Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

81

Wednesday, 24.02.2016, 02:15

ÇANAKKALE BOĞAZI İLE İLGİLİ EFSANELER


Efsaneye göre Denizlerin efendisi olan Poseidon, Çanakkale Boğazı'nı karaların arasına girerek ve toprakları ikiye bölerek açmıştı.



Yunanistan'ın Thebai kentinin kralı Anthamas ile güzel karısı Nephele'nin Phriksos adında bir erkek ve Helle adında bir kız çocuğu vardı. Ancak kral bir süre sonra karısından bıkarak ikinci bir kadınla evlenir. Anthamas'ın ilk karısını ve çocuklarını kıskanan kadın kahinleri etkileyerek, O sırada sürmekte olan kıtlığın giderilmesi için iki çocuğun kurban edilmesi gerektiğini söyletir. Kurban töreni sırasında Nephele (kelime anlamı bulut) ikisini de bir buluta sararak kaçırır.Çocukları kanatlı ve altın bir posta bindirerek Karadeniz'e yollar. Ancak Çanakkale Boğazı'nı geçerlerken büyük bir fırtına kopar ve Helle denize düşerek boğulur. Ondan sonra da buraya Helle'nin denizi anlamına gelen Hellespontos adı verilir. Herodot tarihinde Helle'nin mezarının Kardiya (Bolayır)'da olduğu belirtilmektedir. Phriksos Karadeniz'de Kolktis'e (Gürcistan) vardıktan sonra koçu Zeus'a kurban eder.


Dardanel Boğazı'nın efsanesi ise şöyledir; Okeanos'la Tethy'in venmelerinden Elektra adlı güzel bir kız doğmuştur. Kıza aşık olan Zeus, Elektra'yla zorla sevişir ve Elektra Dardonos adında bir erkek çocuk doğurur. Daha sonra Çanakkale'ye gelen Dardanos kralın kızıyla evlenerek Dardania adlı bir kent kurar. Çanakkale Boğazı'nın adı da Dardanos'tan Dardanel olur.



Dardanos'un oğlu Tros, bu bölgeye Troad, halkına da Troyalı adını verir. Onun oğlu İlus da kente kenti adını koyar ve kent ondan sonra İlium olarak tanınır.



Hera, Zeus'un diğer sevgilileri gibi Elektra'nın da farkına varmış, Elektra'dan doğacak Zeus soyunu lanetlemiştir. Gerçekten de bu lanet tutar ve Troya yerle bir olur.



Çanakkale ile ilgili bir başka efsane de Hero ile Leandros öyküsüdür. Bir zamanlar Çanakkale'nin Anadolu kıyısında, Nara kıyısında Abydos olarak anılan çok eski bir kent varmış. Abydos'un karşı kıyısında, Trakya tarafında Miletoslular tarafından kurulan Sestos adında bir kent daha varmış. Bu iki kent arası Boğaz'ın en dar yeriymiş. Sestos'ta Aphrodite'nin ölen sevgilisi Adonis için her yıl şenlikler düzenlenirmiş.Bu törenlerden biri sırasında Abydos kralının oğlu Leandros, Aphrodite'nin rahibesi Sestoslu güzel Hero'ya aşık olmuş.Ancak nevar ki Hero da ona aşık olmasına rağmen rahibe olduğu için evlenmemişler.Bu iki sevgilinin birbirlerini görmelerini engelleyemiş.Leandros her gece Marmara'nın bembeyaz köpükleri üzerine binerek karşı kıyıya, sevglisini görmeye gidermiş. Efsaneye göre Hero da her gece bir kuleye çıkarak, elinde tuttuğu meşaleyle, denizde yüzmekte olduğu sevgiisine yol gösterirmiş. Hero zaman zaman çok korkmasına rağmen ona gelme diyemez, en azgın fırtınalarda bile meşaleyi yanına çağırırmış. Bir gece denizde korkunç bir fırtına patlamış ve Hero'nun meşalesini söndürmüştü. Yolun yarısındayken ışık sönünce nereye yüzeceğini bilemeyen Leandros sonunda dalgalara yenik düşüp boğuldu. Cesedi sabahleyin Sestos kıyılarına vurdu. Hero da sevgilisinin ölüsünü görünce kendisini kuleden atarak canına kıydı.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

82

Wednesday, 24.02.2016, 02:17


HEBE

Hebe, Yunanca gençlik demektir. Zeus'la Hera'nın kızı. Olympos'ta her işe yatkın bir çeşit ev kızıdır. Asıl görevi tanrılara içki (ambrosia) sunmaktır. Bu görevi güzel delikanlı Ganymedes'e bıraktı.
Hebe'nin kendine özgü bir efsanesi yoktur, yalnızca Herakles efsanesinde adı geçer. Hebe ile Herakles evlenmiştir.
Hebe Yunan öncesinde de tapınılan bir tanrıçadır. Hebe Hitit yazıtlarında Hepa, Hepat yada Hepatu diye adlandırılan büyük güneş tanrıçası Arianna'nın Yunancalaştırılmış adı olsa gerek. Hitit metinlerinde bu tanrıçaya sedir ağaçlarının ülkesinde yani Lübnan, Filistin'de tapınıldığı söylenir. Hepa/Hebe ise Tevrat'ta ilk insanın yani Adem'in eşi ve bütün insanların anası olarak gösterilen Havva'nın ta kendisidir.
Bu bakımdan Hepa/Hebe ile Ana tanrıça arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir ve Hepa/Hebe adının Kybele'nin çeşitli adlarından biri olduğu anlaşılır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

83

Wednesday, 24.02.2016, 02:24


KENTAUR


Kentaurlar mitoslarda sık sık karşımıza çıkan at adamlardır. Teselya kralı İksion ile Hera'nın buluttan yapılmış görüntüsünden doğmuşlardır. Önden bakıldığında baş, göğüs ve kolları kimi zaman da ön bacakları insan, karınlarının arkası ve arka bacakları at biçimindedir. Yele ve kuyrukları vardır. Kentaurlar dağlarda yaşar ve çiğ et yerler. Yabanıl ve azgın yaratıklardır. Herakles ve Dionysos efsanelerinde önemli rol oynayan Kheiron'la Pholos iyi ve yararlı olan Kentavroslardır.


Kentaurlar İlkçağ'dan itibaren ressam ve heykeltraşlara sık sık konu olmuşlardır. Bu eserlerin en ünlüsü heykeltraş Phidias tarafından Parthenon Tapınağı'nın metoplarına yapılan kabartmalardır. Kabartmalarda Lapithlerle, Kentaurlar arasındaki savaş anlatılmıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

84

Wednesday, 24.02.2016, 02:26


Amazonlar, inanışa göre yalnızca bir mitos, uydurulmuş bir efsane değildir. Amazonlar, Fatsa yada Ordu'dan Karadeniz'e dökülen Thermedon ırmağının yakınlarında yaşayan savaşçı kadınlardır. Başkentleri Themiskyra kentiydi.

Amazonlar, Anadolu yarımadasında büyük bir öneme sahipti. Hem tarihçiler hem de mitos yazarları İzmir'in, Efes'in, Sinop'un ve daha pek çok kıyı kentinin Amazonlar tarafından kurulduğunu söylerler. Platon ve Sokrates Anadolu'da yaşayan bu çok kuvvetli ve cesur kadınların sık sık Yunanistan'a akın ettiklerinden bahseder.


Mitolojiye göre Amazonlar savaş tanrısı Ares'le Harmonia (yada Aphrodite)'nın kızlarıdır. Tasvirlerde çok iyi ok, yay, kargı ve mızrak, iki ağızlı balta (Labrys) kullandıkları ve at sırtında savaştıkları görülmektedir.


Amazon sözcüğünün eski bir Anadolu diline ait olduğu söylenir. Bazı bilginlere göre
A-mazon=Memesiz anlamına gelir. Yaylarını daha rahat çekebilmek için sağ göğüslerini kestikleri ve bundan dolayı kendilerine Amazon adı verildiği ileri sürülür. Oysa en erken tarihlerden itibaren yapılmış olan tasvirlerin çoğunda Amazonlar'ın göğüslerinin ikisi de görülür. Başka bir görüşe göre Amazon'un A'sı şiddet ve güç anlamına gelir, mazon ise göğüs demektir. Sözcük bu kez memesiz değil, tam tersi geniş ve kuvvetli göğüslü demektir. Bir diğer görüşe göre Amazon kelimesindeki "A", Türkçe'deki-maz-eki gibi olumsuzluk getiren bir takıdır. "Mazo" ise dokunulmaz demektir. Bu görüşe göre Amazon bir erkek tarafından dokunulmaz olan kadın demektir. Pek çok Amazon kadınının mitolojideki kahramanlarla ilişkisi olmuştur; Hippolyte'nin Herakles, Antiope'nin Theseus, Penthesileia'nın Akhilleus efsanelerinde adları geçer. Bir diğer görüşe göre ise eski Kafkas dilinde"Maza" ay demektir. Amazonlar'ın hem ay tanrıçasına hem de önce Kybele sonra da Efes Artemisi'ne taptıkları için Amazonlara bu ad verilmiştir.



Amazonlar savaşta tutsak ettikleri erkeklerle birlikte olup daha sonra onları öldürmeyi adet edinmişlerdir. Bazen de komşu ülkelerle bir anlaşma yapıp komşu ülke erkekleri ile özellikle ilkbaharda birlikte olmuşlar, doğan çocukların kız olanlarını alıp, erkek çocukları onlara vermişlerdir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

85

Wednesday, 24.02.2016, 02:29


TYKHE (Fortuna)
Nike gibi Tykhe de soyut bir kavramın kişileştirilmiş biçimidir. Kader, şans, Beklenmedik başarı tanrıçasıdır. Homeros ve Hesiodos'ta görülmez.En ayrıntılı ve en güzel tasvirine MÖ.5.yy.da yaşamış olan Thebai'lı ozan Pindaros'un eserinde rastlanır.Tykhe ozan ve sanatçılara en sık konu olan ölümsüzlerden biridir. Elinde bir bereket boynuzu yada gemi dümeniyle tasvir edilir. Zaman zaman bir küre üzerinde ve kanatlı olarak da gösterilir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

86

Wednesday, 24.02.2016, 02:31


GANYMEDES
Troya'yı kuran Tros'un oğlu.
Ganymedes bir gün İda (Kaz) Dağında avlanırken Zeus ona aşık olmuş ve kartalının göndererek Olympos'a getirmiştir. Efsanenin bir diğer anlatımında ise bizzat Zeus kartal biçimine girip, oğlanı kendi pençeleriyle Olympos'a taşımıştır. Ölümlülerin en güzeli sayılan Ganymedes'in görevi Olympos'u mekan tutan tanrılara içki sunmaktır. Bu konudaki efsanelerden birinde Zeus'un Ganymedes'e cinsel bir aşk duyduğu ve onunla birlikte olduğudur.

Yunanistan'da bu Ganymedes efsanesinden dolayı erkeklerin bir delikanlıya cinsel eğilimi dinsel nitelikte bir sevap sayılırdı. Bu Yunan uygarlığında uzun bir süre varlığını korumuştur. Yunanistan'da bu eğilimin giderek yaygınlık kazanması üzerine kadınlar ginese/gynekaion denilen bir çeşit harem dairesine kapatılıyordu. Sokrates'e atfedilen "Sokratvari sevgi" teriminde bu eğilimin izleri bulunur. Platon'a atfedilen "Platonik aşk" sözü bizim bugün kullandığımız anlamından oldukça farklıdır. Platon, özellikle Phaidros adlı eserinde öğrencisine duyduğu ilgiyi mazur göstermek için Ganymedes efsanesini sürekli hatırlatır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

87

Wednesday, 24.02.2016, 02:36


NİKE (Victoria)


Eski Yunan ve Roma dünyasında, Olympos tanrıları soyundan gelmeyip de soyut kavramların kişileştirilmiş biçimi olan tanrıçalardan biridir. Nike, zafer kavramının somutlaştırılmış biçimi, zafer tanrıçasıdır.


Homeros'un destanlarında rastlanmaz. Hesiodos'a göre ise Pallas'la Okeanos'un kızı Styks'ten doğmuştur. Olympos tanrıları kuşağından önce olmasına rağmen kimi efsanelerde Athena'nın oyun arkadaşı olarak geçer. Nike, resimlerde kanatlı, hızlı uçan ve göklerden süzülerek zaferi getiren bir genç kız olarak gösterilir. Nike, Athena'nın ön isimlerinden biriolarak da geçer. Heykel ve resimlerde en çok tasvir edilen ölümsüzler arasında yeralır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

88

Wednesday, 24.02.2016, 02:38


LETO

Titanlardan Koios'la Phoibe'nin kızı Leto,baştanrı Zeus'la birleşerek Apollon'la Artemis'in anası olur.Bir Anadolu tanrıçası olduğu adından,efsanesinden ve tapınağının olduğu yerlerden bellidir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

89

Saturday, 27.02.2016, 20:07



Eski Mısır’ın kutsal kitabı olan Ölüler Kitabı’nda önemli bir yer tutan sahne;

Ölümden sonra değişik denemelerden geçen ruhun,

hayatın ve ölümün tanrısı olan Osiris’in huzuruna çıkmadan önceki son aşamasıdır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

90

Saturday, 27.02.2016, 20:12


Hitit savaş tanrısı

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

91

Saturday, 27.02.2016, 21:05


DENİZKIZI
Deniz kızları, belinden yukarısı dişi bir insan gözükümünde olan, ama bunun yanında bir balık kuyruğuna sahip olan efsaneleşmiş düşsel inanışlardır. Dünya üstünde birçok kültürde deniz kızları değişik , fakat birbirine çok yakın şekillerde betimlenmiştir. Sirenler gibi bazı deniz kızları denizcilere şarkılar belirtip onları büyülerler, işlerinden alıkoyarlar ve güverteden denize yuvarlanmalarına ya da daha kötüsü gemilerinin batmasına neden olurlar. Diğer hikâyelerde ise deniz kızları boğulma tehlikesi geçiren adamları kurtaran iyi kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir.
Yunan Mitolojisi'ndeki Sirenler ise daha sonraları deniz kızları ile bir tutulmuş, hatta bazı dillerde 2 yaratık için de aynı sözcük kullanılmıştır. Deniz kızlarına benzeyen öteki mitolojik ve efsanevî deniz yaratıkları ise su perileri (Nemfler gibi) ve diğer formlara (Başka hayvanlara ya da öteki efsanevî hayvanlara) bürünebilen hayvanlardır.
Deniz kızı hikâyeleri neredeyse evrenseldir. Bilinen ilk deniz kızı hikâyesi M.Ö. 1 ,000 senesinde Asurlularda görülmüştür. Asur kraliçesi Semiramis'in anası Atargatis, ölümlü bir çobana aşık olan ölümsüz bir tanrıçadır. Fakat aşık olduğu genç çoban ölür ve o da bir balığa dönüşmek için bir göle atlar. Ama su, onun mükemmel bedenini ve doğasını gizlmesi imkansız, bunun yerine ona bir balık kuyruğu ve suda soluk alabilme yetisi verir. İlk Atargatis betimlemeleri insan kafası ve bacakları olan bir balık şeklindedir (Babil tanrısı Ea gibi). Yunanlılar ise Atargatis'i Derketo diye tanımışlar ve Afrodit'in yanında betimlemişlerdir.
Popüler bir Yunan efsanesine göre Büyük İskender'in kız kardeşi Thessalonike, öldükten sonra bir deniz kızına dönüşmüştür. Deniz kızı formunda Ege Denizi'nde yaşamış olduğu ve denizciler onu bulduğunda onlara tek bir soru sormuş olduğu söylenir: "Kral İskender yaşıyor mu?" ve denizcilerin de ona "Yaşıyor ve hâlâ yönetiyor" dedikleri ifade edilir . Bu cevaptan diğeri , onu bir Gorgon'a dönüşmesine, ve gemiyi batırıp üstündeki denizcileri öldürmesine sebep olacaktır.
Perilerin daha duygusal yönünü temsil ettiğine inanılan deniz kızları mitlerin içerisinde en masum olanlarıydı, rahatsızlık vb. zavallı durumdaki şahısların rüyalarına girerse ya da karşılarına çıkarsa iyileşecekleri inanışı yaygındı, denizkızları çağdaş düş tabirlerinde de yardımseverdir, rüyada peri görmek en ümitsiz hayallerin gerçek olacağına işarettir.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

92

Saturday, 27.02.2016, 21:19


vulcanus, Demircilik ve ateş tanrısı
Vulcanus (ayrıca Vulcan veya Vulkan), Roma mitolojisinde Jüpiter'in ve Juno'nun oğlu, Maia ve Venüs'ün kocası veCaeculus'un babasıdır. Ateşin ve yanardağların tanrısıdır, sanatın, silahların, demirin ve tanrılarla kahramanların zırhlarının üreticisidir. Yunan mitolojisinde Vulcan'ın karşılığı olan tanrı Hephaestus'dur. Ayrıca Roma mitolojisinde Mulciber ("yumuşatıcı") olarak ve Etrüsk mitolojisinde ise Sethlans olarak bilinir.
Vulcanus hakkında
Vulcanus'un demirci dükkânının Sicilya'da Etna Dağı'nın altında bulunduğu düşünülmektedir. Her yıl 23 Ağustos'ta gerçekleştirilen Vulcanalia festivalinde balıklar ve küçük hayvanlar ateşe atılırdı.
Vulcanus'un Roma Forumu'nda bulunan tapınağı Volcanal olarak adlandırılır, eski Roma Krallığı zamanında şehirle ilgili törenlerde önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Bugün, Birmingham, Alabama'da yer alan Vulcanus heykeli dünyanın en büyük dökme demir heykelidir.
Mitoloji'de Vulcanus
Ateşin gizlerini çalmaları nedeniyle Jüpiter insanlığı cezalandırmak istemiş ve diğer tanrılardan, insanlar için zehirli bir hediye olan Pandora'yı yapmalarını istemiştir.
Vulcanus'un güzel ve aptal Pandora'ya katkısı, onu balçıktan şekillendirmek ve ona biçim vermek olmuştur. Ayrıca Olympus Dağı'nda bulunan diğer tanrıların tahtlarını da yapmaktadır.
Üst Fotoğraf : Diego Velázquez tarafından yapılmış olan, The Forge of Vulcan (Vulcan'ın Demirci Ocağı)
http://www.dunyadinleri.com/mitoloji/ant…ve-ates-tanrisi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

93

Saturday, 27.02.2016, 21:21

]
Pyramus ve Thisbe
Romalı şair Ovid'in (Ovidius - Publius Ovidius Naso) M.S.8 yılında kaleme aldığı, Ortaçağ Avrupa Edebiyatı ve edebiyatçıları üzerine derin etkiler bırakan, 15 kitaptan oluşan şiirsel öyküler barındıran, mitolojinin en popüler eseri, Metamorfozlar (Metamorphoses)'ın 4. kitabı Piramos (pyramos) ve tisbe (thisbe)'nin aşkını konu edinir.
Yaşadığı devrin en yakışıklı delikanlısı olan Pyramos ile bütün şark güzellerini gölgede bırakacak bir güzelliğe sahip olan Thisbe Semiramis’in saltanat sürdüğü memlekette birbirlerine aşık olan iki gençti.
Birbirlerine bitişik evlerde doğup büyümüşer daha çocuk yaşlarda birbirlerine gönül vermişlerdi. Yaşları büyüdüğünde evlenmeye karar verdiler ancak aileleri buna izin vermedi. Onları birbilerine uygun görmüyorlardı. Ve görüşmelerine engellemeye çalıştılar ama iki sevgili ne yapıp edip görüşmenin bir yolunu buldular. Evleri ayıran duvarda küçük bir yarık vardı. Bu yarığı ikisinden başka kimse bilmiyordu. Her gün aynı saatte orada buluşur gizlice o yarıktan doğru konuşur birbirlerine güzel sözler fısıldar aşklarına karşı çıkan ailelerinden yakınırlardı. Bir gün birlikte kaçmaya karar verdiler. Ayrı ayrı evlerinden çıkıp Ninus’un mezarının başında buluşmaya karar vermişlerdi.
Kararlaştırdıkları gece Thisbe karanlıktan yararlanıp gizlice evden kaçtı ve uzun bir yürüyüşün ardından Ninus’un mezarına ulaştı ve kararlaştırdıkları gibi Pyramos’u ağacın altında beklemeye koyuldu. Fakat tam o sırada ağaçların arasından ağzında henüz parçaladığı bir hayvanın kan lekesiyle dişi bir arslan çıkageldi. Thisbe korkuyla kaçarak uzaklaştı ve yakındaki bir mağaraya gizlendii kaçarken başındaki tülü düşürmüş ancak geri dönüp almaya cesaret edememişti. Arslan derede susuzluğunu giderdikten sonra tekrar ormana dönüyordu ki yerde Thisbe’nin eşarbını gördü ve kanlı dişleriyle parçaladı.
Randevu yerine biraz geç gelen Pyramos arslanın yerde bıraktığı izleri görünce içine bir korku düştü ardından sevdiğinin parçalanmış kanlı tülünü fark etti ve korkusu acıya dönüştü. Göz yaşları içersinde Thisbe’nin tülüne sarıldı, sevdiğinin haksız ölümü onu kahretmişti. Bu acıya dayanamıyarak kınından bıçağını çıkardı ve sevdiğine kavuşabilme umuduyla bıçağı tam göğsüne sapladı ve kanı yere aksın diye ölmeden bıçağı geri çıkardı.
Thisbe korkudan titremesine rağmen Pyramos’u daha fazla bekletmemek için yavaşça mağaradan çıktı ve randevulaştıkları ağacın olduğu yere gitti. Orada sevdiğini görmeyi umarken onun kanlar içindeki vücudunu görünce aklı başından gitti Sevgilisine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ama artık Pyramos için çok geçti. Thisbe önce kanlı bıçağı ardındanda parçalanmış tülü gördü. Sevgilisinin onun arslan tarafından öldürüldüğünü zannedip kendisini öldürdüğünü anlamıştı. Yerdeki kanlı bıçağı alıp sımsıkı sapına yapıştı. Eğer Pyramos sevgisi uğruna ölümü göze aldıysa oda alacaktı. Bıçağı havaya kaldırıp hızla göğsüne sapladı, cansız vücudu Pyramos’un vücudunun üzerine kapanmıştı.
Tanrılar bu iki sevgilinin başlarından geçenlere üzülerek onların aynı yerde yatmalarına hiç değilse ölümde birlikte olmalarına müsade ettiler.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

94

Saturday, 27.02.2016, 21:39


Hurrice olan Avcı Keşşi masalının, Hititçe ve Hurrice fragmanları yanında Amarna (Mısır)’da Akadca
nüshaları da ele geçmiştir. Bu masalın özeti şöyledir:
“Keşşi kötü bir adam olan Udubşarri’nin kızkardeşi güzel Şintalimeni ile evlenince tüm ilgisini
karısına göstermeye başlar. Bunun sonucunda da tanrılara libasyonları ve ekmek kurbanlarını ihmal
eder. Üstelik o, artık avlanmak için dağlara da gitmez.
Bu durum Keşşii’nin annesini de rahatsız etmektedir. Sonunda annesi Keşşi’yi ‘karın sadece senin
aşkının gayesi olmakta ve bana da hiçbir şey getirmiyorsun, üstelik avlanmaya dağlara da gitmiyorsun’
sözleriyle uyarır. Bu sözlere alınan Keşşi mızrağını ve köpeğini yanına alarak dağlara avlanmaya gider
ama tanrılar Keşşi’ye kızgındır ve ondan av etini saklamaktadırlar. Çünkü o, libasyonarı ihmal etmiştir.
Avlanamadan üç ay boyunca dağlarda başıboş gezen Keşşi artık yorgundur kente eli boş dönmek
istememektedir, üstelik hastalanmıştır.”
Metnin bundan sonraki kısımları oldukça kırıktır ve bir anlam çıkarılamamaktadır. Ancak metnin
sağlam olan kısımlarından Keşşi kentine dönmüştür ve bazı rüyalar görmektedir. Bu rüyaların yorumunu
annesine sorar. Ancak annesinin rüyaları hakkındaki yorumlarını yine metnin kırık olmasından dolayı
okuyamıyoruz.
Sonuç olarak, bir Anadolu halkı olan Hititlerin diğer ulusların edebiyatlarını kopya ederek
oluşturdukları bu efsaneler, bugün Anadolu kültüründe yaşatılmaktır. Bu konu yukarıda diğer efsaneler
işlenirken mitlerin günümüze yansımalarının üzerinde birkaç cümle ile kısaca durulmuştur. Bir Anadolu
geleneği olan yardımlaşma ve hediyeşleme kültürünün Hitit dünyasında da yaygın olduğunu ‘Güneş
Tanrısı, İnek ve Balıkçı’ masalı çok güzel bir şekilde özetlemektedir:
“Balıkçı Urma şehrine vardı. Evine gitti ve bir sandalyeye oturdu. Balıkçı karısına şöyle söyledi:
‘Benim sana söyleyeceklerime dikkat et. Bu çocuğu al, yatak odasına git, yatağa yat ve feryat et. Bütün
kent seni işitecek ve şöyle söyleyecek: ‘Balıkçının karısı bir çocuk doğuruyor! Böylece biri bize ekmek
getirecek, diğeri bize bira getirecek ve başka biri bize daima bereketli ürün getirecek.’ Kadın zekidir. O
bizzat kendini diğerlerinin yetkilerinden ayırmaktadır. O tanrının otoritesine bağlıdır. O kadının
bağlılığında bulunur ve o, kocasının sözlerini dinlememezlik yapmaz. dunyadinleri.com Balıkçının karısı adamın sözünü
işitti, yatak odasına gitti, yatağa uzandı ve feryat etmeye başladı. Kentin insanları işittiklerinde, onlar
şöyle söyledi: ‘Balıkçının karısı bir çocuk doğuruyor.’ Kentin insanları bunu söyledi ve ona bazı şeyler
getirmeye başladı. Biri ekmek getirdi ve diğerleri bira ve bereketli ürün getirdi.”

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

95

Saturday, 27.02.2016, 22:14




Urşu’nun Kuşatılması Efsanesi
Urşu’nun Kuşatılması Efsanesi
Metin Akad dilinde yazılmışsa da, Hitit geleneklerinden türetildiğine kuşku yoktur. Olay Luhuzsantiya Şehri’nden kralın kendisinin idare ettiği Hitit ordusu tarafından kuşatma altında tutulan Urşu şehri’nin hemen dışında geçmektedir. Haekat, kral tarafından Luhuzantiya Şehri’nden idare edilmektedir. Urşu bir yandan Hurri devletiyle bir yandan ise Halep Şehri, Zaurar şehri ve bir olasılık kuvvetlerinin şehre bakan bir dağ yamacında gizlenip durumu gözlediği Karkamış şehriyle temas ve hatta belki de ittifak halindedir. Hikaye şöyle devam etmektedir.
“Koç başını kırdılar. Kralın öfkesi arttı ve yüzü korkutucu bir hal aldı. Bana hep kötü haber getiriyorlar; Fırtına tanrısının seli sizi alıp sürüklesin! Boş durmayın. Hurri tipi yeni bir koç başı yapın ve hemen kale kapısına getirin. Suni bir tepe yapın ve onu da yerine yerleştirin. Toprak yığarak büyük bir tepe yapın. Bitirdiğiniz zaman herkes yerini alsın. Bırakın önce düşman savaşa katılsın ki, planı ortaya çıksın. (Daha sonra emrindeki generali, Santaş’a hipta eder; muhtemelen daha önceden kıssada hissede tanık olduğumuz kara talihli generaldir) Kim İriyoya’nın gelip de, “Biz bir kale ve koş başı getireceğiz” diye yalan söyleyeceğini düşünebilirdi ki? – Fakat ne bir kale, ne de koç başı getirirler. Onları başka bir yere götürmüştür. Onu yakalayın ve deyin ki, “Sen bizi kandırıyorsun” ve bizde kralı kandırıyoruz.”
Koç başının boş yere kaybedilmesinden sonra ne oldu peki? Şantaş’ın durumu tekrar rapor ettiği kral bu devamlı gecikmeden dolayı bir kez daha küplere biner.
Niye çarpışmadınız? Sudan yapılma at arabalarının üzerinde oturuyorsunuz. Neredeyse kendiniz suya dönüşeceksiniz (?)… Önünde diz çökseydiniz bile yine de onu öldürebilir yada hiç değilse korkuturdunuz. Fakat gördüğüm kadarıyla bir kadın gibi hareket etmişsiniz… Onlarda krala şu cevabı verdi “Sekiz defa (yani, sekiz cephede?) çarpışacağız. Gizli planlarını meydana çıkaracağız ve şehirlerini harap edeceğiz” Kral cevap verdi, “Güzel!”
Şehre daha hiçbir şey zarar vermeden kralın hizmetkarlarından büyük bir kısmı vuruldu ve birçoğu da öldü. Bu defa kral öfkelendi ve dedi ki: “Yolları gözetleyin. Şehre girenlere ve çıkanlara dikkat edin. Şehirden kimsenin dışarı çıkmasına ve düşman tarafına geçmesine izin vermeyin.” Onlar cevap verdi. “Yolları gözetliyoruz. Sekden savaş arabası ve sekiz ordu şehri kuşatma altına aldı. Kralımızın huzuru kaçmasın. Biz görevimizin başındayız”. Fakat kaleden bir firari çıkageldi, “Zuppa’nın tebaası şehrin içinde bulunuyor. Zaruarlılar şehre girip girip çıkıyorlar, Efendimiz Teşup’un oğlunun tebası bir o yana bir bu yana gidip geliyor”… Kral bu duruma çok sinirlendi.Metnin gerisi kayıptır

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

96

Saturday, 27.02.2016, 22:16


Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya da Saint George mitoslarında da gösterir. Belki de izleri daha da derindir . Bu konuda İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle yazmaktadır
“ Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Yılanlarla kartalların savaşını içeren bütün masalların kaynağı budur. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı değişmiş, Anadolu türkçesinde ejder olmuştur. Halk ona ejderha diyor. […] İlluyanka başka başka ülkelerin halk anlaışlarına, dini inanışlarına göre nitelikler kazanmış. Anadoluda büyük bir yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olalar, boğuşmalar bu eskiçağ anadolu masalının değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. “
Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi motifinin baharın, kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir. Bütün kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı öldürmesi motifi olması bize bu sembolün ezoterik bir açıklaması da olabileceğini düşündürtmektedir.
Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında da anlatılıyordu. Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar :
“ Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella’ya göre (bu) göğün Fırtına Tanrısı’nın […] için Purulli (festivali) metnidir (sözleridir). Onlar şöyle konuştuklarında : “Ülkede büyüme (bolluk) ve gelişme (bereket) olsun. Ve eğer (gerçekten ülkede) büyüme ve gelişme olursa, onlar Purulli festivalini kutlar. “
Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile Fırtına tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister.
Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler. Daha sonra tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia adında bir ölümlü ile anlaşır ve planın anlatır. Hupašiia, karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul eder.
İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez. Hupašiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına tanrısı da İlluianka’yı öldürür. Böylece Fırtına tanrısının sorunu çözüme bağlanır.
İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için Hupašiia’nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupašiia pencereden bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler. İnara da Hupašiia’ı öldürür.
Bu efsanenin ele geçen bir veriyonu daha vardır.
Bu versiyonda da efsane, İlluianka’nın Fırtana tanrısını yenmesi ile başlar. Ancak bu kez İlluianka Fırtına tanrısının kalbini ve gözlerini de alır.
Fırtına tanrısı daha sonra fakir bir adamın kızı ile evlenir ve bir oğlu olur. Oğlan büyüdüğünde İlluianka’nın kızını alır. Fırtına tanrısı öcünü almanın peşindedir :
“ Fırtına tanrısı ona (oğluna) sürekli olarak şöyle emreder : «Karının evine (yaşamaya) gittiğinde (başlık parası olarak) kalbi(mi) ve gözleri(mi) onlardan iste.» “
Oğlu Fırtına tanrısının istediğini yapar ve gözleri ile kalbini geri alır. Bunun üzerine yeniden İlluianka ile döğüşe tutuşur. Ancak bu kez oğlu da yılandan yanadır.
Fırtına tanrısı İlluianka’yı ve kendi öz oğlunu öldürür.
Bu iki versiyonda da ortak nokta Fırtına tanrısının yılanı öldürmesidir. Bu efsane daha da önce belirttiğimiz gibi farklı kültürlerde farklı şekillerde yaşamıştır.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

97

Saturday, 27.02.2016, 22:19


Ullikummi Şarkısı , konu olarak Kumarbi efsanesinin devamında Teşup’un krallığında geçmektedir.

Burada bir parantez açıp, “şarkı” sözcüğü üzerinde durmak gerekmektedir. Dinçol bunu şöyle açıklamaktadır :

“ Yabancı kökenli metinlerin bir özelliği, onların anadolu kökenliler gibi ayinler içinde yer almaması, baş bölümlerinde belirtildiği gibi birer bağımsız şarkı sayılmasıdır. Şarkı terimi bu tür edebiyat ürünleri için Ortaçağ’a kadar kullanılmış bir sözcüktür. Germen efsanelerinden en ünlüsüne Neibelungen Şarkısı denildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bakımdan, şarkı sözcüğünün destan anlamında kullanılmış olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. “

Şarkı sözcüğünü de açıkladıktan sonra efsanenin konusuna bakabiliriz :

Anlaşıldığına göre Kumarbi yenilmiş ve tahtta Teşup oturmaktadır. Ancak Kumarbi bunu hazmedemez :

“ Kumarbi aklını toparlar (düşünür). Uğursuz bir günde kötü bir insan yetiştirir. O Teşup’a karşı kötülük planlar. O Teşup’ a karşı bir asi çıkarır. […] (Kumarbi) eline bir asa aldı. [Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı rüzgarları koydu. O Urkiš şehrine yola çıktı ve Soğuk Pınar’a vardı. Şimdi Soğuk Pınar’da bir kaya bulunur : onun boyu üç fersah ve genişliği […] ve yarın fersahtır. Onun vaginası ise […fersahtır. Onu görünce] aklı başından fırladı ve o kaya ile sevişti. Erkeklik organını onun içine batırdı. O beş kez oldu. O on kez oldu. “

Tabletteki kırıklardan metnin devamı tam anlaşılamamktadır ancak, Deniz tanrısının yardım ettiğini ve çocuğun doğduğunu öğrenebiliyoruz.

Kumarbi bu çocuğa Ullikummi adını verir :

“ Kumarbi kendi kendine söylenmeye başladı : Kader tanrıçaları ve ana tanrıçaların bana verdiği çocuğa ne isim koyacağım. […] Varsın onun ismi Ullikummi olsun. O krallığa gökyüzüne gitsin. Güzel Kummiia şehrini sıkıştırsın. Teşup’a vursun. Onu saman gibi doğrasın. Onu bir karınca [gibi] ayakları ile ezsin. “

Ullikummi sözcük olarak Kummiia’nın yıkıcısı anlamına gelmektedir. Kummiia ise Fırtına Tanrısının kentidir. Metinden de anlaşılacağı gibi Kumarbi bu doğan çocuğun Teşup’tan kendi intikamını almasını beklemektedir.

Kumarbi, bu çocuğun Teşup’un haberi olmadan yetişmesi için gizler, nacak güneş tanrı vbu süratle büyüyen ve canavarlaşan çocuğu görür ve Teşup’a haber verir.

Teşup erkek kardeşi Tašmišu ve kız kardeşi Šaušga ile Hazzi dağına gider ve canavarı bulur. Ancak Ullikummi alt edilebilecek gibi değildir.

Kırık tabletlerden anlaşılabildiği kadarı ile Teşup savaş hazırlıkların başlamıştır. Savaşa tutuşur, ancak başarılı olamaz. Taş canavar Ullikummi Teşup’u ve yanındaki yetmiş tanrıyı yener.

Teşup’un kardeşi Tašmišu yenilginin haberibi Teşup’un karısı Hepat’a bildirir ve yeniden Teşup’un yanına döner. Tašmišu, Teşup’a tanrı Ea’dan yardım istemesini söyler. İki kardeş Ea’ya gederler. Tablet buralarda kırıktır. Ancak onları Ubelluri ile konuşurken buluruz. Ubelluri Atlas gibi dünyayı sırtında taşıyan bir devdir. Ullikummi de onun omuzunda büyümüştür. Ubelluri sağ omzunda bir şey olduğunu söyleyince Ullikummi’nin orada büyüdüğü anlaşılır ve Ea eski tarılara seslenir :

“ Eski sözleri bilen ilk tanrılar sözümü duyun. Eskiden, babadan, büyükbabadan olan mühür evlerini tekrar açın. Ecdadımın mühürlerini getirsinler. Onu orada mühürlesinler. Yeryüzü ve gökyüzünü ayırdıkları(kestikleri) bakırdan eski kesici aleti getirsinler. Biz, Kumarbi’nin bir asi olarak tanrılara karşı yüceltiği (büyüttüğü) bazalt Ullikummi’nin ayaklarını keseceğiz. “

ullikummi’nin ayakları kesilince güçsüz kalır. Teşup ve tanrılar Ullikummi ile savaşmaya başlar. Metnin sonu kırıktır, ama burada Teşup’un zaferinin anlatıldığı düşünülmektedir.

Bu efsane de Yunan mitolojisindeki bazı motifleri anımsatmaktadır.

http://www.dunyadinleri.com/tr-TR/mitolo…likummi-sarkisi

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

98

Saturday, 27.02.2016, 22:32



Harut ile Marut aralarında sohbet eden iki melekti. Sohbetlerinde "İnsanlar yerine biz duygu sahibi olsaydık sürekli ibadet ederdik" diyorlardı. Allah onlara "Size şehvet duygusunu verseydim siz insanlardan daha çok günah işlerdiniz" demiş. Melekler kendilerine güveniyorlarmış. Allah onlara şehvet duygusu verip dünyaya indirmiş. Harut ile Marut bir kadın görmüşler. Kadın Harut ile Marut'a bir şartla onlarla birlikte olacağını söylemiş. Ya kocasını öldürecek, ya puta tapacak ya da şarap içeceklerdi. Şarap içmeyi tercih ettiler.
Hikayeye göre kadın bir şartta daha bulundu. Aşk duygusuna kapılan Harut ile Marut bu şartı da kabul etmişler. Kadının şartı ona ism-i azamı öğretmeleriydi. Onlar öğretince kadın söyleyip gökyüzüne çıkmış. Allah kadını Zühre yıldızının üstüne koymuş ve Harut ile Marut'u da Babil'de bir yerde baş aşağı kıyamete kadar duracakları cezasını vermiş.

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

99

Saturday, 27.02.2016, 22:40


Hubal (Arapça: ‏هبل‎,) Arabistan'da Mekke'de Kureyş kabilesinin hüküm sürdüğü sıralarda tapınılan baş tanrıdır. Kırmızı bir taş türünden (ing. Carnelian) yapılmış heykeli Kabe'nin içinde bulunuyordu. Hubal önemli olaylarda danışılmak üzere kullanılan 7 oktan oluşan fal oklarıyla tanınırdı. Hubal bir ilah olarak Mekke'nin koruyucu ilahı olarak görülürdü.Hubal aynı zamanda berberiler için kervanlara,orduların ve bulutların yolunu çizen yüce tanrıdır.
İslam peygamberi Hz.Muhammed zamanında Hubal, Kabe'nin etrafındaki yılın her bir günü için bir put olmak üzere 360 puttan oluşan diğer tanrılarla birlikte buradan alındılar. Hz.Muhammed geldiğinde, Hubal ve diğer ilahlar yerine yalnızca Allah'ın tek ilah olduğunu ve ona tapınılması gerektiği söyleyip, bu ilah adına savaşarak Allah'ı tapınılan tek ilah haline getirdi.
İÇERİK RESİMLERİ
Hubal'ın kökeni
Hubal Arabistan'da ortaya çıkmış bir ilah değildir. Hubal adı incelendiğinde, bu sözcüğün o sıralarda Mezopotamya ve civarında yaygın olarak tapınılan bir ilah olan Baal ilahı olduğu anlaşılır. Baal sözcüğü başına Sami dildeki belgili tanım olan ha (eril) eki getirilerek kullanılarak Ha Baal (ingilizce: The Baal gibi) şeklindedir. Hubal aynı ilahın Arap Yarımadası'ndaki söyleniş biçimidir.
Hubal: Ha Baal -> Hu-bal -> The Baal
Hubal'ın Mezopotamya ve Kuzey Arabistan'dan geldiğine ilişkin diğer bulgular, bu ilaha ait tapınmayla ilgili özelliklerden görülmektedir. Hubal'a ait olan fal oklarıyla fal bakma geleneği Babillilerin fal bakma yöntemlerinden biridir. Hubal'la ilgili önemli bir konu da, Hubal'ın simgesinin Hilal olmasıdır.
Hilal şeklindeki Ay tapınması Babil'deki hilal, yıldız ve güneş tapınmasından oğmuştur. Hilal'in Babil ve Sümer'deki adları Sin ve İnanna'dır. Baal eski Babil'in baş ilahı Marduk'un diğer bir adıdır. Hilal (Sin), Yıldız (İştar) ve Güneş (Şamaş) üçlüğü aslında tek bir ilahta, Marduk'ta birleşirler. Hilal Baal'la, yıldız İştar'la ve güneş Şamaş' (Tammuz)la ayrı birer ilah olarak gösterilir. Marduk adı içeriğinde isyan anlamı bulunan bir sözcük olup, Babil kentini kuran Nimrod'un adından gelir ve Nimrod'un tanrılaştırılmış adıdır. Baal adı yine Marduk'tan gelerek aynı ilahın egemen efendi sıfatını taşıyan bir adıdır. İçinde isyan etme anlamı bulunan Marduk asıl olarak ilk isyancı olarak Şeytan'ı simgeler. Şeytan için kullanılan bir ifade "Hilel Ben Şahar (Helel Ben Shachar)", "Seher'in oğlu Hilal, Parlak Yıldız" anlamına gelir. Helel sözcüğünün içinde aynı zamanda "parlak yıldız" anlamı da bulunur.
Hilel Ben Şahar! (Helel Ben Shachar): Ey Seher'in oğlu Hilal, Parlak Yıldız!: O Lucifer, son of the morning!
Bu nedenle satanizm Baal ve İştar'ı simgeleyen Hilal ve Beşgenyıldız'ı (pentagram) Şeytan'ın kutsal simgeleri olarak kullanmaktadır. Günümüzde aynı simgeler ve ilah adları satanizmin dışında da sayısız yerde kullanılmaya devam etmektedir. Bunların arasında heavy metal, black metal gibi müzik türleri de bulunur.

http://www.dunyadinleri.com/mitoloji/esk…ucu-ilahi-hubal

lale_zar

Profesyonel

  • "lale_zar" bir kadın
  • Konuyu başlatan "lale_zar"

Mesajlar: 1,830

Kayıt tarihi: Aug 12th 2015

Konum: allaturkaa

  • Özel mesaj gönder

100

Saturday, 27.02.2016, 22:44

Capacocha, İnka kültüründe özellikle çocukların kullanıldığı insan kurban etme ritüelidir. İnkalar, imparatorun (Sapa İnka) ölümü ya da kıtlık gibi önemli olaylar sırasında veya sonrasında çocukları kurban ederlerdi. Çocuklar saf varlıklar olarak kabul edildikleri için kurban seçilirlerdi. Tanrılara sunuldukları için fiziksel olarak mükemmel ve sağlıklı olmalıydılar. Kurbanlar en az 6, en fazla 15 yaşında olabilirdi.
Çocuklar ayinden aylar hatta yıllar öncesinden iyice beslenmeye başlanırdı. Diyetleri varlıklı elitlerin tükettiği mısır ve hayvansal proteinlerden oluşurdu. Kıyafetleri ve takıları özenle giydirildikten sonra imparatorun huzuruna çıkmak için Cuzco'ya götürülür, burada şereflerine düzenlenen şölene katılırlardı. Arkeolojik kazılarda, kurban edilen çocukların 100'den fazla değerli süslemeyle gömüldükleri tespit edildi.
İnka yüksek rahipleri, kurbanları ayin için yüksek bir dağın tepesine götürürdü. Yolculuk özellikle yaşı küçük olan kurbanlar için uzun ve zorlu geçerdi. Ayin yerine ulaşana kadar nefes almalarını kolaylaştırmak için çocuklara koka yaprakları yedirilirdi. Ayin yerine ulaştıktan sonra, çocukların acı, korku ve direnç hislerini aza indirmek için sarhoş edici bir içecek verilirdi. Ardından kurbanlar boğularak, kafalarına darbe alarak veya aşırı soğukta bilincini kaybetmeleri için ölüme terkedilirdi.