Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, AllaTurkaa sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

Saturday, 15.07.2017, 18:20

Ahtapot Hikayesi

Gizem dolu, sır
dolu, pek çok bilinmezliklerle dolu kainatın bilmem nerelerinde sessizce dönüp
durmakta olan sevgili dünyamız. Üzerinde yaşamalarına, hayat bulmalarına,
barınmalarına olanak tanıdığın on binlerce yıldan beri her şeyi ile belki de
sadece sende var olan canlı varlıklar. Özgün düşünme yetenekleriyle, hayal
güçleriyle, inatçılıklarıyla her zaman, her yerde ortaya çıkabilen ve bir
bilinmezi bilmek için, problemlerin çözümüne yardımcı olmak için şevkle,
istekle; kendilerinin yaşamaları lazım gelen hayatın normalitesinden arınarak,
normalitenin bir parça üstüne çıkarak ve o geride bıraktıkları normalitecilerin
yararına bir takım çabalar, arayışlar içine giren idealistler.



Denizin engin maviliklerinde aylardır pek çok yeri gezip dolaşmasına karşın
gördükleri ona hiç de yabancı gelmeyen, o gördüklerine daha önceden
biliyormuşçasına ilgisiz ve bu denize sularını akıtan ırmağı ilk fark ettiğinde
düşüncesinde oluşan tutkunun harekete geçirdiği, ırmağın çıkışına, kaynağına
ulaşmaya karar verdirttiği bir genç ahtapot.



Genç ahtapot ırmakta ağır ağır ilerlemeye başladı. Daima yüzeyde bulunmaya özen
gösterdiği için, ırmak kenarında bulunan ağaçları, otları, çiçekleri, kuşları
ve küçüklü, büyüklü canlı yaratıkları yakından incelemek olanağını buluyordu.
Günler birbiri ardına geçip gittikçe, ırmağın genişliği daralmaya, sular daha
bir coşkun akmaya ve meyil artmaya başladı. Genç ahtapot, akıntıya karşı
yüzdüğü için, her geçen gün biraz daha fazla zorlanmaya başladığını fark etti.
Hani sıkıntıya katlanamayıp kendini bırakıverse hiç yorulmadan denize geri
dönebilecekti. Fakat, bu onun yapamayacağı bir işti. Mademki bir idealistti ve
bir idea uğruna buralara kadar gelmişti, kesinlikle geriye dönüş söz konusu
olamazdı.



Genç ahtapot çok uzaklarda zorlukla fark edilen karlı dağın yamaçlarına
ulaştığında önüne oldukça yüksekten suların döküldüğü bir çağlayan çıktı. Bu
çağlayanı aşıp yoluna devam etmesi gerekirdi, ama nasıl? Yaptığı bir iki deneme
bu işin şimdilik olanaksız olduğunu gösterdi. Zaten yorgundu.

Günlerdir dur durak bilmeden,gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayarak
buralara kadar gelmişti. “ Bir zaman için dinlenmeli, gücümü toplamalı, bu
çağlayanı aşmayı başarabileceğime inandığım an gelip çağlayanı geçer yoluma
devam ederim, diye düşündü. Dün gelirken gördüğüm kollardan birine sapar, orada
günlerimi sakin geçirebileceğim bir yer ararım. Çağlayan şimdilik
bekleyedursun. “



Genç ahtapot geriye dönüp, ırmağın kollarından birine girdi.Yok şurası, yok
burası derken,sonunda bir göle vardı. Genç ahtapotun göldeki sakin yaşantısı
oldukça uzun sürdü. Gerçekte bir idealist için zamanın fazla bir önemi yoktu.
Zaman bırak geçsindi. Önemli olan geçen zamanı ustaca değerlendirebilmekti.
Devamlı olarak fikir bakımından bir büyüme, bir ilerleme içinde olacaktın. Bu
idealistçilik zaten sende doğuştan vardı. Sen istemesen de şartlar seni buna
zorlardı. Bir ideanın peşinden gitmeye başladığın yani sen bir idealist olduğun
zaman, dikkatli bir şekilde geçmişini düşünürdün ve şimdi anımsamak istemediğin
o mutsuz, o karamsar, o kederli günlerinin bile seni nasıl eğitmiş olduğunu,
deneyim sahibi yaptığını fark eder de şaşar kalırdın.



Aradan yıllar geçmiş,geçen yıllarla birlikte genç ahtapot büyümüş,olgun bir
ahtapot olmuştu.Gölde ve gölün çevresinde yaşayan canlı varlıklarla daima iyi
ilişkiler kurmuş, onların anlattıklarına kendi gözlemlediklerini de ekleyerek
epey bir bilgi birikimine sahip olmuştu. Her şey çok güzeldi, belki de çok daha
güzel olacaktı. Eğer göl kıyısına insanlar kamp kurmasalardı. Ahtapot insanları
göl kıyısında görür görmez, içgüdüsünden gelen dikkat et sesine kulak vermiş,
gölün dibindeki mağarasına çekilmişti. Günlerini mağarasında geçiriyor, ara
sıra da, gölün derinliklerinde dolaşıyordu. Bazı günler göl yüzeyinde bir iki
kayık görüyor, fakat kayıklardaki insanların kürek çekişlerini gölün
derinliklerinde yüzerek seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyordu.



Günlerden bir gün, bir kayık gölün ortalarına yakın bir yerde giderken ortalık
kararıverdi. Şiddetli bir yağmur başladı. Gittikçe daha sert esmeye başlayan
rüzgar gölde büyük dalgalar oluşturuyordu. Kayıkta bulunan insanların yaklaşan
fırtınadan kaçmak için gösterdikleri çabalar boşuna oldu. Kayıklarının alabora
olarak batmasını bir türlü engelleyemediler. Ahtapot yaklaşan fırtınayı önceden
hissetmiş, kayıkta bulunan insanlar tarafından görülme tehlikesini göze alarak
kayığın birkaç metre altına kadar sokulmuştu. Kayık battığında dev dalgalar
arasında çırpınıp duran iki insanı güçlü kollarıyla sıkıca kavrayıp, onların
boğulmalarına engel olmak için, yüzeye çıktı ve süratle kıyıya doğru yüzmeye
başladı. Baygın durumdaki iki insanı kıyıda emin bir yere bırakan ahtapot,
gölün derinliklerindeki mağarasına çekildi.



Bu olayı takiben geçen on gün içinde göl yüzeyinde hiç kayık göremeyen ahtapot
insanların gitmiş olabileceklerini düşünerek yüzeye çıkıp çok uzaklardan kampın
bulunduğu kıyıya doğru baktı. İlk dikkatini çeken şey, kıyıdaki kocaman demir
kayıklar oldu. İnsanlar ayrıca kampın bulunduğu çadırların yanına tahtadan
barakalar yapmışlardı. Çok insan vardı kıyıda. Gölün fazla sularını ırmağa
akıtan kola doğru yüzmeye başladı. Kıyıdaki insanlara fark ettirmeden gölden
çıkıp gitmeyi planlıyordu. Fakat çıkışa vardığında etrafta gitmesini engelleyen
dikenli teller olduğunu üzülerek gördü. Bir hata yapmaktan korkuyordu. Bu
dikenli telleri parçalayıp atar, yoluna devam edebilirdi. İşin içinde yaralanmak,çaptan
düşmek olasılığı da vardı. Irmaktaki çağlayan zaten yolunun üstünde bir büyük
engeldi. Çağlayanın karşısına çıktığında güçsüz durumda bulunmak yakışık
almazdı.



Sonraki günlerde göl yüzeyi birdenbire hareketlendi. İnsanların göl kıyısına kadar
kamyonlarla getirdikleri parçaları birbirine monte ederek yaptıkları gemiler
vızır vızır gidip gelmeye başladı. Gemilerden dalgıçlar göle girerek, gölün
dibini taramaya başladılar. Dalgıçların ellerindeki zıpkınlar görülür görülmez
ahtapota yöneltilecekti. Gölde her kolunun uzunluğu beş metreyi bulan sekiz
kollu dev bir ahtapot vardı ve bu ahtapotu öldüren ödüllendirilecekti. İşte
burada biraz düşünmek gerekirdi. Katledilmek istenen bu ahtapot fırtınalı bir
havada iki insanı mutlak bir ölümden kurtarmıştı. Onlar bayılmadan önce
kendilerini kurtaranı görmüşler, ötekileri ahtapotun varlığından haberdar
etmişlerdi. Ötekiler ötekilere, ötekilerde ötekilere durumu bildirmişler ve son
ötekiler, ortaya bir ödül bile koymuştu. Bu durumu çıkışı olmayan bir labirent
biçiminde algılamak gerekmektedir.



Ahtapot artık gölde barınmasının olanaksızlığını anlamıştı. Tüm iyi niyetine
karşın insanlar onun bu gölde biraz daha fazla araştırma yapmasına izin
vermeyeceklerdi. Zaten gölde bir süre daha yaşamak gereksizdi. Öğrendikleri
yeter de artardı bile. Ahtapot mağarasından hınçla dışarı fırladı. Korkunç bir
süratle kampın önünde demirli bulunan gemilerin tam karşısında su yüzeyine
çıktı. Günlerdir arıyordunuz işte buradayım ve sizden korkmuyorum der gibi
kabardıkça kabarıyor, gölde yapay dalgaların oluşmasını sağlıyordu. Aniden
soluna doğru yöneldi. Kıyıdaki insanların hayret dolu bakışları altında göl
çıkışındaki dikenli telleri paramparça ederek kola girdi ve bir süre sonra
ırmağa ulaştı. Irmağın akıntılarına rahatça karşı koyarak çağlayanın önüne
geldi ve iki kolunu uzatarak oradaki kayalara tutunup yukarıya çıktı.



Daha sonraki günlerde ahtapot ırmağın kaynağına ulaşmak için gösterdiği yoğun
çabayı devam ettirdi. Kaynağın bulunduğu karlı dağın yamaçlarında daracık boğazlardan
zorlukla geçiyor, derinliğin yüzmesine olanak tanımadığı yerlerde de adım adım
ilerliyordu. Yamaçlarda yağan yağmur havanın giderek soğumasıyla birlikte kara
dönüşüyor, yağan kar altında buz gibi soğuk suda titremek ona dağlarda yaşamın
ne derece zorlu olduğunu öğretiyordu. Ahtapot daha ileriye gitmenin mümkün
olmadığını düşünmeye başladığı bir sırada ırmağın kaynağını buldu. Kaynak,
kayaların arasından, mağara gibi bir yerden, yeryüzüne çıkıp doğuyordu.



Ahtapot konuyu özetle toparladı: “ Demek kaynak burasıymış. Su bu daracık
yerden yeryüzüne çıkıyor, yağan kar ve yağmur sularıyla besleniyor, çevreden
kimi dereciklerin sularını alarak çağlayana kadar iniyor. Çağlayan geçildikten
sonra sağdan soldan pek çok kol alan su gittikçe büyüyerek bir ırmak halinde
benim doğduğum denize varıyor ve denizle bütünleşiyor. Uzun bir süre içinde
yaşadığım göl de fazla sularını ırmağa bir kol aracılığıyla akıtan büyükçe bir
su birikintisinden başka bir şey değilmiş. “



Dönüş yolunda, çağlayana yaklaştıkça, ahtapotu bir düşüncedir aldı. Acaba
insanlar onu oralarda bekleyebilirler miydi? Bu yüzde elliye yüzde elliydi.Yani
bekleyebilirlerdi de beklemeyebilirlerdi de. Onun orası belli olmazdı.Ahtapot,
kesinlikle korkmuyordu. Zaten böyle durumlarda bir idealist için korku en son
akla getirilecek bir şeydi. Korkmak için hiçbir neden yoktu. Ahtapot, şöyle bir
durum değerlendirmesi yaptıktan, ne olursa ne şekilde hareket edeceğini
hesapladıktan sonra, çağlayandan aşağı indi. Suların üstünden, göğsünü gere
gere yüzerek, gölün ırmakla bağlantısını sağlayan kolun yanından geçti, gitti.



Ahtapot, birkaç gün sonra denize vardı. Yıllar önce, genç bir ahtapotken, bir
idea uğruna yola çıkmış; yıllar sonra, büyük, olgun bir ahtapot olarak işte
geriye dönmüştü. Fakat, idea, ideal değildi henüz. Bir idealist, öğrendiklerini
başkalarına da öğreterek, onları da bilgilendirmeliydi. Ben, bana yetecek kadar
bilgi sahibiyim fazlasını öğrenmesem de olur diyemediğin gibi, ben herkesten
çok daha fazla bilgiliyim varsın benim bildiklerimi başkaları bilmeyiversin de
diyemezdin. Ahtapot, kısa bir süre dinlendikten sonra girişimlerine başlamak
istiyordu. Öğrendiklerini başkalarına da öğreterek onları da bilgilendirecekti.
Beyninde kendisinin bilip de başkalarının bilmediği tek bir bilgi kalmayana kadar…