, maaşa bağlandı.


Aşık Veysel hayatı boyunca Türkiye’’nin hemen hemen her yerindeki aşıklarla karşılaşıp tanıştı. Sevilen halk ozanını ölümüne denk her yastan asık ziyaret etmiştir. Veysel Şatıroğlu yanı Asık Veysel’in eserleri arasında en çok sevilen ve günümüzde farklı sanatçılar tarafından yorumlanan “Ala Gözlü Benli Dilber”, “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Dostlar Beni Hatırlarsın”, “Kara Toprak” adlı parçalar, farklı uyarlanarak, özellikle genç neslin gönlünü fed etmiştir. Efsane olan ve türkü deyince ilk akla gelen halk ozanımız, “”Hepimiz Bu Yurdun Evlatlarıyız””, ““Memlekete Destan Oldum”” adlı eserler ile memleketine olan aşkını şarkılar ile ifade etmiştir. Aşıkların yaşadıklarını, en güzel şekilde parçalarına döken sanatçı, “Aşkın Beni Elden Ele Gezdirdi”, “Sen Bir Ceylan Olsan Ben De Bir Avcı”, “Sen Olmasan”, “Gönül Bir Güzeli Sevmiş” adlı şarkıları ile yaralı yüreklere deva olmuştur.

Halk ozanımız doğaya olan aşkını da bir ilk ile tescillemiştir. Memleketine ilk meyve ağacını yetiştirerek, diğer köylülere de örnek olmuştur. Ve zamanla memleketinde çok çeşit meyve ağacı yetiştirilerek, köylülerin bu yolla para kazanmasına aracı olmuştur. Gözleri görmediği için kötü ithamlarda bulunan köylüler, sonradan pişman olmuşlar ve ozanımızın kör olmadığını, aksine en uzak noktaları bile gönül gözü ile gördüğünü dile getirmişlerdir. Anadolu kültürünün temsilcisi, kapkaranlık dünyasında aydınlık düşünceler taşıyarak, diğer sanatçıların idolü olmuştur. Ülkemizde ayrı bir yerde olan ozanımız, 1973 yılında kansere yenik düşmüş ve hayatını yitirmiştir. Sözlerinin yalınlığı ve öz Türkçeyi yansıttığı için de ayrı bir yerde olan sanatçı, dillerden düşmeyen şarkıları ile ölümsüzleşiyor.

Yazar: Elif Açıkgöz

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

12

Thursday, 18.02.2016, 12:56


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

13

Thursday, 18.02.2016, 13:02


lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

14

Thursday, 18.02.2016, 13:05



Vecihe DARYAL

Vecihe Daryal, 9 Nisan 1914 tarihinde İstanbul’un Beylerbeyi semtinde doğdu. İlkokul çağına kadar kültürlü ve mûsikîye düşkün aile ortamında yetişen sanatkâr, 7 yaşında iken aile dostları olan ve evlerine sık sık gelen ,bestekâr Şevki Bey’in yeğeni Nazire Hanım’dan Kanun dersleri almağa başladı. Vecihe Daryal, 10 yaşında iken Darülelhan’a kaydoldu. O sıralarda müdür olan Ziya Paşa onunla bizzat ilgilenmiştir.
Öğrenimini Musa Süreyya Bey, Yusuf Ziya Bey, Selâhaddin Candan zamanında da sürdürmüştür.Rauf Yekta Bey’den Türk Mûsikîsi nazariyatı ve Mûsikî tarihi, Ahmed Irsoy’dan usûl, İsmail Hakkı Bey’den nota ve fasıl mûsikîsi, Sedat Öztoprak ile Reşad Erer’den saz eserleri öğrenmiş, Ali Ekrem Bey’den de edebiyat bilgisini ilerletmiştir.Darülelhan kapatılarak konservatuar adı altında yeniden açıldıktan ve Türk Mûsikîsi öğretimine son verildikten sonra 29 Aralık 1926 tarihinde diploma alarak “Kız Muallim Mektebi”ni bitirdi. Daha sonra aynı yerde 3 yıl boyunca Madam Heze ile Edgar Manas’tan piano dersi almış, Muhiddin Sadak’tan solfej, Ekrem Besim Tektaş’tan Batı Mûsikîsi tarihi, Cemal Reşid Rey’den armoni öğrenmiştir.
İlk İstanbul Radyosu Eyüb’den 1928 yılında Beyoğlu’ndaki Büyük Postane’ye taşındıktan sonra “Dâimi Sanatkâr” olarak kadroya alınmıştır.
Birçok tanınmış sanatkâr gibi 1938 yılında Ankara Radyosu’na girmiş, bu tarihten 1953 yılına kadar icrakâr, öğretmen, repertuar kurulu üyesi olarak çalışmıştır.
1953’de İstanbul’a yerleşen Vecihe Daryal İstanbul Radyosu’nda, Belediye Konservatuarı İcrâ Heyeti’nde görev almış, 1966’da tekrar Ankara Radyosu’na geri dönmüştür.
Böylece aralıksız 44 yıl icrakârlık ve öğretmenlik yapmış, resmî konserlere katılmış, sınav jürilerinde bulunmuş, 1956’da Irak’a , 1959’da Kıbrıs’a gitmiştir.

12 Kasım 1970 Perşembe günü görevi başında hastalanarak hastahâneye kaldırılan Vecihe Daryal aynı gece vefat etmiştir.

Vecihe Daryal, Türk Mûsikîsi içinde yetişmiş olan en önemli kanunîlerdendir. Bu sazı olağanüstü bir müzikalite ve kendine özgü estetik ölçüler içinde çalardı. Kusursuz bir refakat duygusuna sahipti. Yeni yetişen saz sanatkârlarına her zaman, “Sadece ses sanatkârlarına değil, saz arkadaşlarınıza da refakat edeceksiniz” diye öğüt vermiştir. İcrakârlığındaki ustalığı gibi son derece güçlü bir ritm duygusu vardı.
Vecihe Daryal’a göre “Kanun’u orta derecede çalmak diye bir şey yok,onu ya mükemmel çalmak ya da hiç çalmamak” vardı.
Çok okuyan, çok çalışan, yüksek edebiyat bilgisi olan, öğrendiğini unutmayan, en ufak bir belgeyi saklayan bir yaradılışta olan Vecihe Daryal, 50 yıllık sanat hayatında titiz bir koleksiyoncu olarak eser ve belge toplamış, pek çok ve nadide saz ve söz eserini koleksiyonuna katmış, eserlerin en doğrusunu notaya almıştır. Bu koleksiyon TRT Kurumu tarafından satın alınmıştır.
Bestekârlıkla yakından uğraşmayan sanatkârın Nişaburek makamından bir şarkısı ile bir saz eseri bilinmektedir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

15

Thursday, 18.02.2016, 13:30



PALEOLİTİK ÇAĞDA MÜZİK ALETLERİ NASILDI?
Arkeologlar 2008 yılında ise Almanya'nın Ulm kenti yakınındaki Hohle Fels mağarasında paleolitik çağa ait kemik flütler ele geçirmişlerdir. Bu flütlerde 5 delik bulunmaktadır ve bir akbabanın kanat kemiğinden yapılmıştır. Hohle Fels mağarasında bulunan bu flütlerin yanında ayrıca venüs heykellerine de rastlanmıştır. Bulunan bu müzik aletlerinin Avrupa'nın koloni dönemindeki müzikteki gelişiminin temeli olarak müziğin bu kıtadaki köklerinin atılmasında en büyük etken olduğu ifade edilmektedir.

Bilinen en eski ahşap boru ise İrlanda'nın Wicklow kentinde 30-50 cm uzunluğunda porsuk ağacından yapılmış bir müzik aleti olarak kullanılan alettir. Bu aletin üzerinde herhangi bir delik bulunmamaktadır ve sadece üfleme ile borunun ucundaki küçük delikten çıkan hava ile ses üretilebiliyordu.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

16

Thursday, 18.02.2016, 13:36

[b]


Eski bir Yunan efsanesinde adı geçen Orpheus, tanrı Apollon ile Musalar'dan güzel sesli Kalliope'nin oğlu­dur . Çok güzel lir çaldığından ormandaki tüm hayvanlar onu dinlemek için toplanır, ağaçlarla, kayalar bile bu müzikten büyülenir.

Orpheus, Eurydike adlı bir orman perisiyle evlenir. Ne var ki, Eurydike günün birinde yılan sokmasından ölür. Kedere boğulan Orp­heus lirini alıp onu aramak için yeraltına, ölüler ülkesine iner. Ölüler ülkesinin kralı Hades ve karısı Persephone'yi bulur. Çok sevdiği Eurydike'yi bırakmaları için onlara yalvararak şarkı söyler. Ölülerin sonsuza ka­dar acı çekmeye mahkûm ruhları kendi acıla­rını unutup Orpheus için gözyaşı dökerler. Hades bile öyle duygulanır ki, Eurydike'yi koşullu olarak bırakmaya razı olur. Orpheus ölümlüler dünyasına ulaşıncaya kadar dönüp ona bakmayacaktır. Oysa Orpheus tam gün ışığına çıkmak üzereyken, Eurydike'nin ken­disini izleyip izlemediğini görmek için dönüp arkasına bakar ve o anda Eurydike kaybolur. Orpheus yedi ay boyunca bir mağarada kede­rinden ağlar durur. Bir efsaneye göre daha sonra tanrı Dionysos'a tapan kadınlar, aşkla­rını küçümsediği için Orpheus'u öldürerek paramparça ederler. Müzik, şiir ve düşünce tanrıçaları olan Musalar onun vücudunun parçalarını gömerler. Mezarı başında bir bül­bülün sonsuza kadar şarkı söylediği anlatılır. Orpheus'un liri de gökyüzüne yıldızların ara­sına yerleştirilir.
[/b]

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

17

Thursday, 18.02.2016, 13:47


Yüzlerce yıldır insanlar hastalıkların üstesinden gelmek için çeşit çeşit yol, yöntem denemişler, çeşitli otlardan, hayvanlardan, deniz ürünlerinden, insan organlarından şifa bulmaya çalışmışlar. Bu çabaların en ilginçlerinden biri de “Müzik ile Tedavi”.
Müzik ile tedavi yukarıda sayılanlar kadar yoğun olarak kullanılmasa da, güçlü bir uygarlığın hüküm sürdüğü her yerde uygulanmış, zaman zaman, yer yer dinsel uygulamalarla karışmış.
Batılı kaynaklara bakarsanız her şeyin ilki için gittiklere yere gönderiyorlar: Eflatun ve Aristo
Oysa doğulu kaynaklar bu uygulamayı eski Yunan’dan çok daha önce bildiklerini, uyguladıklarını ve bu yolla birçok hastayı, özellikle ruh sağlığı bozuk kişileri tedavi ettiklerini yazıyorlar. “Uygur Türklerinin 3000 yıl önce Şaman dinine mensup olduğu çağlarda Şaman, Pirhon ve Bahşılar şarkılar söylemek ve dans etmek sureti ile hasta tedavi seansları ve merasimleri icra ederlerdi” Kaynak: ESKİ TÜRKLERDE MÜZİK İLE TEDAVİ Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç
Farabi ise makamları ruha yaptıkları etki açısından kategorize etmiştir: Rast makamı: İnsana sefa (neşe, huzur) verir.
Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir.
Küçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
Büzürk makamı: İnsana havf (korku) verir.
İsfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti ve güven hissi verir.
Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
Uşşak makamı: İnsana gülme ‘dilhek’ verir.
Zirgüle makamı: İnsana uyku ‘nevm’ verir.
Saba makamı: İnasana şecaat (cesaret, kuvvet) verir.
Puselik makamı: İnsana kuvvet verir.
Hüseyni makamı: İnsana sulh ( sükunet, rahatlık) verir.
Hicaz makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük ) verir
……..
Bu kadarla kalsa iyi, bu “ilaçları” ne zaman alacağımız da ayrıntılanmış:
Rast ve Rehavi makamları: Seher zamanları etkilidir.
Hüseyni makamı: Sabahleyin etkilidir.
Irak makamı: Kuşlukta etkilidir.
Nihavend makamı: Öğleyin etkilidir.
Hicaz makamı: İki ezan arası etkilidir.
Buselik makamı: İkindi zamanı etkilidir.
Uşşak makamı: Gün batarken etkilidir.
Zengüle makamı: Gurubdan sonra etkilidir.
Muhalif makamları: Yatsıdan sonra etkilidir.
Rast makamı: Gece yarısı etkilidir.
Zirefkend makamı: Gece yarısından sonra etkilidir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

18

Thursday, 18.02.2016, 13:52


Frigya'nın Kelanai* kentinde doğmuş Marsyas. Büyüdükçe müziğe merak sarmış. Frig havaları besteler, yurdunun doğa tanrısı Tanrı Pan'a ilahiler yazarmış. Yani öylesine severmiş müziği. O zamanlara kadar bir tuluma çeşitli düdükler takılır, öyle değişik sesler elde edebilirlermiş eski insanlar. Marsyas başka başka düdüklerden çıkan sesi, bir tek kamışa yedi delik açarak, bir düdükten elde etmiş. İşte bugün çaldığımız flüt kaval ve ney'in* atasını Frigya'lı Marsyas icat etmiştir. Marsyas flütü icat etmekle kalmamış, çok da güzel çalarmış. Gür Ormanlarla kaplı Frig dağlarında hem çalıp hem dolaşırken, güzel sanatlar Tanrısı Apollon' a rastlar ve Tanrıya meydan okur. Tanrı Apollon'un üç telli lir'i nasıl çaldığı dillere destan. Apollon bu küstahlığa çok kızar ama yarışmadan kaçmaz. Frig Kralı Midas, güzel sanatların koruyucuları dokuz peri kızı (MOUSE'LER) hakem olarak çağrılırlar. Tanrı Apollon üç telli lir'ini yine çok güzel çalar, Marsyas'da çok güzel çalar. Kral Midas birinciliği yurttaşı Marsiyas'a vermiş. Tanrıya hiç saygısızlık yapılır mı? Senin kulakların iyi duymuyor, onları büyütelim de bundan sonra daha iyi duyarsın diyerek Midas'ın kulaklarını eşek kulalarına çevirmiş. Marsyas'a kızgınlığını da derisini yüzüp bir ağaca gererek göstermiş. O günden bu güne Anadolu'da ne zaman bir flüt çalsa, bir de davul sesi yankılanır dağlarda. Mouse'lar Marsyas'ın bu durumuna o kadar üzülür ve ağlarlar ki, gözyaşlarından bir ırmak oluşur. Marsyas Irmağı, Aydın'dan Yatağan'a giderken Çine yakınlarında bu ırmağı görürüz. Günümüzdeki ismi ÇİNE ÇAYI dır. Gelelim Kral Midas'a. Eşekkulaklarını saklamak için büyük bir külahla dolaşır olmuş. Sırrını herkesten böyle saklıyormuş. Bir kral eşekkulaklarıyla halkının önüne çıkamaz ya. Gel zaman git zaman saçları uzamış kesilecek olmuş. En güvendiği berberin koltuğuna oturmuş. Sıkı sıkı tembih etmekten de geri kalmamış. Eğer sırrımı söylersen?...? Ama bu sırla yaşamak berbere ölüm. Kimseye de söyleyemiyor, gitmiş ıssız bir yere bulduğu bir çukura eğilip bağırmış "Midas'ın kulakları eşek kulakları" rüzgar almış bu sesi bütün Frigya'ya yaymış. Midas'ın sırrı ortaya çıkmış. Midas külahını çıkarmış. Ama öyle iyilik sever bir kralmış ki, onu seven halkı görmezlikten gelmişler Midas'ın eşek kulaklarını. (Yukarıdaki mitin başka bir versiyonunda, Marsyas'ın yerini PAN alır)
NOT; *Kelanai, bugünkü Dinar İlçesi.
*Ney, yedi deliklidir
*MOUSA, Müz
Güngör Dilmen'in "Midasın Kulakları Eşek Kulakları" adlı bir tiyatro eseri vardır.
* Flütü Marsyas bulur.
* Yunanlılar daha sonraları fülütü Frigler'in elinden almak için, bir mit uydurmuşlardır. Güya flütü savaş Tanrıçası Athena icat etmiş. Bir su kenarında flütü çalarken sureti suya yansır, o da ne? Flüt çalan yanakları şişmiş, Tanrıça , çok çirkin görünmektedir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

19

Thursday, 18.02.2016, 14:19



osmanlı denizci heyeti ingilizlere ısmarladığımız reşadiye savaş gemisini almak için ingiltere’ye giderler. resmi tören düzenlenir. resmi konuşmalardan sonra geminin burnunda şampanya şişesi patlatılmadan ingiliz denizcileri kendi milli marşlarını okuyunca bizimkiler de karşılık ermeye mecbur kalmışlardı. fakat sorun büyüktü. bizim bir milli marşımız yoktu. sadece her sultanın şahsına bestelenen marşlar vardı. ama bunları da halk bilmezdi. o halde?

heyet birbirine bakıştı. rezil olmak an meselesi iken geminin gelecekteki çarkçıbaşı duruma müdahale etti;

” arkadaşlar, ‘entarisi ala benziyor’u biliyor musunuz?”

yanıt; “evet”

“o halde hep beraber söyleyelim” ve osmanlı denizcileri hep bir ağızdan ulusal marşı (!) söylemeye başladılar;

“entarisi ala benziyor
şeftalisi bala benziyor*
benim yarim bana benziyor

olamaz ne çare o nişanlıdır
kaytan bıyıklı delikanlıdır
şekerli misin vay vay
kaymaklı mısın vay vay

entarisi biçim biçim
ölüyorum senin için
ağlatma gel başın için

olamaz ne çare o nişanlıdır
kaytan bıyıklı delikanlıdır
şekerli misin vay vay
kaymaklı mısın vay vay…”

durum kurtarılmıştı….

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

20

Thursday, 18.02.2016, 14:29

Müzikteki Notalar Ne zaman Bulundu?

Müzikteki matematiksel gizemi keşfederek yazıya dökmenin ilk temeli Pisagor (Pythagoras, M.Ö. 530-450) tarafından atılmıştır. Biz kendisini okul sıralarından o meşhur dik üçgen teoremi ile hatırlarız ama Pisagor günümüzde ulaştığımız bilim seviyesinin babasıdır. O kendi devrine kadar gelişmiş bütün çalışmaları bir disiplin altında toplamış, geometri, aritmetik, astronomi, coğrafya, müzik ve tabiat bilgisi olarak ayrı ayrı bilim dalları yaratmıştır.
Pisagor bilimi, bilim için düşünüyor, bilimin uygulamak onu ilgilendirmiyordu. Bu nedenle 'bilgi seven' anlamındaki 'filozof' sözcüğünü ilk olarak o kullanmıştır. Pisagor tüm evrenin sayılar ve aralarındaki ilişkilere göre kurulduğuna inanıyordu.
Pisagor'un müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet edilir. Demirci ustasının demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pisagor'un ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri incelemiş ve kayıtlar almış.
Batı müziği 9. yüzyılın başına kadar notalamadan habersizdi. Eserler kulak yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor, bu arada değişime uğruyor, zamanla unutulabiliyordu. 9. yüzyılın ikinci yarısında ilk notalama sistemi ortaya çıktı.
Arezzo'lu Guido'nun (Gui d'Arezzo) notalama sisteminin seslerin yüksekliğini kesin olarak belirtmeye başlamasıyla büyük bir ilerleme kaydedildi. 11. yüzyılda notaların üzerine dizildiği beş çizgiden oluşan "porte"nin kullanılmasıyla notaların yüksekliği (do, re, mi,....) ve süresi (birlik, ikilik, dörtlük,....) kesin biçimde belirlenebilir hale geldi.
Aslında müziğin dört parametresi vardır: Yükseklik, süre, şiddet ve tını. Bunlardan ilk ikisi zamanla genel kabul gören bir takım işaretler sayesinde kağıt üzerine dökülebilmiş, şiddet ve tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler ve kısmen de yoruma açık bırakılmışlardır.
Çeşitli sesleri belirtmek ve bunların birbirlerine karışmasını önlemek için sesleri temsil eden notalara özel isimler verildi. Do, re, mi, fa, sol, la, si. İngilizce'de ve Almanca'da ise notalar harflerle gösterildi (C=do, D=re, E=mi, F=fa, G-sol, A=la, B=si-ing.-, H=si-alm.-).
Nota isimlerinden 'do'nun önceki ismi 'ut' idi. Sesli harfle başlayan bu isim, notaları sırayla söylerken tutukluk yaptırdığından 12. yüzyılda 'do' olarak değiştirildi. Almanya ve bazı ülkelerde 'ut' hala kullanılır.
'Si' hariç diğer notaların isim babası Gui d'Arezzo'dur. Arezzo bu adları Aziz Iohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır. Yedinci notanın adı uzun zaman 'B' olarak kalmış, sonradan 13. yüzyılda Sanete Iohannes kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen 'si' adını almıştır.
Notalamanın keşfi ve gelişimi müzik pratiğine olağanüstü bir gelişme ortamı yaratmıştır. Notalama, icracıyı ezberden kurtararak hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla repertuarın zenginleşmesine ve çeşitlenmesine imkan vermiştir. Nota sayesinde bir müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale gelmiştir.

Benzer konular